- 17976 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
“BİR LÂHZA-İ TEAHHUR” VE SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİT
M.NİHAT MALKOÇ
Tevfik Fikret, Servet-i Fünûn Topluluğu’nun başta gelen şairlerinden birisidir. Hatta bu edebî kitlenin yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü de yapmıştır. Şiirlerini “Rübab-ı Şikeste” adlı önemli eserde bir araya getirmiştir. Bu kitapta yer alan şiirlerden birisi de üzerinde çok konuşulan “Bir Lâhza-i Teahhur” dur. Günümüz Türkçesine “Bir Anlık Gecikme” şeklinde çevirebiliriz bunu. Peki, bu şiirin ne ehemmiyeti vardır? Söz konusu şiir, İkinci Abdülhamit’e düzenlenen suikast nedeniyle yazılmıştır.
İkinci Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemlerinde tahta oturmuş talihsiz bir padişahtır. Onun için de pek çok düşmanları olmuştur. İşlerin iyi gittiği zamanda herkes methiyeler düzer. Hele bir de işler kötü gidedursun herkes düşman kesilir bir anda. Abdülhamit de bu kaderi yaşamış iyi niyetli, aşırı müsamahakâr bir insandı. Ermenilerin en büyük ideali Doğu Anadolu toprakları üzerinde müstakil bir Ermenistan kurmaktı. İkinci Abdülhamit buna şiddetle karşı çıkmıştır. Onun için Ermeniler, Abdülhamit’i en büyük düşman olarak ilân etmişlerdi. Hatta onu öldürmek için büyük bir suikast düzenlemişlerdir.
21 Temmuz 1905 senesinde icra edilen suikast planı gerçekten tüyler ürperticiydi. Bilindiği gibi Abdülhamit, mütedeyyin bir insandı. Osmanlı padişahlarının tamamı böyledir zaten. Abdülhamit Han, Cuma namazını daha çok Yıldız Camii’nde kılardı. Ermeniler onun bu özelliğini bildikleri için kendisine Yıldız Camii’nin önünde şirret bir tuzak kurmuşlardır. Hatta bu işin eksiksiz gerçekleşmesi için dünya çapında ün yapmış Belçikalı terörist Jorris’i de aralarına dâhil etmişlerdir. Hazırlanan plan gereğince Abdülhamit’i, Cuma Selâmlığı’ndan çıkarken bomba marifetiyle havaya uçuracaklardı. Hatta pek çok kritik nokta da bombalanacaktı. Her şey saniyesi saniyesine ayarlanmıştı. Yüz kiloluk bir bomba hazırlanmıştı bunun için… Saatli bomba hassas hesaplarla Abdülhamit’in çıkış anına ayarlanmıştı. Ama öldürmeyen Allah öldürmüyor işte. O gün her ne hikmetse Abdülhamit Han, Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi’yle ayaküstü bir süre konuşmuş. Bomba şiddetli bir gürültüyle patladığı esnada o, yukarıdaki merdivenlerden yeni iniyordu. Kendisinin burnu bile kanamamıştır. Fakat bu hadisede 26 kişi hayatını kaybetmiş; 58 kişi de yaralanmıştı.
Osmanlı’nın en dirayetli padişahlarından biri olan Sultan İkinci Abdülhamit’i, pek çok kişi gibi, zamanın büyük şairlerinden biri olan Tevfik Fikret de hiç sevmezdi. Yukarıda bahsedilen başarısız suikast girişimi üzerine “Bir Lâhza-i Teahhur” adlı, kin ve nefret dolu şiirini yazmıştır. O, bu şiirinde Abdülhamit’i yerden yere vurarak suikastçı Ermenileri övmüştür. Ermenilerin “Bir Anlık Gecikme” sine hayıflanmıştır. Bakın ne diyor Fikret:
“Ey şanlı avcı, dâmını bî-hûde kurmadın!
Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!
Dursaydı bir dakikacağız devr-i bî-sükûn
Yahut o durmasaydı, o iklîl-i ser-nigûn
Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş
Bir hayr olurdu, misli asırlarca geçmemiş
Lâkin tesadüf… Ah o kavîler münâdimi,
Âcizlerin, zavallıların hasm-ı dâimi,
Birden yetişti mahva bu tedbîr-i hâriki;
Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bâriki.
Nakşetti bir tehekküm için baht-ı bî-şuûr
Târih-i zulme bir yeni dibâce-i gurûr
Kurtuldu; hakkıdır, alacak, şimdi intikam;
Lâkin unutmasın şunu târih-i sifle-kâm:
Bir kavmi çiğnemekle bugün eğlenen denî
Bir lâhza-i teahhura medyûn bu keyfini!”
Tevfik Fikret, ömrü boyunca buhran içinde yaşamıştır. Gün gelmiş İstanbul’a, gün gelmiş manevî değerlere, gün gelmiş Sultan İkinci Abdülhamit gibi mütedeyyin eşhasa saldırmıştır. İçindeki maneviyat boşluğu, bu yaptıklarını ona şirin göstermiştir. Mensup olduğu devletin padişahına düzenlenen suikaste methiyeler yazan bir insanın ruh dünyasını varın siz düşünün! Ölüm, öyle veya böyle hepimizi gelip bulacaktır. Başkalarının ölümüne sevinilmez. Fakat Fikret, şahsına münhasır bir kişi olduğu için, Abdülhamit’e düzenlenen suikaste çok seviniyor. Hatta bunun başarısızlıkla neticelenmesine karşı da asabı bozuluyor.
Bu pek meşhur Servet-i Fünûn şairine göre Allah hep güçlüleri koruyormuş! (Hâşâ) Allah, zavallıların her zaman düşmanıymış!... Ermenilerin Abdülhamit’e düzenledikleri suikastte de böyle olmuş! Güya Allah, Ermenilerin ümit ışığını söndürmüş. Fikret bu şiirde Abdülhamid’e olan kinini kusmakla yetinmiyor, manevî değerlere de saldırıyor. Fikret, hedef değiştiriyor. ‘Tarih-i Kadim’ adlı eserinde aşağıladığı Allah’la şu ifadelerle boy ölçüşüyor:
“Lâkin tesadüf… Âh, o kavîler münâdimi,
Acizlerin, zavallıların hasm-ı dâimi,
Birden yetişti mahva bu tedbir-i hâriki
Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bârikı
Servet-i Fünûn şairi Fikret’in bu mısralarında günümüz Türkçesiyle şöyle deniyor:
“Fakat o rastlantı… Ah, o güçlülerin yardımcısı,
Güçsüzlerin, zavallıların sürekli düşmanı
Birden yetişti bu eşsiz önlemi yok etmeye,
Söndürdü bu parıldayan umudu bir solukta.”
Bu suikastte onlarca masum insan hayatından olmuştu. İnsanda azıcık merhamet olsa, ölen onca zavallı insana acırdı. Vicdan sahibi bir şair, sebepsiz yere insanları canlarından eden suikaste methiyeler yazmazdı. Büyük Şair(!) bununla yetinmeyerek olaya muhatap olanları: “Aşağılık bir seyirci topluluğu, kudurmuş, kaba” gibi sıfatlarla tavsif ediyor. Gök boşluğuna bacak, kelle, kan ve kemiğin yükseldiğini söylüyor. Dilerseniz bu mısralara da bir göz atalım:
“Bir darbe… Bir duman… Ve bütün bir gürûh-ı sûr,
Bir ma’şer-i vazî-i temaşa, haşîn, akuur
Tırnaklarıyla bir yed-i kahrın, didik didik,
Yükseldi gavr-i cevve bacak, kelle, kan, kemik…”
Bu ifadeler bana merhum Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiiri hatırlattı. Nasıl oluyor da bir Türk şairi, Ermenilerle ağız birliği ediyor ve onları övmekten çekinmiyor. Oysa Sultan Abdülhamit, vatanperver bir insandı. Hiç kimseye bir kötülüğü dokunmamıştır. Herkese karşı hoşgörülü olduğu için çok eleştiriliyordu. Bunu pasiflik olarak addediyorlardı. Bir sultana mütevazı olmayı yakıştıramıyorlardı. Fikret de bu kervana katılanlardandı. Gerçi o devirde basına zaman zaman sansür de uygulanıyordu. Lâkin hadiseleri değerlendirirken cereyan ettikleri zamanı da göz önünde bulundurmak lâzımdır. O dönemde böyle yapmak gerekiyordu. Zira devlet, bölünme ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Abdülhamid ne yapmışsa devletin bekası için yapmıştı. Fikret bunlara rağmen Ermeni suikastını hoş görüyor ve suikastçıları kutluyordu. Onları kurtarıcı bir el olarak görüyordu. Bu hadiseyle toplumun uyanacağını iddia ediyordu. Ona göre Abdülhamit’in ölümü, zorbalığın da sona ermesi mânâsına geliyordu. Bu saldırının o görkemli taçları sarsmasını istiyordu. O gizli eli çok merak ediyordu. Belli ki bilfiil kutlayacaktı onları:
“Ey darbe-i mübeccele, ey dûd-ı müntakim,
Kimsin? Nesin?.. Bu savlete sâik, sebep ne? Kim?..
Arkanda bin nigâh-ı tecessüs ve sen nihân,
Bir dest-i gaybı andırıyorsun, rehâ-feşân.”
Bu fâni dünyada sonunda Abdülhamit de öldü, Tevfik Fikret de… Çünkü Rabbimizin buyurduğu gibi: “Her nefis, ölümü tadacaktır.”(Enbiya S. 35.Ayet) Başkalarının ölümünü istemek caiz değildir. Hepimiz bu kervanın yolcusuyuz. Bak işte hepsi öldü, biz de öleceğiz.
İlk Yayın: Cümle Dergisi/Bahar 2007
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.