- 706 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İLK GÖREV
Ağrı Dağı eteklerine selden ve şiddetli rüzgarlardan korunmak için sıkıca tutunmuş gibi duran bu köy, öğretmenlik mesleğine ilk adımımı attığım yerdi.
Köyüm , Doğubayazıt’a kırk kilometre uzaklıktaydı .Kışın zaman zaman kapanan yolları,ilçeden köye gidinceye dek hiçbir ağacın,yeşilliğin olmadığı, çırılçıplak tepeleriyle bu zor coğrafyada mesleğimi severek yapacaktım.Tek derslikli ve tuvaleti olmayan bu okulda ilk işimiz ,köy muhtarının da katkısıyla okul tuvaletini yapmak olmuştu..Burada köy evlerinin hepsi tek katlı ve toprak damlıydı.Köyün tamamı
hayvancılıkla geçiniyordu
Köylülere göre, Ağrı Dağı’nın tepesi, senede sadece iki ya da üç gün, sis olmadığında net bir şekilde görülebiliyordu . O muhteşem görüntüyü görme şansını yakaladığım gün çok mutluydum.
Dağın zirveden yarı beline kadar karla, buzla kaplı , yaşlı; ama dimdik duran , büyüleyici, gizemli bir görüntüsü vardı. Eylül ayının son günleriydi. Öğleden sonra lojmanın önünde oturup saatlerce
Ağrı Dağı’nın o etkileyici görüntüsünü izlemiştim.Köy muhtarının, ‘Haluk öğretmen orada Nuh’un Gemisi’ni mi arıyorsun?” şakası olmasa belki uzun bir süre daha seyre devam edecektim.O gün, o güzel sonbahar güneşi altında muhtarla oturduk çay içtik, sohbet ettik.Muhtar, bana uzun uzun köyü ve köylüleri anlattı.
Bir bir buçuk ay sonra soğukların başladığı,hatta ilk karın ‘vargit ‘çiçekleriyle geldiği günlerdi. Burada bu adla anılmasalar bile bu çiçekleri gördüğüm ilk sabah ,bunların olsa olsa ‘vargit’ çiçekleri olabileceklerini düşünmüştüm.Çocukluğumda ,Ekim ayının ilk haftaları okullar açıldığı halde ,
Trabzon yaylalarındaki yaylacıların ,yeni yeni köylere inme hazırlığı yaptıklarını,yaşlılara :“ Köye yolculuk ne zaman .”diye sorulduğunda :“Henüz ‘vargit’ çiçeklerinin görünmediğini.”söylediklerini çok duymuştum. Güz mevsimlerinde bu çiçekler gözükmeden yaylalardan inilmezdi.Bu çiçekler ‘vargit’ adını:”Varın gidin buralardan,kar kış gelmek üzeredir.” yorumundan alırdı.Biz çocuklar ise birkaç hafta önce açılan okullarımıza arkadaşlarımıza bir an önce kavuşma özlemi içinde, vargit çiçeklerini dört gözle beklerdik.Yine o günlerde bir sabah uyandığımızda yayla çimenlerinin bir gecede o bembeyaz çiçeklerle süslendiğini görmek, bizleri çok mutlu ederdi . Çünkü artık köyümüze dönecek ,okulumuza kavuşacaktık.
Bu çiçekler belki onun için bu denli güzeldi.
O günler çok gerilerde kalmıştı.Şimdi, doğduğumuz o yörelerden çok uzaklarda, ülkemin çocuklarını yetiştirmek için her türlü zorluğa katlanıyor, görevimizi en iyi bir şekilde yerine getirmeye çalışıyorduk.
Öğrencilerimin birçoğunun grip,soğuk algınlığı,boğaz ağrısı vb.şikayetleri başlamıştı.
Hafta sonu ilçeye indiğimde sağlık ocağında çalışan bir doktor arkadaşa öğrencilerimin şikayetlerini anlatmıştım.Doktor,’Köy gezileri yapıyoruz hafta içinde sizin köye de uğrayabiliriz.’ dedi. Doğrusu pek inanmamıştım.
Pazartesi günü köye döndüğümde, şikayeti olan öğrenci sayısının daha da arttığını gördüm.Bu duruma üzülüyor; fakat bir şey yapamıyordum.İki gün sonra okul bahçesinde sağlık ocağının minibüsünü görünce gözlerime inanamadım.İki doktor ve üç hemşire okulumuzu ziyarete gelmişti. Hep birlikte sınıfa girdik.Doktor bey,’Hanginiz hasta .’diye sordu.Öğrencilerimin hiçbiri hasta olduğunu söylemiyor,
şaşkın gözlerle bana bakıyorlardı.Yüz ifadelerinden şaşkınlıkları anlaşılıyordu.Hemen, onlara çocuklar
doktor arkadaşlar sizleri muayene etmek,hastalara ilaç vermek için sınıfımıza geldiler.
Onlara şikayetlerinizi söyleyin ,dedim.
Beyaz gömleklilerin okulu ziyaret nedenini anlayan öğrenciler rahatsızlıklarını teker teker belirttiler.Neredeyse öğrencilerimin yarısı hastaydı.Sağlıkçılar,hepsini tek tek dinleyip ilaçlar verdiler.
Muayene işi bitince bir miktar ilaç daha bırakarak köyden ayrıldılar.
Misafirlere bir çay bile ikram edememiştim çünkü zamanları yoktu.
Sağlık ekibinin okulumu ziyareti sadece beni değil tüm köyü mutlu etmişti.Okula bıraktıkları ilaçlardan rahatsız olan köylülere de vermiştim.Sağlık ekibinin ziyaretinden birkaç gün sonra
lojmanın kapısı çalındı . Kapıyı açtığımda karşımda; bir yaşlı kadın,
kucağında henüz yaşını tamamlamamış bir bebek ve beşinci sınıf öğrencilerimden bir kız öğrencim duruyordu.Yaşlı kadın, bana bir şeyler anlatıyor; ama ben onun dilinden anlamıyordum. Benim anlamadığımı fark eden kız öğrencim,bebeği göstererek, sürekli ağladığını, elindeki sararmış
poşetteki ilaçları bana doğru uzatarak,” Bunları içiriyoruz yine ağlıyor.”dedi.
Öğrencimin elindeki ilaçları incelediğimde ,kullanım süreleri geçmiş, romatizmal rahatsızlıklara ait olduklarını gördüm.Elimi bebeğin alnına dokundurduğumda ateşinin olduğunu ve burnunun da aktığını
fark ettim .Hemen lojmanda masamın üzerinde bulunan ilaçlardan ateş düşürücü , ağrı kesici bir şurupla soğuk algınlığına karşı bir başka şurubu alarak dışarı çıktım.
Yaşlı kadının beni anlayamayacağı için öğrencime , bebeği annesi emzirdikten sonra günde üç sefer bu şuruplardan birer kaşık içirmelerini, bana gösterdikleri ilaçların ise kullanım sürelerinin çok geçtiğini ,
onları çöpe attığımı ,söyledim.
Bir hafta sonra okul bahçesinde yanıma gelen yaşlı kadın ,elindeki yoğurt bakracını bana uzatırken , yüzündeki gülümsemeden verdiğim ilaçların bebeği iyileştirdiğini anlamıştım
Evet, buradaki görevimizin sadece öğrencilerimize okuma yazma öğretmek olmadığı gerçeği ortadaydı.
İlaçlarını düzenli alan öğrencilerimdeki iyileşmeyi ve gözlerindeki mutluluğu görmekten daha güzel ne olabilirdi ?
Haluk YOLSAL
23 Nisan İlköğretim Okulu Türkçe öğretmeni
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.