Kod Adı Yok!
Son hazırlıklarını da tamamlamıştı. Yoldaşı sırt çantasını, hiç yanından ayırmadığı kolyesini ve saatini son bir kez kontrol etti. Yolculuk uzun görünüyordu bu kez. En uzun bildiğinde daha da uzun… Veda edeceği kimsesi yoktu. Olsaydı daha da çok üzülürdü belki. Son bir kez doya doya baktı hayalinde çerçevelediği fotoğrafa. Gözlerini açmadı uzunca bir süre. Evden çıkmadan okumayı adet edindiği dualarındaydı sıra. Gökyüzüne dikti gözlerini. Güneşin ilk ışıklarıyla renklenen bulutları gördü. Ve o bulutların altında uyuyan şehri düşündü. Onun gibi uyumayan birilerinin var olduğuna inanarak gururlandı. Sırtına attı çantasını ve yola koyuldu…
Önce sokağın kedisi selamladı onu kıstığı gözleriyle. Ardından arkasına dönüp son bir kez evine baktığında, her sabah penceresinin mermerine konan kumrularla göz göze geldi. Bir an üzülür gibi olduysa çabuk toparladı kendini. Onlar azıklarını bulurlar diye geçirdi içinden…
O mu ilerliyordu yoksa yeryüzü mü ayaklarının altından kayıyordu belli değildi. Kafasında dolaşan onlarca soruya cevap aramaktan vazgeçmiş, yeni sorular üretmekten yorulmuştu. Ama bir tanesi vardı ki bu soruların, hiç gitmiyordu aklından… Ne bir daha hatırlamak, ne de hatırlanmak istiyorsa da alamıyordu kendini zaman zaman dalıp gitmekten. Yüzüne vuran soğuk rüzgar hafiften canını yakmasa arada, var olduğuna dair bir delil bulmakta zorlanacak gibiydi…
Kime kızacağını bilmiyordu… Kendine mi? Kendisine anlatılanlara mı? Yoksa anlatanlara mı? Herşeyi çok iyi bildiği her halinden belli olan birileri, onun yaşadıklarının onda birini yaşamışlar mıydı acaba? Ya da selam verdikten sonra teselli etmeye başlayanlar, neyin hakkında konuştuklarını biliyorlar mıydı? Bir an geliyor, bütün bunların en ufak bir önemi kalmıyordu zihninde. Aynı sonsuza odaklanmış bakışlara bürünüp, göremediği ama var olduklarını bildiği düşmanlarına gözdağı vermeye başlıyordu. Ama birden o kahraman havasını terk edip, başını önüne düşürüyor, ellerini ceplerine sokuyordu. Yedi düveli namıyla titreten kahraman, kendisiyle bir türlü başa çıkamıyordu işte… O kadar acımasız ve dobra bir eleştiricisi vardı ki içinde, düşünmekten bile imtina ettiği çoğu şeyi takır takır söyleyiveriyordu yüzüne karşı. Kalbine karşı!..
Kaçmakla bitmeyecekti yollar. Nereye gitse aynı sorularla, aynı yüzle karşılaşıyordu. Ne kimseye anlatabileceği bir sır, ne de kimseden dinleyebileceği bir nasihattı aradığı şey. Karanlık suların en dip noktasında gizlenmiş bir virgül için bile dalabilirdi gözünü kırpmadan. Ama aramaya nereden başlayacağını bile bilmiyordu.
Yüzüne serpişmeye başlayan yağmur damlaları sıklaştıkça, daha zor gelmeye başlıyordu yürümek. Bir an durdu, etrafına baktı ve yürümeye devam ederken mırıldandı:
- İstikamet bilinmiyor… Görev meçhul… Kod adı yok!..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.