- 574 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HACI ŞAKİR
HACI ŞAKİR
İlişi’ nin Kiliseçukur köyünden, Karabudanoğlu Ahmet 1903 yılında 7 yıl askerlik yaptığı Yemen’den döndü. Uzun süren bir deniz yolculuğunun sonunda Mekke vapuru ile
İnebolu’ ya geldi. Gemide çok asker vardı. Yorgun ve bitkindiler.
Sırtlarında iyice yıpranmış, rengi solmuş asker elbiseleri, ellerinde birer eski çanta ile rıhtıma indiler.
Sahil boyunca İnebolu’dan İlişi’ ye giden patika yolda yürüdü.
Bazen denizden uzaklaşan yolda basit ağaç köprülerden dereleri geçti. Bazen ağaçların arasından denizin gümüş pırıltılı sularını seyrederek yürüdü.
Arap yarımadasında askerlik yaptığı için ona hacı diyorlardı.
Birde lakabı vardı, Şakir.
Hacı Şakir.
Hacı Şakir, sahil boyunca dereleri, çayları dolana dolana 6 saat yürüdü.
İlişi Köyüne geldiğinde yorgundu.
Akşam oluyordu.
Sahilde karaya çekilmiş bir kaç küçük tekne vardı.
Değirmen yedi yıl önceki gibi yerli yerinde ve hala un öğütüyordu.
Yarım saat daha yürüse baba evine ulaşabilirdi.
Arkadaşları hemen tanıdılar onu. Etrafını sardılar. Bırakmadılar. Denize bakan kahvelerden birine oturdular. Sohbet, giderek koyulaştı.
Laf döndü dolaştı, Hacı Şakir, kardeşlerini, Ali’yi ve Huseyin’i sordu.
"Sen Arap ellerinde askerlik yaparken onlar evlendi. Çoktan çoluk çocuğa karıştılar... " dedi dostları.
Üzüldü Hacı Şakir. Geçip giden yedi yıla içi yandı. Bazen köyünde, doğduğu topraklarda olmanın mutluluğu belirdi gözlerinde. Bazen hüzün rüzgarlarına bıraktı kendini. Biraz yiyecek ve rakı getirdiler bir yerlerden.
Dolup boşalan bardakların sayısını şaşırdılar.
Ne akşam olduğunu fark ettiler, nede gecenin sabaha döndüğünü.
Uzak topraklarda yaşanan cehennem sıcaklarını, bitip tükenmeyen hastalıkları, savaşları, ihanetleri ve korkularını anlattılar.
Dertleri ve hüzünleri, geçip giden yıllara yükleyip gelecek için umutlandılar.
Irmak sularının akıntısına kapılmış çakıl taşlarının geceye yayılan şırıltılarına idare lambasının titrek ışığında söylenen türküler karıştı.
Türkülerden birinde, biri dediki,
- Aha Sivastopol, Sivastopol dedikleri şu denizin karşısı. Düşman topu attıkça sadece orası inlemedi. Buranın dağları bile inledi. Tarlalarda türkü bile söylenmedi o zaman..
Güneşin kızıllığı, Hacıveli açıklarında mavi denize düşmeye başladığında vedalaşıp ayrıldılar.
Değirmen suyunun hoyratça akışını izledi. Havaya savrulan damlacıkların serinliğini hissetti. Üşüdü.
Yıllardır hasretini çektiği patika köy yolundan sağa sola sallanarak yürüdü.
Bir süre sonra tek kişinin geçebildiği ağaç köprüye çıktı.
Tam orta yerde durdu.
Kızılağaçların ve kavlan ağaçlarının yaprakları arasından sızan güneş ışığı ırmak sularına ulaşmaya çalışıyordu.
İki elini ağzına dayadı ve dost düşman herkes duysun diye olanca sesiyle bağırdı.
" Ben, Şakir değilim. Karabudanoğlu Salih’in ve anam Ayşe’nin oğluyum. Adım Ahmet."
Ses, ırmağın uğultusuna karıştı. Yaprakların esintisinde yankılandı.
Hiç bir şey değişmedi zamanla...
Ölünceye kadar ve öldükten sonra onun adı Hacı Şakir olarak kaldı.