BİR BARDAK DEMLİ ÇAYA TEK ŞEKER
İki parmağımın arasından demli bir bardak çaya bıraktığım tek şeker, bir insanın savaş dolu, tadı acı bir hayata doğuşu gibi geldi bana.
Çaya bıraktığım o tek şekerin içinde bulunduğu çaya tat vermekle birlikte kendi renginin koyulaşması, aşağı doğru indikçe parçalanışı, bardağın dibine yayılışını ve sonunda kaybolup gidişini ağır çekimle oynayan bir filmi seyreder gibi gözümün önünden geçiriyorum. Çaya atmak üzere, iki parmağım arasında tuttuğum şeker; henüz doğmamış bir insandır. Birazdan içine düşeceği demli çay ise yaşayacağı hayattır. Aslında bu hayat yaşanılabilir değildir. onu elimden bırakışımdan çaya temas etme sürecine onun çocukluk dönemi diyelim. Çünkü yaşayacaklarından habersizdir. Etrafına masum gülücükler saçar, Çaya temasından itibaren hayata başlamıştır. Hayata tat vermenin yanı sıra hayatın acı tadından da almakta. Yani hayatla büyük bir mücadele içindedir. Bu süre boyunca geçtiği her yerde bir parçasını bırakmaktadır. Bir aile kurmuştur kendinden kopan parçalardan. Bardağın dibine vardığında ise bardağın dibini tamamen kaplar. Artık yaşamının son evresine gelmiş ve ölüm döşeğindedir. Eş dost etrafını sarmıştır. O birazdan yok olup gidecek, etrafındaki eş dost dağılacak ve hayat tadına tat katmışken renginden, aslında acı olan tadından hiçbir şey kaybetmeyecek. Sadece bir yaşamdan arda kalmış, başka bir yaşama ev sahipliği yapacak boş bir sahne olarak kalacak. Ama o çaydan bir yudum aldığımda şeker varlığını hissettirdi damağıma(Hayat sahnesi boş göründüğü halde bir başka duyu organı ile algılandığında hiçte boş değil) Yani şu o anda çayın içinde göremediğim, yok olup gittiğini sandığım şeker aslında yok olmamıştı. Çaydan ikinci yudumu alıp ağzımda bekleterek kısa bir süre düşündüm, görünmeyen şekerin varlığını yorumlayıp hayatla ilişkilendirmeye çalıştım. Ve aklıma Atinalıların önünde yargılandıktan sonra ölüm cezasıyla cezalandırılan Sokrates geldi. Sokrates idam cezası almış idam edilmek üzere tutuklu bekletiliyor.( İdam kararının verildiği sırada Atinalıların her yıl yaptıkları bir hac ibadeti varmış, bu hac süresince şehir temiz kalırmış ve şehirde kimse öldürülmezmiş. Bu yüzdende Sokrates hac süresince hapiste bekletiliyormuş.) Tanıdıkları ve dostları Sokrates’i tutukluluk süresi boyunca her gün ziyaret ediyorlarmış. Tutukluluk süresinin son gününde yanındakilerin, Sokrates’in artık yok olup gideceği ve bundan duydukları hüznü belirtmek için konuyu açmaları üzerine Sokrates; yanındakilere ruhun bedenden ayrılışının ruh için özgürlük olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ruhun bedende bulunduğu sürece yanlışa(dünyevi hazlara ve tatlara ) mahkum olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Yanındakiler kimi yerde onun söylediklerinin mantıklı olduğunu kabul edip katılıyorlar, kimi yerde de tezini çürütmeye çalışıyorlar. Ama Sokrates insanın öldükten sonra bedenin yok olduğunu ve ruhun ise bir bütün olarak (Yanındakilerin dedikleri gibi parçalanmadığını ) kalıp, daha özgürce varlığını sürdürdüğünü savunmakta ısrarlıdır. Bir bedenin birden fazla giysi eskittiğini ve bir giysinin eskiyip yok olmasıyla bedenin yok olmadığını, başka giysilerde yaşama devam edebildiğini söyleyerek; ruhun, bedenin elbise değiştirdiği gibi beden değiştirdiğini ileri sürmektedir. Yani şu anda Hindistan’da hala kabul edilmekte olan reankarnasyondan bahsetmektedir. Ve Sokrates’ten sonraki hemen hemen bütün dinlerde yaşamdan sonra sonsuz ve özgür bir yaşamdan bahsedilir. Müslümanlıkta da dünyadan sonra ahiret yaşamından bahsedilmektedir. Bütün bunlardan sonra o içmekte olduğum çayın içinde görünmeyen ama, aslında var olan şekerin( beden) tadının (ruh ) bana çay keyfinden başka bir şey ifade ettiğini söyleyebilirim. İnsan bedenin şekli ne olursa olsun(güzel, çirkin, uzun, kısa vs. ) ölüme, toprak olup yok olmaya mahkumdur. Beden sadece bir maddiyattır. Onu hareket ettirip yüzüne tebessüm veren sadece ve sadece ruhtur.