ARIYORUM
En çok, imgelerin yüreğime çarptığı geceleri severim.
Engel olamadığım ya da aynı yola baş koymuş diğer bir ifadeyle, karşı koyamadığım bir istek kaleme sürükler beni. İmgeli geceler basit olan diğer geceler kadar kolay geçmez. Yastığımın baş ucuna bir telaş koğuşlanır.Odam aslında hiç yaratılmamış olan, ruhumdan doğan o renge bürünür, türküler gibi solur yıldızlar, hissederim...
Rüzgar gevezeleşir ve basit dediğim gecelerin hıçkırıklarını duyarım...
Sanrılar tanrılar olur...
Sevdiğinin koynunda bir gece daha solumayı dileyen, ölüme beş kala çaresizliğe soyunan bir insan gibi, ellerinden uzağa düşmek istemem imgeli gecelerin...
Bir avuçta bin parçaya bölünmek isterim sadece ve o parçalarda bin aleme ulaşmayı...
Hiçbir şey kucaklamamıştı beni böylesine heyecanlı daha önce, belki de bu yüzdendi imgelere içi saf dışı hırçın bağlılığım...Tecavüzden arta kalan soğuk ve acı delillerde olduğu gibi, tırnaklarımın arasında bulurdunuz imgelerin ter kokulu azabını...
Bir savaştı bu, konuşamadığım kadar kızdığım...
Kelimeleri hep şiir yolunda dizginledim. Oysa ki; birbirine sarılmayı dileyen sözcükleri, içimdeki yalnızlığı örtmek istercesine, inadına kavuşturmazdım.Kapımı her çalışında kalemim, bencilliğimin saçları arasından kopardı cümleler...
Beni hiç kimse böyle vefalı sevmedi...Azabımı öpüp, göğsüne sermedi...
Bir şiire yakışmadıklarını bile bile, az cümleye sığma isteğimi yansıtırdım onlara ve bu uğurda feda ederdim cümlelerimi. Misafirliğe gelene yapılmaması gereken bu kötü ağırlamada bir de saçlarından tutup sürüklerdim her birini. İçimdeki bastırılmış şiddet duygusunu, insanın en sevdiklerine daha bencil olması gibi sömürüyordum bile bile...Yanaklarının pembeliğine rağmen, gözlerimden fışkıracak gibi nefes almaya çalışan değerlerimi kirpiklerime satıp acımazsızca yakıyordum cümleleri, aynı zamanda heceleri, noktaları, dudaklarıma sığmayan sahipsizliğimi...
Adabın ve ahlakın sınırlarını ,kendimle çelişircesine ezdim...
Bukadar açmıydım günahlara,açtım belki de belki susuz kendime...
Şükürsüzlük intihar yoluna girmeye ilk adımdır. Kaleme saygı duymak, şiir aşkından dolayı kalemi boşa heba etmek değil, kendine saygı duymaktır.Bir ara oturup bir köşede ruhumla, o kendimin köşelerini aradığım, sigara küllerinin kavuşmaya çalıştığı kuytularda, bazen üçgen bazen dörtgen bazen tam bir dönek olduğum havalarda,konuşmalıydım her şeyi...Bu benim sorgumdu,failim meçhul kalmasın diye...
Her şeyi ama bilip de bilmemezliğe gömdüğüm her şeyi de tek tek itiraf etmeliydim, can verdiğim papaza...Önce ipinin ucunu kaçırdığım karmaşık düşüncelerimi bir yerinden hangi yerinden olursa olsun tutmalıydım. İlk soruyu bulabilirsem; ruhum sökülecekti yavaş yavaş...Ki benim söküklerim vardı zaten hep soğuk sızdıran...
Avuçlarım söküldü bir zaman, bir zaman alnım,bir zaman dudaklarım...
Ama hiç dokunamadım tenime...Söküldüğünde çoraplarım, ağlama sağanaklarına emanet etti beni, kendinden çok haber ama kendinde çok deşelenen ruhum...
Evet, yazmak benim anavatanımdı, peki ya şiir ne idi...
Cevabını suskunluğumun biliçaltına gömdüğüm bir çıkmaz sokak mıydı?
Öyleyse çıkmaz sokak olduğunu nereden biliyordum peki. Ben çözemezdim bu cümlelerin saçlarını, bu kadar dolanmışkan kendime hele. Bir cinayet daha cevapsız kaldı ve kaldırıldı tozlu raflara tam da cümlenin bittiği birazdan konuşma fırsatını yakalayacak noktada. Haklılığını savunmak için nefes nefese konuşacak bilirim...
Tutku dedikleri böyle bir şeydi sanırım, kenarda önemsenmeyi bekleyen alımlı sorunların yanından teğet geçip, şiirin elinden tutmam,girmem gereken bir yolun gölgesi miydi?
Bu soruyla hep tanışıyorduk yeni baştan hiç tanışmamışcasına. Birbirini tanıyıp selam vermeyen iki kişiden ziyade hep yeniden keşfedilen iki tanıktır.
Kendi bilinmezliğimizin tanığı...
Fakat zorluyordum kalemimi, zorlanmadan düz yazılarım gibi akmak istiyordum şiirlere...Çok şey anlatmak istiyordum ama kısa cümleler takılmıyordu oltama, uzadıkça uzuyordu şiir, belki de vakti gelmemişti doğmanın ve ben sunni sancılar yaratıyordum doğurmak için...Her şeyin farkındayım ama dur diyemiyordum benliğime...Bir şiirden binlerce şiir doğabileceğini bilmiyordum o vakit, hızlı koşmadan çok yol almak istiyor ve arada terlerimi kurutma molası bile vermek istemiyordum. Emek ve ter ve sonundaki gülümsemelerin kazancının önemini biliyordum.
Evet, biliyordum ama dağılıyordum bazen. Bir daldı tutunmam için şiir belki de sarılmam için, ben onu incitiyordum halbuki...
Ve aslında geç kaldıklarımın altında ezilmekten bitkindim artık...
Çocuksu aceleliliğim hep bundandı...
Yokuş yukarı çıkarken, yükseldiğimi biliyordum...Sabırsızdım belki, saatle hep inatlaşmıştım ve gene aynı ipin ucunda iki keçiydik biz...
Peki neden yazıyordum, bukadar süre istekliliğini kaybetmeyen kalemin ısrarcı olması, hangi sebepten besleniyordu...Bir süre yazma molası veriyorum kendime ve okuma molası dedim. Hiçbir şeyin kolay olmadığı dünyamda, öğretebilecek miydim parmaklarıma şiirce konuşmayı, yazmak biraz da yalnızlık değil miydi?
Yolum hangi yol olacak kim bilir...
_Bahar Liman_
YORUMLAR
Yolcu yola çıkmaya karar verdiğinde ipin bir ucu başkalarını elindedir artık. Biraz da trafik ışıkları ve levhalar tayin eder yolunuzu. Hedefse kendinize aittir,ulaşıp ulaşmamakta belki çok önemli değil. Bu yolda haz almaktır önemli olan. Şiirinizden ve yazınızdan tanıdığım ve anladığım kadarıyla siz ikisine de mecbursunuz;yazı ve şiir. Bu biraz da kişilik özelliği belki. Şiir her dem gelmeyince yazıya vurur insan. Şairin yazı yazması şiire bir moladır aslında.Şiirse demdedir zahir."Beni hiç kimse böyle vefalı sevmedi...Azabımı öpüp,göğsüne sermedi..." bayıldım burasına..Başarı,selam,saygı.Siz hep varolun. emi.
hyazici58 tarafından 3/13/2009 12:52:12 AM zamanında düzenlenmiştir.