- 1653 Okunma
- 21 Yorum
- 0 Beğeni
ATATÜRK DİNSİZ,DİNDARLAR ATATÜRK DÜŞMANI (MI)?!!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Efendim Anıtkabiri hâlâ görmemiş olanlar var mıdır bilemem, ama son halini görmeyenler vardır muhakkak! Ve gördüklerinde eminim ki gecikmiş olmaktan büyük üzüntü duyacaklardır. Dedim ya Ankara’daydım bir süredir diye; Ankara’da olduğum zamanlarda da olduğu gibi her gidişimde de mutlaka uğrarım Atamıza. Ana babama uğrar gibi, sevgi, saygı, özlemimi yinelemek ve dualarımı iletmek üzere. Ve de yaşamak yeniden o yaşanmışlıkları ve duygularımı tazelemek üzere.
Özellikle hafta sonuna bırakmıştım bu kutsal ziyaretimi. Çok sıcak bir Pazar günüydü. Büyük Şehir Belediyesinin şehrin biraz dışında oluşturduğu hobi bahçeleri var, apartmanlara sıkışmış bir parça toprağa ve toprakla uğraşmaya hasret olanlar kiralayıp arzuları doğrultusunda sebze yetiştiriyorlar oralarda. Pazar günleri çoluk çocuk gidiyorlar o bahçelere, çapalıyor, suluyor ekiyor, akşamına da yetişmiş olanlardan bir iki domates, biber vs ile mutlu bir yorgunlukla dönüyorlar evlerine. Apartmandan bir iki aile o bahçelere gitmişti o Pazar. Bir iki Karadenizli aile de, Karadenizlilerin satın aldığı bir yaylada yörelerinin şenliklerinin yapımına katılmıştı. Kimi havuzlara, kimi pikniğe… Bu noktadan hareketle bugün bu sıcakta kimse gitmeyi düşünmez, tenhadır ben de rahat rahat izler daha güçlü duyumsar ve yaşarım düşüncesiyle gittim Anıtkabire.
Girişte büyük bir kalabalık kuyruk halinde, kavurucu güneşe rağmen şikâyetsiz sıralarını beklemekte. Eskilere oranla daha bir titiz arama var çünkü. Önce kalabalığa üzülür gibi olsam da, çabuk terk etti bu duygu yerini sevince. Kar kış demedikleri gibi; hafta sonu, sıcak da etkili değil demek ki pek çok kişi için, öyle ki, üzerinde gelinliği, damatlığıyla henüz evlenmiş iki çift bile vardı. Mutlandım, çok mutlandım hem de.
Uzun sürmedi bu sevinç ve mutlanış. Daha girişte küçük bir kız çocuğu: Aa anne başörtülüler de gelmiş, yasak değil mi, nasıl soktular içeri diye sordu. Annesi: Niye yasak olsun kızım, o hepimizin Atası, hepimiz seviyoruz O’nu, herkesin gelmeye hakkı var, dediyse de susmadı küçük kız: Ama anne onlar Atatürk’ü sevmez, Atatürk de onları diye devam etti. O ne biçim laf diye azarladı annesi. Susmuyordu kız: Ama anne Atatürk dindarlara, dindarlar da Atatürk’e karşı, sevmiyorlar birbirlerini, düşmanlar onlar birbirlerine diye devam etti. “Saçmalama nerden çıkartıyorsun bunları” der demez, yine ama diye başlamıştı ki; annesi daha sert bir tavırla, yanlış anlamışsın. Atatürk din düşmanı değil, gerçek dindarlar da Atatürk düşmanı değil. O senin dediğin başka bir şey, sus şimdi eve gidince anlatırım ben sana diye noktaladı bu ibret verici yanlış fikirle bezeli konuşmayı. Çocuk bu anlar mı laftan, bu defa da: Gerçek dindar da ne demek, sahtesi nasıl oluyor dedi. Anne yine sert şekilde tuttuğu elini çekiştirerek: Sus dedim, burada anlatılacak şey değil, evde anlatacağım hepsini.
Nasıl üzüldüğümü anlatamam. İşin aslı gerçeğince anlatılmayışıyla, Atatürk’ü her şeye bilir bilmez kılıf ve kalkan kullanışla, karşı çıkışın bazı olgulara asıl sebepleri, o olguların aslında neler olduğu ve neler yapılandırılmaya çalışıldığından ötürü karşı çıkılıp yasaklar konduğu, açıkça ortaya konmayışı ve herkesi aynı kefeye koyuşuyla, bilmezlerin ve çocukların gözünde nasıl bir Atatürk, nasıl bir dindar oluşturulduğunu görüyor musunuz ama bilinçli, ama bilinçsiz?
Bu çocuk belli ki bilinçli bir Atatürkçü ailenin çocuğu lakin çocuğa gereğince yansıtamamışlar ya da henüz küçük diye gereken özeni göstermemişler, çocuk da TV den, sağdan soldan duyduklarıyla böyle yanlış bir kanıya kapılmış, henüz gerekli araştırmayı yapıp doğruya ulaşamayacak kadar küçük oluşuyla.
Bir de tam tersi bir ailenin, ya da bilgisiz ve kulaktan dolma bilgilerle inancını yaşadığını sanan bir ailenin çocuğunu düşün! O da, Atatürk gerçekten hiç ayrımsız her başını örtene, her inancını yaşayana düşmanmış gibi, dahası dinsizmiş gibi algılamaz mı küçücük aklıyla ve de düşman olmaz mı Atatürk’e, diğer çocuğun tüm dindarlara ve dine olabileceği gibi? Ve hatta Atatürkçü olmakla, inançsız olmayı bir tutmaz mı, öyle olması gerektiğine inanmaz mı bu süreçte? Görüyor musunuz bilinçsizce, bazı kesimlerce de bilhassa sapla samanı nasıl karıştırmakta ve ne tehlikeli tohumlar atmaktayız minik yüreklere.
….
Efendim, eski müzenin alanı genişletilip, mozolenin bulunduğu kısmın altında, Atamızın esas kabrinin bulunduğu kısımda galeriler yeniden düzenlendi biliyorsunuz. İlk girişte, yine daha önceden gördüğümüz, Atamıza ait şahsi eşyalar ve hediyeler sergilenmekte farklı bir düzenlemeyle, masasında çalışma esnasında ve bu kısmın sonunda yeniden yapılan Atanın balmumu heykeli ayakta ve fraklı, bu defa Ataya iyice benzemiş. Ayrılamadım uzun süre karşısından yine. Saatlerce gözlerine baktım, anlamaya, hissetmeye çalıştım O’nu, konuştum da içimden bir yandan da dertleşerek. Keşke sorularıma danıştıklarıma yanıt da alabilseydim. Gerçi ben payıma düşeni alıp daha önce aldıklarımla pekiştirmiş katlamıştım, ama keşke herkes duyabilseydi benim duyduklarımı!
Düzenlenen ilk galeride boydan boya Çanakkale savaşı resmedilmiş, düşman gemileri top atışlarından yanmakta, üzerinde uçaklar, karada tam bir savaş alanı oluşturulmuş, havan topları mermiler, şarapnel parçaları yerlerde. Ve yine yerde bir Türk askeri, üzerinde bir Anzak öldürmeye çalışmakta Türk’ü, bir iki adım gidiyorsunuz, bir Anzak kanlar içinde ölmeye ramak ve bir Türk askeri matarasındaki belki de son bir iki yudumu ona içirmeye çalışmakta.
Bir iki adım sonra büyük bir çatışma süngü süngüye, az ötede bir tepede Atatürk ve komutanları hem savaşı izlemekte hem de taktikler vermekte. Atatürk’ün karargâhı, küçük bir sandık üzerinde ot minder, yine bir sandık üzerinde, bir kahve cezvesi ve çaydanlık o günlere özgü, bir maşrapa, telsiz ve telefon, açık bir harita. Bütün silah ve gereçler o günlere özgü ve gerçek. Yine az ilerde yaralılar, bir grup doktor, hemşire cansiperane görevdeler, onların ötesinde gece, bir siper içinde yaralı bir asker, başında iki arkadaşı, biri Kur’an okuyor, bir diğeri ellerini açmış dua ediyor, küçük bir gaz lambası yanlarında. Her yer alev alev, her yer toz toprak, her yer kan revan içinde, mermi taşıyanlar, yaralı ve şehit düşmüşleri taşıyanlar.
Bu bölümdeki huşuyla sarmal duygu dolu gezinizin sonuna geldiğinizde, yine bir mermi geçiyor kulağınızın dibinden. Atlıların Allah Allah nidalarına, atların doludizgin nal sesleri karışıp geliyor arkanızdan. Kaptırmışlığınızla kendinizi gerçekmiş ve ezilirim korkusuyla irkilerek arkanıza döndüğünüzde, kendinizi Sakarya meydan muharebesinin ortasında buluyorsunuz.
Aynı zamanda, Türkiye’de ilk kez uygulanan bir ses sistemiyle, fonda savaşın sesleri, top atışları, bağırışlar, arkanızdan bir yerlerden atların kişneme ve nal sesleri yaklaşmakta, irkiliyor, kulağınızın dibinden geçen bir mermiyle, az ötede atılan topun sesiyle daha bir panikleyip Allah diye ayağınızın dibine şehit düşen askerle birlikte düşüyorsunuz siz de vurulup.
İçindesiniz savaşın, bire bir yaşıyorsunuz her bir anını. Ürperiyor, duygulanıyor, üzülüyor, yaralanıyorsunuz. Daha bir rahmet ve şükranla anıyorsunuz o insanları, daha bir seviyorsunuz onlarla birlikte vatanınızı, daha bir sahipleniyorsunuz. Gözyaşlarınız dualara, dualarınız gözyaşlarınıza karışıyor farkındasız.
Gidiniz efendim, hangi ilde olursanız olunuz, zaman ayırıp çoluk çocuğunuzu da alıp gidiniz, gidiniz ve görünüz, görünüz ve yaşayınız o günleri, hele ki bu günlerde mutlaka!!!
İmkânı olanlarınız ise sıklıkla gidiniz.
Çıkışta bambaşka hislerle dolacak, daha bir vatanperver, daha bir duyarlı olduğunuzu, pek çok şeyi yeniden sorgulayıp gerçeklerin buluncuna daha bir vardığınızı göreceksiniz!
Eminim ki, dudaklarınızdaki dualara, ne kadar tutmaya çalışsanız da kendinizi, engelleyemediğiniz gözyaşlarınız eşlik edecek!..
YORUMLAR
Atanın balmumu heykeli ayakta ve fraklı, bu defa Ataya iyice benzemiş. Ayrılamadım uzun süre karşısından yine. Saatlerce gözlerine baktım, anlamaya, hissetmeye çalıştım O’nu, konuştum da içimden bir yandan da dertleşerek. Keşke sorularıma danıştıklarıma yanıt da alabilseydim. Gerçi ben payıma düşeni alıp daha önce aldıklarımla pekiştirmiş katlamıştım, ama keşke herkes duyabilseydi benim duyduklarımı!
ÇOK DEĞERLİ KALEM ;
ÖNCELİKLE (kurgu olmasını dilediğim..)HER İKİ RESİMDEKİ HEM ORTAK PAYDAYI, HEMDE AYRIŞAN NOKTALARI ORTAYA KOYARAK HER İKİ KESİM İNSANININ KAFASINDAKİ SORU İŞARETİNE CEVAP ARAMALARINA VEDE KESİNLİKLE CEVABIN DOĞRUYU BULMA ADINA OLACAĞINA İNANDIĞIM BU YAZININ SONUNDAKİ FİNAL MÜTHİŞTİ..
KATIKSIZ BİR ATATÜRKÇÜ OLARAK (ama çıkarlarıma kılıf olarak değil..)OLANAKLARIM İÇİNDE VE BU YAŞA KADAR BEN BİLLE SAYLIL GİTTİM ANITKABRE..AMA HER DÖNÜŞÜMDE BİR EĞİTİM YÖNETİCİSİ OLARAK,keşke benim bakanllığım ) oOKULLARA SOSYAL ETKİNLİK VE AKTIVİTE İÇİNDE MÜFREDATA YERLEŞTİRSE VE SİZİN YAZINIZDAKİ YAVRUYLA KARŞI AİLEDEKİ YAVRUYU ORTAK PAYDADA BİRLEŞTİRME İMKANI SAĞLASA..DİYE HEP DÜŞÜNMÜŞÜMDÜR..BU HAYALİMİ KİM GERÇEKLEŞTİRİR BİLMEM..
ATATÜRK ü ANLATMAK VE TANITMAK KEŞKE SADECE BİZ EĞİTİMCİLERİN GÖREVİYMİŞ GİBİ ALINMASA DA ,ATATÜRK BU ÜLKE NİN VE ÜLKE İNSANININ (dinli dinsiz herkesin..) TEMEL TAŞI,BİRLEŞTİRİCİ HARCI OLDUĞU GERÇEĞİ HEPİMİZİN İNSANİ VEDE ASLI GÖREVİMİZ OLDUĞU KAVRANSA..SİZİ BU KONUDA DA KUTLUYOR ,SELAM VE SAYGILAR SUNUYORUM
uluları ziyaret toplumun genlerinde var.
ataya böyle sevgiyle koşulması çok hoş.
bilinçlenme arttıkça insanımız atayı ve o kuşağı çok daha iyi ve gerektiği gibi anlayacaktır.
belli odakların banaz hesaplaşması da bitecek.
asırlık şartlanmışlıkları da bitecek.
karalayıcı propagantaları da fos çıkacaktır.
ambalaj yerine içindekinin anlam kazandığı günler de gelecek.
şimdi yaşadığımız BUDUR.
SAKINACAK, ÇEKİNECEK, ENDİŞELENECEK bir şey kalmayacak yakın gelecekte.
toplum kaynaşacak, barış ve huzur dolu dünler gelecek.
verdiğin bilgiye, düşüncelerine ve varlığına teşekkür.
saygılar
i.durmuş
paylaşımınıza teşekkür ederim sn,sarıkaya.nasıl oldu da ideolojik bir koku alabildiniz hayret ettim,kesinlikle öylesi bir amaçla almadım ele.siz benim maksadım açısından değil,kendi açınızdan bakıp anlamak istediğiniz gibi anlamışsınız sanırım.sanatsal kaygınızı anlayamadım bağışlayın.sanırım sitenin sadece şiir ve öykü yazanlara ait olduğunu düşünüyorsunuz.oysa edebiyatımızda deneme,mektup,anı vb gibi türler de var malumunuz.yine sanırım bakış açınızla ilintili bir düşünce.bu bir anı deneme sarmalı yazıydı efendim.saygımla.
sn romantik,öncelikle bilgilendirişinize sevindim.bilmiyordum neyle sulandığını,ben gidip görmedim.günün dağılımı adına bahsettim,amacım,övmek ya da başka mesajlar vermek değildi.ama üzüldüm işin gerçeğine.zaten ankarada üzülünecek de,sinirlenecek de öylesi çok gerçek var ki,bir kısmını da AH GÖKÇEK AH! başlıklı yazımda bahsetmiştim.pek tabii ki Atatürk din düşmanı değil,din düşmanlarının(!) düşmanıydı ki bunu çok güzel ifade etmişsiniz.o nedenle ki yıllardır ne dediği anlaşılmaksızın okunmasına karşı çıkıp kuranın tefsir ve mealinin yapılmasını özellikle istemişti ki gerçek bilinip,ondan bundan,ama yanlış anlaşıldığından,ama maksatlı anlatılanlarla insanlar yanıltılmasın.paylaşımınıza teşekkür ediyorum efendim.saygımla.
türkiye kurtuluş savaşı önceside bu yobaz takımından çok çekti...bu günde...ATATÜRK SADECE TANRININ VERDİĞİ ZEKASINI vatanı için vatandaşının rahatı için kullandı...laik olmayı dinsiz olmakla eşdeğer gören dinini okuyarak değilde feyz ( o yobaz takımı ki feyz almayı sever okuyarak bilgilemek yerine) alarak öğrenenler...laiklik din işlerini devlet işlerine karıştırma inancını yaşa ama insan gibi demek olduğunu bir türlü anlamadılar...yazınız günün yazısı olmayı içeriği açısından hak etmiş...dün okumuştum bu yazıyı ve neden hak ettiği yerde değil demiştim kendimce...
"Beni görmek demek behamel yüzümü görmek değil,beniM fikir ve düşüncelerimi anlıyorsanız bu kafidir." demiş,büyük atamız.Yazınız güzel ama daha önceki bir arkadaşın yazısına yaptığım yorum gibi böyle yazılarda tam bir ideolojik hava kokuyor.bU DA SANATTAKİ ANA TEMADAN UZAKLAŞMAMIZA NEDEN OLUR DİYE DÜŞÜNÜYORUM.sAYGILARIMLA...
Yazınızın ilk girişi ile başlayalım mı, ne dersiniz ?
Ankara'daki hobi bahçelerinden bahsetmişsiniz...
Adı hobi bahçesi olsa da, insanlar toprakla hobi olarak uğraşıp meyve ve sebzesini ekip biçse de, bahsettiğiniz bahçelerde sulama olarak kullanılan su : Bildiğiniz lağım suyu !
Evet evet... şaşırmayın... bildiğiniz lağım suyu !
Ne hikmetse yıllardır kapatılamayan ve Ankara'nın kanayan yaralarından biri olan meşhur Ankara çayından gelen su ile pardon lağım suyu ile domates yetiştiriliyor !
İnsanlar hafta sonları gitse de, uzun süre kalamıyor. Sürekli yayılan kokudan dolayı zaten kalabilmek de mümkün değil...
Belediyeler muhteşem çalışıyorlar ya ! O kadar çalıştıkları halde bu küçücük çayı sanırım Okyanus zannedip üstünü örtemeyiz diye korkuyorlar ya da ıslah edemiyorlar, arıtamıyorlar... Kim bilir ?
İkinci konu ise : Yazınızda da belirtmişsiniz ve çok güzel bir tesbit. Aile bilinçli ve o küçük kız ne öğrenirse öğrensin ailesinden öğrenmemiş. Bu çok önemli bir ayrıntı...
Atatürk din düşmanı mıydı ?
Bence hayır... Daha 8 yaşında okuma öğrenir öğrenmez Yüce Kuran-ı Kerimi hatmeden bir insan din düşmanı olamaz.
Olsa olsa; Allah'ın insana nasip ettiği zekâyı kullanmak yerine kulaktan dolma herşeye inanan yobazlara, din ticareti yapanlara ve Allah adını dilinden düşürmediği halde Allah adı ile kandıranlara düşman olur.
Teşekkür ederim yazınıza
Saygılarla
katılımınıza teşekkür ederim sn fırat,sanırım gözden kaçırmışsınız,bunu da kast ediyorum bir cümleyle de olsa.dindarlıkla ise hiç alakası yok tabii ki.bilinçli ve gerçek bir dindar neyin ne olduğunu da,kimin ne olduğunu da bilmekte.dinciler,görmüyor ya da görmezden geliyorlar.kimi kesim de sevdiğinden değil,kasıtlı olarak,maske,kalkan olarak kullanıyor,yaptıklarına aklık adına ya da dokunulmazlık,kiminin ki de çekinti sadece.aslında sayfalar dolusu yazılacak şey var bu konuda.burada,bu kadarıyla sınırlı oluşuyla yazım alanının anca bu denli özet ele alınabiliyor.biraz dikkatli okusanız ya da bu konulardaki diğer yazılarımı,ne demek istediğimi ve aynı görüşte olduğumuzu da görecektiniz.benim söylemek istediğim,ama bilhassa,ama farkındasız sapla samanın nasıl karıştırıldığına dikkat çekmekti,bir yandan da çok etkilendiğim bu anıyı paylaşırken.saygımla efendim
teşekkür ederim sn.ziyabekar.duygularınıza katılmamak mümkün değil.evet japonlar daha ana okulundan itibaren sıklıkla çocukları götürüp hatırlatıyorlarmış.eh japonya da böylesi ilkeleriyle,değerlerinden kopmamışlıklarıyla, geçmişlerine saygı ve sahiplenmeyle bu güne geldiler.biz hala pek çok konuda tembel ve aymazız ne yazık ki.saygımla efendim
Her yönüyle gerekli ve mükemmel bir yazı.. Hepimizin orayı ziyaret etmemizin gerekliliği ve Atatürk'ün kapalılara karşı gerçek fikirleri ve günümüzdeki kargaşa gündeme getirilmekle iyi yapılmış. Maalesef bu gün fena halde yanlış anlama ve anlatılmaya çalışma var...Yazara teşekkürler.
Sevgili perihan hanım.
yazını baştan sonuna kadar okudum. Harika bir yazı olmuş. bende bu konuyla ilgili olarak, Cumhuriyet mitinglerinin yapıldığı günlerde bir yazı yazmıştım. ve orada demiştimki "gözlerim doldu ve ağladım." senin yazını okuyunca cok duygulandım.
Biz bir japon insanı kadar bile olamıyoruz. Japon insanı çocuğu belli bir yaşa geldimi çocuğunun elinden tutarak Atom bombasının atıldığı yerleri gezdirir ve derki; Biz burada ölen nesillerin çocuklarıyız sizlerde torunları oluyorsunuz. işte bu vatan böyle kuruldu. bu ülke ve insanlar için çok çalışamalısınız der. ve bunu her fırsatta çocuğa hatırlatmak için her yıl buraları ziyaret ederler.
Ama biz ne yapıyoruz, çocuklarımıza Ne Çanakkale'yi nede Anıt kabire götürüyoruz. çocuklarımız kendi hallerinde örf ve adetlerimizden uzak bir şekilde yetiştiklerinden dolayı.
Gecmişinde yaşanmış gerçeklerden uzak yetişiyorlar.
Size saygı ve selamlarımı sunuyorum.