- 1284 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Bir İntihar Bildirisi-3
Kadın;
Annesinin karnında bile oynatabiliyorken ayaklarını, şimdi sadece göz kapaklarından konuşabilmek, ölümün yıkanmamış haliydi belki de. Gözlerinden yanaklarına düşen her damla yaş, birer ateş topu gibi yakıyordu içini.
Artık, yuvasında tüyleri bitmemiş ve uçmaya acemi yavru kuşlar gibiydi küçük bedeni. Lal kesilen dili dönse, sadece ‘lütfen beni öldürün! Çekin şu üzerime ağırlık gibi duran fişlerimi diyecekti.
Etrafında gördüğü her nesnenin yabancısı olduğunu ve her yüzün sadece acıyarak ona döndüğünün farkındaydı. Zamanın, hangi takvim aralığında yapraklarını düşürdüğünün ya da saatlerin ölümden sonraki, kaçıncı zilini çaldığının farkında değildi.
Kesilen saçlarından ve hiçbir noktasını hissetmediği bedeninden, toprağa ekilen kuru bir dal parçasının, meyve verme umuduna filiz olmaya çalıştığını anlamıştı.
Yaşamanın hiçbir amaca ulaşamayacağı ezber iken beyninin vitrinlerinde, ölüme karşı gelmek, inadına direnmek için bir sebebi olması gerektiğini düşünüyordu. Etrafında, gözyaşı mendilleriyle dolaşan insanlar onun acısını daha katlıyordu. Ama tesellisi ya da tecellisi olamıyordu çizgilerinin.
Gözlerinin önünden, geçmişe dair belirsiz kareler canlanmaya başlamıştı. Uçsuz bucaksız buğday tarlalarının içinde koşarken, ayak izlerinden eğilen başakları bir daha dokunmayacaktı belki de. El süremeyecekti hiçbir zaman o çok sevdiği sarısına papatyaların. Avuç içleri duaya bile duramayacak kadar teslim olmuştu yalnızlığa.
manaların arayışında
boşlukların uçurumu
nice intiharlar istemin iskelesinde
bir damla olunabilinse
deniz coşar
ah olunabilinse
bir damla
deniz taşar
şimdi bilinçaltının silinmeyen notasında tek bir durak vardı. Adını dahi sayıklamaya cesaret edemediği, gidişlerinin ardında sancılar bırakan adamın, içine bıraktığı nefesleri sıkı sıkıya içinde tutup o nefesle yeniden can alabilmek. Merakını ve duyduğu aşkın ızdırabını yeniden keşfine çıkıyordu. Bir daha hiç büyümeyecek düşlerinin mülteciliğine sığınıyordu. Kalbine yerleşen bu küçük düşünce bile parmaklarına düşen kıpırdayışlarına yansımıştı. İlk kez kendisine bakan yüzlere bir tebessüm bırakmıştı.
Adam;
Üzerine çevrilen her göz, bir namlunun ucundan fırlayan ateş çemberini andırıyordu. Nefrete bulaşan mimiklerin kargaşalığını ve kendini suçlu hissettiren düşüncelere, sürükleyen bakışların anlamını, kavramaya çalışıyordu. Kulağına söylenen itiraflar, teşebbüsüne yeltendiği bir cinayetin, muhtemel katili olduğunu yüzüne şamar gibi vurmuştu.
Kalbinin üzerine bırakıp yumruğunu, hayat damarlarını durdurmak için saniyelere yükleniyordu şimdi. Vicdanı, sabrı ve yarım kalan sevdasının sorgulamalarıyla yüzleşme zamanı gelmişti. Yüreğine, dar bir mezarı andıran hastane koridorlarında, üzerine bir linçe yürüyecek kadar öfkeli bakışların çemberiyle aceleci adımlarının şaşkınlığına dolanıyordu.
Her adımında, bir kentin ışıkları kesiliyordu kalbinin. Söze dönüşecek kelimelerin çaresizliğini ve üzerinde ilk kez taşıdığı bu karamsarlık cübbesinin içinde, boğazında çıkmak bilmeyen harflerin hıçkırığında ağlamaklı bir çocuk nidasına bürünmüştü gözleri. Bütün sert bakışları katarak yolculuğuna, kadının yatmakta olduğu odanın kapısına doğru ilerledi. Söz aksanını unutmuş, sadece mimikler konuşacaktı bu yüzleşmede.
Diz çöküp yatağının ucuna, sıkıca ellerinden tutarak bir tapınmanın eşiğinde secdeye duruyordu gözleri. Öyle çok söylenecek şey vardı ki şimdi ama sadece gözyaşı ve acı diye bir dilin rehberliğine soyunmuş dilleri.
Ey! filozofça düşünüp yüreği çılgınca atan
susarsa rüzgar
yorulursa yağmur
kuraklık mevsiminde kalırsa sevgi
ecel yanaşırsa devalara
tılsımını serpiştirip naçarlığa
sonsuzluğa akan bir nehir olur musun?
Sözler yerine ulaşmadan, kadının her yanını bağlayan makinelerin çıkardığı alarm sesleri ve ölümün habercisi çığlıkların yankısı dolaşıyordu odalarda. Yeniden suskunluğa kapanmıştı kalbinin duvarları. Şimdi saçlarını çekiştiren cümleler daha öfkeliydi. Adam kendini bir anda kendine çevrilen bir silahın gölgesinde bulmuştu.
Atılan tek kurşunla, kanlar içinde kalmış. Ve olduğu yere yığılmıştı. Yüzünde vicdanının rahatlatıcılığı ve aynı öyküde rol oynamanın kahramanlığına soyunmuş bir oyuncunun acı tebessümü vardı.
Ölüm bu büyük sevdayı ayıracak kadar zamansız bir yolculuğun seyrinde kendine bir pay çıkarabilir miydi?
Acılar denizine dönen bir hikâyede, mutluluğa bir başrol düşme ihtimali ne kadar yakın olabilirdi?
Devam edecek…
Faik Danışman
YORUMLAR
Yazınız çok ilginç ama yazınızdaki resim için aynı şeyi söyleyemem.Artık intihar sözlerinden vazgeçsek diyorum. Yaşamak çok güzel
yüreğim pır,pır atmakta
daha yapacaklarım var
bana tanınan
yaşam zamanında.
Saygılarımla
bak ben kayboldum aşkın naçarlığında...hani gözü karaydı aşkın.paydos düdüğü zamansız çalmayacaktı hani..
peki kim ödeyecek bu bedelleri..aşkın perçemlerini kestin..hatta saçlarını...ama aşk..her hali ile can yakıcı...
ölüm vahşeti bile yumuşuyor anlamında sarılınca aşka...
merakla bekleniyor arkası Faik..
kal sağlıcakla..