1984
Yıl 1984. Aylardan Nisan demek geldi içimden. Çiçek, ot, böcek. Daha ne kadar bu böyle olacak. Hatıralar canlandı gözümde, yeni yeni açan çiçekler gibi, toprağı yaran filizler gibi.
’1984’ adlı eserindeki Big Brother-Büyük Birader kavramıyla devlet tarafından izlenmeyi anlatan İngiliz yazar George Orwell’in 1984’ü değil ifade ettiğim, ne haddimize? Karakoçan İlköğretim Müdürüyüm o zamanlar. Yıllarca evvel yaşadığım ve hala hatırımda tuttuğum, kendime pay çıkardığım sürekli hafızamda canlandırdığım. Yılların eskitemediği anlar olur. Tozlu raflarda duran kitaplara benzeyen anlar hem de. Birilerinin bu tozlu kitapları alıp bir güzel silkelemesi lazımdır ki kitapların değerleri ortaya çıksın. Anılar da öyledir. İnsan hafızasının en izbe yerlerinde keşfedilmeyi bekleyen anılar, ifşa edildikleri zaman da anı adını alırlar ve hayat yolunda bize ışık olurlar. Her ne ise ne? Gelelim sadete canlar.
İlçemize bağlı, yedi öğretmeni olan Bazlama Köyü İlkokulu Müdür Yetkili Öğretmeni’nin tayini çıkmıştır. Öğretmenimiz gittikten sonra onun yerine aynı okulun öğretmenlerinden birisinin görevlendirilmesi gerekiyordu. Bu yüzden Bazlama Köyü İlkokulu Müdürlüğü’ne şöyle bir yazı gönderdik resmi kanaldan: ”Okulumuz öğretmenlerinden bu görevi isteyenler ile istemeyenler ayrı ayrı dilekçe verecekler ve belirtilen tarihe kadar müdürlüğümüze durumlarını yazıyla bildireceklerdir.” Görevi; ‘ister isteyenler olsun, ister istemeyenler olsun’ ama mutlaka oradaki bütün öğretmenlerin yazması gerektiğini belirttik ki ileride hukuki bir sorun çıkmasın diye.
Gel zaman git zaman sonra öğretmenlerimizden birisi şablon olarak şöyle bir dilekçe yazmış makam atlayarak, zıp zıp çekirge anlayışıyla. Kaç kere zıplar sanırsınız?
KAYMAKAMLIK MAKAMINA
KARAKOÇAN
Ben müdürlük görevini istemiyorum.
Tarih
İmza
Ad soyadı
Ah ki ahlar camiamıza, vah ki vahlar camiamıza! Bu dilekçe aynı şekilde Kaymakamlık Makamı’na gider ve aynı hızla Sayın Kaymakamımız tarafından İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şu not ile beraber havale edilir: ”Bu öğretmeni, dilekçe yazma konusunda eğitiniz.” diye. Ağrı Dağı üstüme yıkıldı, Keban Barajı üstüme aktı sanki bu ibareyi görünce. Buz gibi bir rüzgâr yokladı tenimi sanki ruhum yanardağdan beter yandı. Bir dilekçeden yola çıkarak selam verdik sağa sola. Herkes acayip acayip baktı camiamıza.
Bu olayı ahiri hiç unutmadım. Çünkü dilekçe şeklen tamam değildi, öğretmenliğin ruhunu da yaralayan bir vasıftaydı. Bir dilekçeden yola çıkarak ülke eğitiminin ne kadar sağlam ellere teslim edildiğinin yansıması olarak örnek teşkil edebilir. Ya da öğretmen yetiştirmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu ve memleket meselesi yönüyle de ne kadar mühim olduğunu ispatlıyordu bu dilekçe. Bürokrasinin sağlıklı yürümesi için bürokratik işlemlerin de bil hakkın yerine getirilmesi ve buna riayet edilmesi gerektiği ortaya çıkıyordu.
Bu öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu, iki yıllık hızlı eğitimden (1977/ 78/ 79 yılları) geçirilip öğretmen yapılmıştı. Çoğu yeterli formasyona sahip değildi. Bu durum öğretmenlik mesleğine ve ülke eğitimine ne kadar katkı sağladı? Soruyorum şimdi. Bu durum öğretmenlik mesleğine ne kadar itibar kazandırdı ya da mesleğimize neler kaybettirdi? Bir dilekçe yazmayı dahi beceremeyen eğitimciler çocuklarımıza neyi öğretebilir?
Hatıralarınızı esasen her daim yazı altına almanız gerektiğine inanıyorum. Ola ki günün birinde paylaşmaya açık bir vaziyet karşınıza çıksın.
.