- 10472 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
PEYGAMBER EFENDİMİZİN EVRENSEL MESAJI
“Üç sabah yıldızıyla müjdelendin cihana
Ak kanatlı bulutla tanıtıldın her cana
Şehitler yarış etti kavuşmak için sana
Vuslat diye içildi ölümler gül kokulum…” S.YAKICI(Almila)
HZ. PEYGAMBERİN TÜM ÇAĞLARA VE MÜSLÜMANLARA VERDİĞİ EVRENSEL MESAJI VE KIYAMETE KADAR YÜKLENMEMİZ GEREKEN MİSYONU;
Veda hutbesinde 124 bin sahabeye hitaben peygamber efendimiz;
-Allah’ın emir ve yasaklarını sizlere tebliğ ettim mi? Diye sordu. O mümtaz insanlar da cevaben;
-Evet, işittik ve itaat ettik ya Rasülallah
Sonra peygamber efendimiz şöyle dedi: Şahit ol Yarab!
Ondan 1400 küsür sene sonra dünyaya gelen ve kendisine ümmet olmayı en büyük şeref ve hayatının en büyük bahtiyarlığı bilen bu zavallı ve günahkâr kulun ve bizlerin şahadeti iki cihanın nuru gül yüzlü sevgili için bir değer ifade ederse, Allah şahit olsun ki risalet görevini hakkıyla yapmıştır. ŞAHİDİZ. ŞAHİDİZ. ŞAHİDİZ.
Bir şeyin gerçeği kaybolunca imajı oluşturulur, oluşturulan imaja ise tasavvur denir. Müslümanların zihninde oluşturulan peygamber tasavvurlarını bir araştırsak birbirine hiç benzemeyen kaç peygamber tasavvuru çıkar kim bilir. Bu açıdan bizim peygamberimiz ne vahyin postacısıdır ne de Kur’anı ara kablosu hüviyetiyle iletip, müminlerin hayatından sessizce çekilip giden bir peygamber değildir. Sünnetleri, ilahi mesajı ve hayat düsturlarıyla yaşayan sürekli hayatımızın içinde ve hayatımıza tamamen müdahil bir peygamberdir. O nebinin evrensel misyonu onun hayatıyla sınırlı değil, kıyamete kadar geçerlidir.
Gerçek şu ki, bir peygamber 2 türlü yaşar: Birincisi fiziki varlığıyla, ikincisi misyonuyla. Ve bir peygamber iki kez öldürülebilir. Birincisi Fiziki varlığını yani bedenini ortadan kaldırarak ikincisi ise misyonunu ortadan kaldırarak.
Peygamber fiziken ölse de misyonuyla yaşıyorsa, misyonu yaşatılıyorsa o, gerçekten yaşıyor demektir. Onu peygamber yapan bedeni değil, misyonudur, ilahi mesajıdır. Eğer ortadan kalkan ve kaldırılan misyonu ise, işte Peygamber asıl o zaman ölmüştür, öldürülmüştür.
Bu mübarek gecede son nebi kalplerimize ve gönüllerimize mesajı ve misyonuyla gerçek anlamıyla tekrar doğsun ve o kutlu misyonun ve ilahi mesajın bu yüzyıldaki sahabeleri olalım inşallah.
Biz Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerimi Peygamber efendimizle tanıdık. Peygamber ve onun örnek hayatını, sünnetlerini, ilahi mesajını, evrensel çağrısını göz ardı ederek Kuranı anlamaya çalışmak, anlama sorununa ve anlayış sapmasına yol açar. Kuranı Peygambersiz anlamaya çalışmak nasıl anlam sapmasına yol açarsa, peygamberi de Kur’ansız anlamaya çalışmak aynı sapmaya ve yanlışa götürecektir.
“Eğer Hz. Peygamber kitaba dönüşseydi o Kur’an olurdu. Eğer Kur’an insana dönüşebilseydi Hz. Muhammed olurdu.” Mustafa İSLAMOĞLU
Zira o yaşayan Kuran’dı. Hz. Peygamberin şahsında vahyin bir insanın kişiliğini nasıl inşa ettiğini görüyoruz. Ona ümmet olma iddiasındaki koca bir İslam dünyasında dev bir Müslüman kitlenin mevcut haline bakarsak vahye ve onun inşa ettiği peygambere ne kadar yakın, ne kadar uzak olduğumuzu görürüz.
Oysa onun misyonunu sürdürmek görevi bizim. Bir zamanlar saadet asrında sahabe efendilerimiz tarafından temsil edilen bu kutsal ve evrensel misyonun bu günkü temsilcileri bizler yani müslümanız ve onun ümmetindeniz diyenleriz. Bu sorumluluğa ne kadar sadık ve ne kadar layıkız? Böylesi mübarek geceler kendimizi, ümmetliğimizi ve kulluğumuzu sorgulamamız, yeniden dirilmemiz ve imanımızı güncellememiz için bir fırsat olarak görülmelidir.
Kuran, “ALLAH VE MELEKLERİNİN ONA SELAT VE SELAM ETTİKLERİ” ni beyan etmekte, müslümanlara da salat etmelerini emretmektedir. Onun mübarek ruhunu şad edecek salat ve selamlar, onun misyonuna sahip çıkacak fiili icraatlarla ve bilinçli bir ümmet kitlesiyle olur.
SİZ ALLAHA YARDIM EDERSENİZ, ALLAH DA SİZE YARDIM EDER. 47-7
İNSAN İÇİN ANCAK ÇALIŞMASININ KARŞILIĞI VARDIR 53-39
Ayetlerden de görülen ve anlaşılması gereken misyona tabi olmak ve aksiyona yönelmektir. Peygamberi sadece en yüce ve en derin sevgilerle sevmek yeterli değil, bu sevginin bedeli ödenmiş bir sevgi olması önemlidir. Hz. Adem’le başlayan insanlık destanında vahyin zirvesi Kuran-ı Kerimdir. Peygamberlerin zirvesi de Hz. Muhammed Mustafa’dır. İnsanlık tarihi boyuca insanlığın kararan ufkunu aydınlatan peygamberler silsilesinin en son zinciridir.
İmanlı Kuranlı olmak için kuranı doğru anlamak şarttır. Onu doğru anlamak, onu en güzel ve en doğru anlayanların başında gelen Hz. Peygamberin beyanına kucak açarak mümkündür. Vahiy-insan ilişkisinde ortaya çıkan Müslüman kimliğinin en büyük örneği Rasulullahtır.
Kalem sûresinde “Sen muhteşem bir ahlak üzeresin.” Buyurur Rabbimiz. Muhteşem ahlakı, örnek kişiliği, sağlam karakteri, en güvenilir kişi olması, merhamet pınarı yüreği, yüce ruhu, keskin zekası, basireti, asil tavırlarıyla ve yüksek hasletleriyle insan olarak da üstündü.
“Ben size gönderilen emin bir elçiyim.” Tüm peygamberler kendi toplum ve çağlarının en güvenilir insanlarıdır. Allah’ ın seçimidir. Peygamberlik, kimsenin istemesiyle ve çalışarak ulaşılacak bir makam ve görev değildir. Ağır bir yüktür ve efendimize gelen ilk ayetlerde hep bu görevin ağırlığına dikkat çekilerek son nebiye moral desteği vardır. Resulullah adım adım hayatının her safhasında bu göreve Allah tarafından hazırlanmıştır.
Öyle zor bir yük ki, ilk açıktan tebliğ emri gelip te insanları Hakka davet ettiğinde; Kendi toplumu, ona el- emin diyenler görmezden geldi, yok saydılar, alay ettiler, bu emin ve saygın insana iftira ettiler. Fiili olarak da her türlü eza, cefa, işkence ve zulmü uyguladılar. Zaten küfrün 1400 yıldır mantığı hep aynıdır. Bu gün de aynı değil mi?
Oysa onun elindeki nur-vahiy üflemeyle sönmeyecekti. Her türlü dirence, ambargoya karşı koyduğu gibi, her türlü ayartma ve dünyalık teklifler de tavizsiz bir şeklide cevap verdi o. “Bir elime ayı bir elime de güneşi verseniz yine de davamdan vaz geçmem” dedi.
O, bu karalılıkta risalet görevini yerine getirirken karşısına çıkan hiçbir engelden yılmıyordu. Etrafındaki bir avuç insana, imanın en büyük imkan olduğunu yaşayarak öğretirken, onları yeni bir hayatın inşasına da hazırlıyordu. İki türlü bir sorumluğu vardı Son Nebinin; Hem göklerin öğrencisiydi hem de yerlerin öğretmeniydi. Öğretmen olarak insanlığa karşı, öğrenci olarak da Allah’a karşı farklı ve özel bir sorumluluğu vardı.
Yeni oluşturduğu Müslüman toplumun üyelerinin birbirilerini tanıyacağı ortak kültür kodlarının tespiti için de kesinlikle Müslüman olmayanlara benzememeyi ilke olarak ortaya koydu. Taklitçi bir İslam toplumunun oluşmasına meydan vermemek için uğraştı. Hayattayken de kendi davranışlarının bilinçsizce taklit edilmesine de hep karşı çıkan bir peygamberdi.
İslamın bu güne kadar saf haliyle gelişinin sebebi sünnettir. Mü’minlerin sünnete bağlılığıdır. İslamın her coğrafyada aynı şekil ve biçimde yaşanması, coğrafi farklılıklara, ırk, renk, dil, gelenek vs. farklılıklarına rağmen aynı kültür unsurlarıyla inanan insanları birbirlerine bağlayabilmiş olmasının yegâne sebebi sünnettir.
İşgalci bir İngiliz subayının kitabında şu yazar: Müslümanları birbirinden ayırmak, ülkelerini işgal etmek ve onları egemenliğimiz altına almanın tek yolu onları sünnetten uzaklaştırmaktır, der.
Hz. İsanın getirdiği dinin bozulmuş ve kitabının tahrif edilmiş olmasının da yegâne sebebi de sünnetinin olmayışındandır.
“ EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL” ayetiyle ihtiyarlık hüznü çökmüş yüzüne. Ebu Bekir Efendimiz sorduğunda bu haliniz nedir, sanki ihtiyarlamış gibisiniz ya Resulullah dediğinde. “Bu sûre beni kocattı” diyerek mukabele etmiş, zira ümmeti için, ümmetinin bu emre layıkıyla uyamayacağı endişesiyle kocamıştır.
Peygamberimizi ihtiyarlatan bu sûrede; Bize emanet bırakılan mesaja ve Resulullah’ ın misyonuna sahip çıkmak ve onu gereği gibi tebliğ edip hayatımıza aktarmamız emrediliyor. Kur’anın övdüğü ve inşa ettiği Resulullahın güzel ahlakı, aslında onun en büyük mirası ve en büyük sünneti değil mi?
“BEN GİDİYORUM, TA Kİ BENDEN HAYIRLISI GELSİN İNŞALLAH” Hz. İsa Aleyhisselam ’ın, Peygamber Efendimizin (a.s. geleceğini müjdelediği sözdü bu. Hz. İsâ’ ya ve O’nun müjdelediği En İyi’ye (a.s.m.) hürmeten:
Kalktığım koltuğa benden iyisi otursun.
Sustuğum anda benden iyisi konuşmaya başlasın.
Olmadığım odaları benden iyiler doldursun.
Yetişemediğim yerlere benden iyiler yetişsin.
Mevlit kandilimiz tüm inanan kardeşlerimize mübarek olsun. Bu vesileyle bu mübarek gecede son nebi kalplerimize ve gönüllerimize mesajı ve misyonuyla gerçek anlamıyla tekrar doğsun ve o kutlu misyonun ve ilahi mesajın bu yüzyıldaki sahabeleri olalım inşallah.
Gazi Hüseyin KILBAŞ
YORUMLAR
"Habibim sen olmasaydın yaratmazdım!
Ne güzel bri tevafuktur ki ben tefekkür edip sadece düşündüm ve can kardeşim bunları kaleme almış.
Seninle olan bu dava yolculuğumuzda en güzel şeylerden birisi de bu tevafuklarımız öyle değil mi münevver kardeşim.
Yazılarını okumak bana büyük bir haz verse bile en çok hoşuma giden şey, bu kadar kapsamlı birikimin bu kadar düzgün bir ifade ile neşredilmesidir.
Şimdi günün konusuna gelirsek; her kelimene her harfine tereddütsüz imzamı atıyorum.Nasıl atmayayım ki, aklı ve kalbi olna herkesin ama herkesin algılayabileceği ve nasibi varsa asla reddedemeyeceği gerçeklerdir bunlar.
İslamın gerçekleri
ondan da daha önemlisi insanlığın gerçekleridir.
İnsanlar ya inançlıdır ya da inançsız. İnançsız kimselerle bu konuları konuşmak benim için ne kadar abes ise, inananların gerçeğin kalbinden uzaklaşmaları d ao kadar abestir.
Gerçek diyorum çünkü gerçek var ise eğer bir tanedir. Ve o BİR zaten her halikarda zuhur etmiştir. Semavi dinlerde bu böyle bilinmek zorundadır.
BİR' in bildirdiği ise hangi kitap olursa olsun doğrudur, hakikattir tartışmasız gerçektir.
Bu sebeple, Yüce Allah yarattıklarına vücut verip rızıklarını bölmeyi dilediğinde kendi öz nurundan "Muhammedi Hakikat" ı belirtti ve ulvi süfli ne kadar âlem varsa ezeli iradesi ile hepsini o hakikate bağladı.
Ve o nur yine Allah'ın kudreti ile dilediği yerde dolaşırdı. Ki o zaman ne Levh, Ne Kalem, ne Cennet, cehennem, ne melek, ne kainat ne de insan vardı.
Dolayısı ile insanlığın değil koskoca kainatın ve alemler ötesinin bile yaratılış gayesidir o muhteşem varlık.
"Habibim sen olmasaydın yaratmazdım" işte bütün meselenin özü olan anlam! Ve ne muhteşem bir anlam.
Sonrasında ise, o ilahi, o muhteşem takdirin devamıdır zuhur eden her şey.
Herşeye muktedir olan Yüce Allah, gönderdiği peygamberlerin hepsinden, kendileri hayatta iken, Allahın Resulü gönderilecek olursa, hemen iman etmeleri ve ona her konuda yardım etmeleri için için ahd almıştır.
Bu konuda peygamberimizin şu hadisi yol göstericidir:
"Daha Adem ruh ile ceset arasında iken benden aht ve misak alındı, ben o zaman peygamber oldum"
Dolayısı ile o bu keyfiyeti ile Âdem peygamberin öncesinde ise, doğal olarak bütün insnalığın da öncesindedir.
Ve son peygamber olma özelliği ile de sonradır.
Yani ilk ve son!
Yüce Allahın ilahi kudreti ile onun nuru diğer peygamberlerin hepsini kuşattığında onlar:
-"Ya Rab, nuru bizleri kuşatan bu varlık kimdir?" diye sordular.
Yüce Allah cevap buyurdu:
- "O benim sevgilimin nurudur! Eğer siz ona inanır ve bağlanırsanız peygamber olursunuz"
Bunun üzerine diğer peygamberlerin nuru hep birlikte söz verdiler:
- "O'na ve nebiliğine inandık."
Yüce Allah tekrar cevap buyurdu:
-" Şahit olayım mı?"
-" Ol ya Allah"
Buradan da anlıyoruz ki peygamberimiz öbür peygamberlerin zamanında da gelmiş olsaydı onların hepsine de "resul" olması gerekiyordu. Zira O nun nebiliği Hz. Ademden başlayıp son adama kadar her kimseyi sarmaktadır. Dolayısı ile bütün peygamberler ve onların bütün ümmetler yine O kutlu peygamberindir. O Sadece kendi zamanından kıyamete kadar olanların değil bütün insnalığın peygamberidir.
Zaten yukarıdaki kıssa; "Ben bütün insnalığa peygamber olarak gönderildim" hadisinin de doğrudan teferruatıdır.
Bu doğrultuda muhteşem bir mucize olan Miraç Gecesi, sevgili peygamberimiz imam olmuş, diğer peygamberlerin ruhları da ona tabi olmuşlardır. Ayrıca onların hepsi yine ukbada ona tabi olarak haşredilecektir.
Yine kati olarak geldiğimiz nokta:
iLK VE SON!
Bu ne muhteşem bir yaratılıştır
ve bu ne muhteşem bir sevgilidir.
Canlar canı, sevgililerin sultanı ne mutlu bizlere ki, doğumdan itibaren kabul ettiğimiz peygamberimizdir.
GÜL KOKULUM
Bilsen nasıl mahzundur seni yazmayan kalem
Hasrettir nur deryana kelamlar gül kokulum
Hem yetim hem öksüzdür seni anmayan alem
Boynu bükük dökülür selamlar gül kokulum
Kevser ırmaklarında toprağın arınmıştı
Peygamber olacaklar nurunla sarınmıştı
Ezel ve ahir alem mührünle korunmuştu
Biliminle donandı alimler gül kokulum
Öz nurundan yaratmış, karanlığa çağ etmiş
Ezeli iradeyle hakikate bağ etmiş
Sana inananlara kıbleyi otağ etmiş
Sırrınla yaratıldı alemler gül kokulum
Cahiliyet kirinin zerresi bulaşmadı
Seçilenden seçildin, nesebin dolaşmadı
Varlığın tacı oldun, şirk sana ilişmedi
Mevcudunla son buldu elemler gül kokulum
Sabah yıldızlarıyla müjdelendin cihana
Ak kanatlı bulutla tanıtıldın her cana
Şehitler yarış etti kavuşmak için sana
Vuslat diye içildi ölümler gül kokulum
Mutlak mana içinde ezel sen ahir sende
Can buldu nur deryası ipek dokulu tende
Goncalar güle döndü senin sırlı busende
Gelişinle mahv oldu zalimler gül kokulum
SUNU:
Özledim, özledim, çok özledim seni YAR!
Sevdana talip olmuşum, Kevser havuzunun yanında buluşmaya kaç var…