- 1201 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Bir İntihar Bildirisi-2
Kadın;
Kendi içine yerleşen boşluğa korkusuzca ilerliyordu. Son kez geceye, yıldızlara ve ay’a selam durup bedenini aşağı bıraktı. Ölemediğini hissetmesi çektiği acıdan daha ağır geliyordu şimdi.
Gece hiç bu kadar karanlığa gömülmemişti. Sessizliğin nabzını feryat figan sesleri, parçalanan kemik sesleri ve seslerden ürküp yuvasını terk eden güvercinlerin kanat çırpınışları sarıyordu.
Ölüm kalleşlik yapıp randevusuna sadık kalmamıştı…
Kadın yaşam karelerinde onu bekleyen acılar olduğunu anlamıştı artık. Kendi ızdırabına siren seslerinin sağır eden uğultuları, yanı başında saçlarını çekiştiren insanların çırpınışları ve onu gözlerinde sürekli değişen hangi dünyaya ait olduğunu seçemediği varlıklar geçiyordu. Sağ kulağının üstünde açılan yaradan bütün vücuduna ilerleyen oluk oluk kan akıyordu.
Sırtı parçalanmış, ayakları kırıklar içindeydi. Çektiği acı her geçen saniye biraz daha dilini parçalayıp zarar vermesine neden oluyordu.
Kısıtlı imkanlar ve yaşadığı küçük kasaba bir anlamda ölümünü hızlandırıyordu. Giderek içini büsbütün saran zemheri üşümeyi, daha derinden hissetmeye başladı. Gidilen her hastane koridoru ona yetersiz geliyordu.
Ve çığlıklar arasında, kaderinin yolculuğuna devam ediyordu. Zayıf bedeni daha fazla kaldıramıyordu bu yolculuğu. gözlerini, doğacak umuda ve güneşe sessizce kapatıyordu.
Adam;
Yüreğine bir yıldırım hızıyla yerleşen sancının sebeplerini aralıyordu kendince. Son kez tren penceresinden çıkarıp kafasını havanın içine sinmiş hüzün kokan geceyi solumak istiyordu. Gözlerinin nemlendiğini, kalbinin derin girdaplarla acıdığını hissediyordu.
Bu yolculuğun içinde bir lanet gibi yüreğine oturan sorgulamaların ve içini kemiren duyguların arayışına pervane oluyordu zihni. Karar verip ilk durakta bu yolculuğu bitirecekti.
Sabırsızlığında çoğalan saatleri beklemek daha zor geliyordu şimdi. Sürekli ellerini dişlerinin arasına götürüp etlerini kemiriyordu. Zaman ondan yana değildi. Önündeki masaya kafasını bırakıp beklemeye başladı. Ağırlaşan sesler bir istasyonun müjdecisiydi. Çalınan düdükler bunu iyice perçinledi. İndiği gibi bir telefon kulübesine doğru ilerledi.
Ellerinin titrekliği numaraları yeniden yeniden çevirmesine neden oluyordu.
Nihayet telefon zili uzun uzun çaldı. Açan ses yabancıydı. Adam aklına gelen soruyu yöneltip kadını sormuştu.
Cevap kısa olmuştu.
Hastane deyip kapatmıştı karşıdaki ses.
Artık içindeki sancının sebebini biliyordu adam. Aklından binlerce soru geçiyordu şimdi. Ama bekleyecek ve düşünecek zaman aralığından uzaktı mantık kavramı. Bulduğu ilk arabayı çevirip geri dönüş hazırlığına başladı. Karşısında isteyerek ardında bıraktığı upuzun bir yol vardı.
Ve şimdi o yolu yürümemek için her şeyini verebilirdi. Avuçlarına bildiği tüm duaları okuyup sessizce gözyaşlarına sarıldı.
Gözlerini ve kalbini gömerek bıraktığı sevdasını belki de sonsuza dek içine gömmek için yol alıyordu.
İstediği varlığına hiç inanmadığı ve hiç karşılaşamadığı, adına mucize denilen bir olayın kendi yaşam öyküsünde ortaya çıkmasıydı.
Devam edecek…..
f.d
YORUMLAR
bu bildiri..ölümün güzelliğine uyanmak mıdır...sevdanın yalnızlığına ağıt yakmak mıdır...tutuldu nefesler... soluksoluğa izlediğin bir film karesi gibi..uzayan yollar, hastane koridorları ve iki yüzlü ölüm...
ölüme düşme gülümmm..ardı soğuk...ardı naçar...kara kara bulutların sakladığı tufanlar az sonra patlayacaklar...umut etmek, dilemek, dilenmek yok..bir adı açlık, bir adı susuzluk, bir adı üşümektir..
ölüm...hayatın en olunmaz sancısına düşmektir...
devam etmesi dileği ile...ölümlere inat sevda ile diyelim mi...
sevgiyle Faik...