- 488 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 19
Şimdi camiyi hangi ölçüye göre ele alacaktık? Ankara direktifini destekleyen camilerin tutumu mu doğru? Yoksa İstanbul hareketine bağlı olan camilerin tutumu mu doğruydu? Hangi caminin çalışma azmini ele alıp; hangi camii rotasındaki çabayı esas alıp genel kılacaktık? İstanbul eksenli teşviklere mi kapılacaktık? Yoksa cami eksenli söylemlerin Anadolu hareketinden yana oluşunu mu yeğleyecektik?
Bu yeğlemeleri de ancak tarih bilinçli nesnel ve siyasal koşullar belirlerdi. Bu iki hareketten hangisi; sürecin çevre sel koşullarına ve hareketin iç koşullarına daha uygun ise, o selekte edilecektir. Ve zaten bu da gerçekleşmiştir. Ki yeğlenen Gazi hareketini oluşma yönünde olan camilerin tutumu olmuştur. Yani diğer tüm unsurlar gibi Gazi hareketine bağlı odak eksenin, koordinesi doğrultusunda çalıştılar. Ve bu eksenle, direktife edildiler. Olay buydu.
Eğer tarihsel bilinçten yoksun, saltanatçı ve manda görüşlü düşünce egemen olsaydı büyük orandaki camiler mandacılığı makul ve mazur göreceklerdi. Çok az sayıda cami bağımsızlığın felsefesinden yana olan oluşumlarıyla gizli cami hutbeleri verecekti.
Çok sayıdaki camilerin saltanatı savunmaları devam ede gelen statüko oluşla bir statüko refleksi olacaktı. Mandacılığı savunmaları da baskı ilen de olsa, baskısız da olsa; açıktan da olsa bu kabilden süreci savunur olacaktılar. Çünkü tekke ve zaviyeleriyle konjonktüre mandacı himayecilik anlayışları egemendi. Padişah da işgalcileri himaye ediyordu. Birkaç cami dışında cami de mandayı savunacaktı.
4]Padişah ta işgalcileri himaye ediyordu. Kurtulma oluşumlar, İstanbul’daki millici çalışmalar gibi gizli örgütlenme içinde olacaktı. Ki gizli oluşum içindekilerin sayıları beş on kişiden de olsa, çok etkiliydiler.
Buna karşın İngiliz mandasını savunan; işgale karşı pasif olmayı savunan saltanat olayı da bir gerçekti. Saltanattan yana olan eylem ve tutumları salık veren çokluklar da bir gerçekti. Saltanatın tutumlarını zıllullahın bir tutumu oluşuyla övenler de bir gerçekti.
Zıllullah demek sultanı, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ve temsilcisi olmakla söyleyip, tanımak demekti. Saltanattan ve İngilizlerden altın almanın işbirliği içinde olmakla şevk kırıcı, etkileyici, hutbe ve cami konuşmalarını yapan camilerin, tekkelerin, zaviyelerin ve tarikatların varlığı da tarihi bir vakadır!
O günkü durum; tıpkı bu günkü Irak’ta işbirlikçi, yönetimin arzusu doğrultusunda olmakla Irak’taki camiler Irak’ın işgaline karşı top yekün bir direniş yapamamaları gibiydi. Çünkü aracın kendilik bir amaç var bulunuşu, olmazdı. Aracı kullananlar da insanlardı. Ya da iyimser düşünceyle söyleyelim, cami özü gereği çağrı yapacaksa da, bu kutlu çağrı yaptırılmıyordu!
Ama Irak’taki camiler, işbirlikçi gölgeler eliyle gündemi oluştururlar. Bu gündemle sanki birbirlerine karşı pusuda imişler gibi, sanki mezhep ebet müddet oluşla tek sorunlarıymış gibi mezhep kavgaları yüzünden; işgali unutup; inanç ayrılıkları uğruna birbirinin gözlerini oymaktadırlar.
Böyle durumlarda bu tarz dini fraksiyonlar, farklı bir bela içinde olmakla ayrılıkları körükleyen sorunsallar olabilmektedirler. Hatta dini bakışlı ayrılıklar adeta pimi çekilmiş bir bomba görünümlü olabilmektedirler. İşte Gazi yönetiminin başarısı da, burada cereyan eden bir dirayet olacaktır. Çünkü mücadelenin gerisinde pimi çekilmiş bir bomba görmek istemiyorlardı.
İnançların kimi dem olumlu olan özellikleri yanında, kimi kes de, böylesi mezhepçi ve nifakla olan bir çok tutumları da vardı. Emperyalist tuzaklar işgal ve sömürü altındaki ülkeleri, barış içindeki ülkeleri mezhebi ayrılık kavgası içinde tutuşturuyorlardı. Bu günkü Irak, Pakistan, Afganistan’da olduğu gibi bu durum açık ve somuttu.
Cami egemen sınıf kullanımlı araç olduğundan o ülkeyi, asıl sorunlarından ya uzak tutardı, ya da Şeyh Sait İsyanındaki gibi ülkenin güvenlik tehdidini daha da derinleştirirdiler.
Dolduruşlar içinde tutulan inançların bırakın kendilerinden destek alınmasını; tedbiri alınması gereken ikinci bir sosyal gaile ve sorunun kendisi olabilmektedirler. Tabiidir ki buradaki olan biten inançların serencamından ziyade, çıkarcı olan grupların teşvikleridir. Siz inancı nasıl kullanırsanız, inançlar da, o doğrultuda işlerlik kazanacaktırlar. Bunlar, inançların bizatihi bir kusurları değildirler. Veya bunu şöyle söyleyelim. İnançların yararcı katkıları da, her zaman, tam da bir başarı değildirler.
İnanca dek oluşmalar; egemence ve otoriter güçlerin yönlendirmesi ile her devirde kullanılacaktırlar. Bizim Kurtuluş Savaşımız içinde gerçekleşen gayretlerden olan kimi cami ekseninden yararlanışlar da, bu kabilden bir başarıdırlar.
Oysa işgalciler tarafından oluşturulan şimdiki Irak yönetimi, iradeleri hilafına da olsa dini inancı tam tersine kullanmıştırlar. İnsanlar kendi iç telaşlarına düşürüldüler. İç çatışma nedeniyle insanlar işgalci güce karşı koymağa pek hazırlıklı olamıyorlar. Denize düşenin yılana sarılması misali onlardan medet umuyorlardı. Hazırlıklı olsalar bile etraflarındaki olup bitenlere karşı birlik oluşturmasınlar diyerekten, Şii Sünni temelli çatıştırmaları hep baş göstermektedir.
İç çatışmalarla oyalatmak öyle boyutlara vardı ki akla ziyan. Çatışmacı gözü karartmalar içinde insan insanın adını sorgulayıp; sorgulamalar sonunda insanların adı Ali veya Ömer olmalarına göre işleme tabii tutuluyordu. Yönetimdeki gizli eller camiyi fitneye değil de camiyi direnişlere çağırsa idi, bu kez de cami iç direnişleri örgütlemeyi vaaz edecektir. İnançlardaki istisnalar, her iki uçta da yani insanları direnişe çağırışta da, insanları pasif kılışta da daima örgütleyici olabilirdiler.
Ne amaçla kurulmuş olursa olsun gerçek şu ki mabedi süreçler de bir sosyolojik yasanın çift yönlü kullanılıyor olmasıydılar. Mabedi yönelim; bir eylemin her hangi bir tür araçla da yapılabilir olasının o kullanılacak olandaki eğilim yoğunluğuna göre dinsel araçla da ortaya konduğu bir durumdu. Böylesi yalın bir sosyolojik yasa da, kendi başına toplumsal olanı bütün yanlarıyla ortaya çıkarabilir değildir.
Allah aşkına denetlenmeyen, koordine edilmeyen bir güç, güç müdür? Aksine yıkıcıdır. Felaket getirir olucudur. Eğer cami dâhilindeki güç kendi başına olsa idi. Böylesine bir yüzergezer kontrolsüz bir güç, olacaktı. Yinelgen işlevler kuramı gereği hiç bir unsur, kendi başına işlev olarak var olamazdı.
Hele serseri mayın olmayacak bir güç, geri bir merkezle bağlanım yapmadan olası olamazdı. İşte Mustafa Kemal kurtuluş odaklı geri bağlanım yasalarında meşruiyet almakla gerçekti. Bir doğru rota ve feedbackle koordinedir. Aslında öz hareket çok önemlidir. Öz hareket sonra işlenecek. Acaba kurtuluş olan rota hareketiniz, Kurtuluş Savaşındaki diğer unsurlar olmadan da, olası olabilir miydi?
Elbette olamazdı. Karşılıklı ilişkindik ve basit bir diyalektik, kuralıdır bunlar. Milli kuvvetler oluşur iken oluşmanın içlerine sosyal duyarlıkları, farklı dinden olan insanları kurtulma ekseni içinde da alır. Dinsiz insanları da kurtuluş ekseniyle içine alır. Bundan doğal ne var ki. Böylesi yurt savunmalı oluşumların içine her türden sosyal insanın dâhil olacağı “ tepki koyan” eleştirmence akıl edilip, görülememiştir. Göremediği için düşüncesi cami eksenine sıkışıp kalmakla bu tür söylem kısır olmaktan öte gidemezdi.
Bu tür söylemlerin eleştirisi ve var sanısı böylesi toptancı olmakla absürt (saçma) bir mantıktır. Ama konu hiç te bunlar değildir. Bunlarla uğraşmak hem hareketi küçümsemek olur. Hem olayın sistemini anlayamayan bir tutum olurdu. Ben tek tek olayları, vakaları değil, sistemi işlemeye çalışıyorum. Şiir de böylesi sistem bilincini söylemedeki süzülmüş bir anlamın, damıtık haliydi. Tekrar ediyorum, rota dışı her tür tutumlar, bu şiirdeki çalışmama, dâhil edilmemiştir.
Kurtuluşlu oluşumun unsurları, ortaya konan Kurtuluşlu kabın şeklini alıp; bu biçimlenişin ışığında, etkince bir işleyişle kolektif üretime sokuldular. Bu unsurlar, Gazi’nin önderlik kararı doğrultusunda, olmakla çok başarılı plân bir proje içinde propaganda üretmişlerdir. Ve her bir unsur, elden gelen katkıları aynı potada eritmişlerdir.
Başarı, kolektif içinde olan gerçek eştirmelerdi. Sistemin unsurları bu koşullarda bağımsızlıktı felsefe dışında, kişisi öznellikleri; taşımamalıydı. Bir sistem hareketi nihai tutum oluşla (sön çözümlemede) kişinin her tür öznel oluşlarını olumlu kılmazdı.
Kişisi tutum olumlu da olsa bu böyledir. Çünkü parça hareketin özelliği içinde olan; Dürrizade gibi cami eksenli ihanetler de vardır. Ya da parça hareketler içinde Çerkez Ethem gibi efe eksenli olumlu oluşmalar içinde yine ikinci bir Çerkez Ethem türü ego benliklerini de ortaya koyar. Kurtuluşlu olacak sistem bu fevri öznelliklerle kararlılık sağlayamazdı.
Yurt kurtarılmıştı. Ama Sevgili Gazi’ye göre asıl mesele şimdi başlıyordu. Oysa Sevgili Gazi’nin silah arkadaşı ve kadrosu olan heyete göre; "her şey bitmişti". Riyaset (yönetim) saltanatı hilafete teslim edilmeliydi!
5-]Burada birazcık bir analiz yapmakta, hayli yarar vardır. Kurtuluşlu ve mobilize parça oluşumlar genel bir koordinesi olmayan ülkenin kendi toplum sal ve sosyolojik şartlarından temellenirler. Bu hareketler, yöresel olmanın sınırlıklarıyla hedefleri bellidir. İyi bir modele; küçük başarılar ortaya koyabilen kendi içinde koordineli unsurlardır.
Ancak bu parça oluşumlar yurdun kurtulması kaygısı dışında, işin üreten ilişki olan ekonomik boyutun, pek farkında değildiler. Üstelik yurt sorumluluğunu üslenir denli kapasitif taşıyıcılıkta ve örgütlenme içinde, hiç değillerdi. Bu kabil reis kişiler de ikinci, üçüncü adam olmanın olumsuz rol psikolojisi içinde idiler. Bu hep böyledir.
Lider gölgesindeki parçalar büyümez. Eğer kapasitif iseler liderden gübrelendikleri de bir gerçektir. Böyle nadirliklerin çok kes sadece gölgede kurtulmaları yeterli olacaktır. Kimi kes organik parçalar, parçalanıp birlikler yapamadıkça büyümezdi. Bu emektarlar da böylesi kısır döngü içindeydiler. Hem genel kapasitede olmayıp, lidere karşı oluşla büyüyeceklerdi! Hem büyük olanın işlevli parçasıydılar. Olağanüstülük karşısında küçüklüğün, olağan oluşun ırasıdır bu.
Parça ıralar bu öznel hırslarıyla işlev olma dışında lider olamamadaki yetersizlikleriyle bulunurlar. Sürecin her adım aşaması içinde oluşmakta olan yeni kurucu iradenin nüvesini göremiyorlardı. Elde hazır reçete yoktu. Reçete bir öncesine göre adım adım inşaydı. Aslında oluşumdaki kimi fevrilikler de, saltanatçı ve mandacıydılar. Saltanatçı ve mandacılar konjonktür sel olamayan köleci biat olan mantığın işletilmesine değin oluşun, kendi hırs ve kusurlarını taşıyorlardı.
Yurt kurtarılmıştı. Sevgili gaziye göre asıl mesele şimdi başlıyordu. Oysa Sevgili Gazi’nin silah arkadaşı olan ve kadrosu içinde olan heyete göre; "her şey bitmişti". Riyaset (yönetim) saltanatı hilafete teslim edilmeliydi! İşte bu düşünce bu kısırlık, bütün içinde (mide bağırsak gibi) parça ıralı oluşun kaderiydi.
Bu yeni ve ikilemli durum, Sevgili Gazi’yi yaman bir çelişkinin içinde konumluyordu. Sevgili Gazi acayip bir durumla karşı karşıyaydı. Başlarının selameti için çalışanlar başlarını saltanata veriyorlardı. Bu durumuyla Gazi onlara göre kötü adamdı!
Gazi; "asıl iş şimdi başlıyor diyordu. Konunun önemini anlatmak için kolay olan (savaştı) bitti diyordu. “Sıra zor olanda" diyordu. İradeleri teslim etmekle yönetimi saltanata vermeyi düşünenler; ekonomik alanda ve sanayi alanı içinde alınacak tedbirlerin alınmasında kendilerini vareste görüyorlardı.
Kurtuluş savaşının kedisi başlı başına bir irade işiydi. Genel olarak kadronun böyle bir sorunu yoktu. Hemen saltanatı hilafiyenin ihyasını öne çekmeyi ele alan girişmelerin teması ve çalışmaları içinde oldular. Zor olana koyulma olması gereken süreç yerine; saltanat ve hilafet gibi konjonktör dışı kalmış sürece koyulma, iki büyük ve aşılması zor bir çelişkiydi.
İşte tam da burada Sevgili Gazi’nin ilerici atılımları; anlamaz olan yığınlar tarafında ve kadroda olan kimi kişiler tarafında kötü adam imajlı söylemlerie ortama fısıldanacaktı! Yani şuyuu (söylenmesi olmaması) vukuundan (gerçek olmasından) beter olacaktı. Nankör bilmezlik Gaziyi Diktatör olmakla ve demokrat olamaması ile suçladı. Neye göre? Saltanata göre mi? Bilmezi gaflet bu tarz iğreti söylemleri çevreye yayacaktılar.
Yani halkın nazarında Sevgili Gazi; geçimsiz, kadrosunu harcayan bir diktatördü(!) Sevgili Gazi kendisini paralasa da, ister istemez böylesi bir duruma düşürülüyordu. Bu hal dâhilerin kaderiydi.
Bayram KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.