- 979 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KOCA KÖY SÖKE'DEN SÖZEDELİM BİRAZ...(Deneme ve Anı yazılarım)
12/11/2007
Geliniz birlikte; günlük sıkıntılardan kaçalım.. Birazcık stres atalım. Öyle de olsa, böyle de olsa günün birinde, er veya geç ölüm var. Dünyaya kazık çakacak değiliz ya. Kendimize küçücük bir zaman dilimi ayıralım. O ayırdığımız zaman dilimi karelerini donduralım. Gönlümüzce harcayalım.. Nasıl olsa dünya yaşamında sıkıntısız, stressiz bir an yok. Ardı, arkası da yok. Onun için yaşadığımız zamanı durdurup, birazcık nostaljiye takılarak, eskiye, kısa bir bakış yapalım..
Ve; şiirin mısralarında eski Söke’ye bir merhaba deyip, el sallayalım."Kocaköy Söke’m.." bakalım bizlere eskilerden neleri anımsatacak !?
O toprak yollarda, o sabunlu sularından
Atlaya, zıplaya yürüdüğümüz yıllarda
Yıllar yılı baharında, yazında, kışında
İnsanların daha güleç, sevimliydi Söke’m,
Sevdaların sevda, daha bir başkaydın Söke’m,
Büyüdükçe küçüldün, yaşanmaz oldun Söke’m.
Şair bu mısralarıyla; ilk bakışta karamsar bir yaklaşımla eski yıllardaki Söke’yi anlatmaya çalışmış. Sokakları, caddeleri toprak olan, sabunlu suların (balçık) çamur haline geldiği, üzerinden atlayıp, zıplayarak geçildiği, küçük nüfuslu bir kent iken, yaşadığı Söke ile bugünkü kalabalık olmasına rağmen kentleşemeyen Söke arasında, bir kıyaslama yapıp, o günkü Söke’nin özlemini içinde duyuyor. Hepsi bu kadar da değil.. O günkü insanlarla, bugün yaşayan insanları kıyaslıyor.. O günü yaşarken, insanların daha mutlu, daha sevimli, yüzlerinin daha güleç olduğunu iddia ediyor. Bu kadarla da kalmıyor.. O zaman ki sevdaların bile, daha bir başka olduğunu, ancak zaman içinde Söke büyüdükçe, manevi değerlerinin, duygularının küçüldüğünü, yaşanmaz bir yer haline geldiğini dile getiriyor. Biraz buruk, bir parça özlem, biraz da sitemle kıyaslama yapıyor. Bakalım şair ikinci kıtada neler demiş:
Senden kazananlar bir Ada, Didim yarattı,
Gidip başka, başka kentlere yatırım yaptı,
Seninle var olanlar, adını anmaz oldu,
Gelipte gitmeyenler, beline kazma vurdu,
Koca kelle Çeşme’n yok oldu, Şarlak kurudu,
Geleceğin mühürlendi, Koca köyüm Söke’m.
Görüyorsunuz değil mi!? İnsanoğlu ne denli acımasız. Atalarımız; "Doğduğun yere değil, doyduğun yere bak.." demişler ama, bizimkiler onu da yapmamışlar.. Ne doğdukları yere, ne de doydukları yere bakmayıp, başka başka yerlere bakmışlar..
Şairin dediği gibi; Söke’de kazandıklarını veya bir kısmını, Söke’de yatırım yapmamışlar. Tam tersine; Kuşadası, Didim vb. yerlere yatırım yapmış, oraları ihya ederek, Söke’yi kendi kaderiyle baş başa bırakmışlar. Unutmuşlar..Yıllar böylece gelip geçmiş.. Fakat yine de, Söke’de kazanmaya devam etmişler. Öyle ki; Söke’de oturup, Söke’de kazanmaya devam edenler bile, içinde yaşadıkları halde sahip çıkmamış, zamanla vurdum duymazlıkları. Söke, adını unutturacak kadar ileriye gitmiş.. Söke’den elde ettikleri gelirlerle, var olduklarını bile unutmuşlar. Söke adını bile anmaz olmuşlar. Bu yıllar içinde Söke çok göçler almış, nüfus olarak çok büyümüş, çok sayıda farklı kültürlerin insanları gelip, Söke’ye yerleşmişler. Nüfus çoğalmış, şehir sınırları büyümüş ama, kültür farklılıkları kaynaşma yerine, çatışmayı, toplum bireyleri arasında huzursuzlukları da beraberinde getirmiş,
Kötü iklim yapısından kopup, göç olarak Söke’ye gelenler, Söke’nin güzel iklim yapısını görüp tanıyınca yerleşmiş, geriye dönmemiş.. Gelenek, görenek, yaşantısı değişik olan göçerler, Söke’deki güzellikleri, özgür yaşantıyı, geldikleri yere göre iş bulma ve iyi yaşam koşulları, iklimin uygunluğunu görünce, birçok yakınlarını da Söke’ye çekmişler.
Ardından farklı kültür, görenek ve alışkanlıklarını burada da sürdürmüşler.. Dağda, bayırda, bağda, bahçede ağaçlara saldırmışlar.. Kesip, kesip odun yapmışlar.. Bağda, bahçede yetişen mahsullere ortak olmuşlar. Kimse, bir şey yapamamış. Böylece, göçerler; kent hayatına uyum sağlayıp, daha uygar bir yaşantı süreceklerine, köy yaşantılarından taviz vermeyip, aynı yaşantılarını kentte sürdürerek, Söke’yi bir köy görünümüne sokarak, zarar vermiş, önceden beri süregelen kent yaşamının beline, kazma vurmuşlar. Zarar vermişler;
Çile; bu kadarla da bitmemiş.. Ardı sıra gelen kurak yıllar, kötü mevsimler, Söke’nin tabii güzelliklerini de birer, birer alıp götürmüş. Silip, süpürmüş. Yıllar yılı Söke’nin bir gezinti, eğlence, mesire yerlerinden biri olan KOCA KELLE ÇEŞMESİ sökülüp, yerine beton binalar dikilmiş.. Aynı minval üzere; ŞARLAK denilen, bir başka gezi ve mesire yeri de, dağdaki kaynağı yer değiştirdiği için kurumuş, o da tarih sayfalarına gömülüp, unutulmaya bırakılmış..
Bu olumsuz gelişmeler sonucu, Söke’nin gelişmesi, uygar bir kent olmasının önü kesilip, ileriki bir tarihte veya önceki yıllarda (Vilayet ) İl olma şansı yok olmuş, köy görünümlü, hantal bir kent olmaya mahkum edilmiş. Geleceği mühürlenip, dondurulmuş.
Şair bu mısrasında da gizli bir özlem, gizli bir sitemle eski yılları arıyor, o ruh yapısı içinde olaya, biraz daha duygusal yaklaşıyor. Biz, yolumuza devam edelim. Üçüncü kıtamıza bakalım :
Her yıl Nisan-Mayıs aylarında tüm insanlar
Lâle Dağı’na, Sevda Dağı’na doluşurlar
Aşığı, sevdalısı o yolda buluşurlar
Ada yolu, Aydın yolunda da toplaşırlar
Çay demlenir, top oynanır, şarkılar söylenir
Aşıklar, maşukun yolunu gözlerdi Söke’m.
Üçüncü kıtanın mısraları gösteriyor ki; eski yıllarda, Nisan-Mayıs bahar aylarında Söke insanları toplaşıp, Söke’nin Lâle Dağı, Sevda Dağı’na doluşurlarmış.. Bu mesire yerlerinin bulunduğu Kuşadası ve Aydın yolu böyle yavukluların toplaştığı yerlermiş.Oralarda aileler komşuları, eşleri, dostları ile bir araya gelir, çaylar demlenip içilir, gençler, çocuklar birlikte top oynarlar, şarkılar söylenir, beraberce eğlenirmiş.
Tabii ki her hafta Cumartesi, Pazar günleri, aşıklar maşuklarının yolunu gözler, o günlerin bir an önce gelmesi için can atarlardı.. O yılların Hıdrellez Şenlikleri de bir başka güzel olurmuş. Şairin son kıtaları bakınız, Hıdrellez Şenliklerini nasıl anlatıyor :
Hıdrellez gününde çay boyuna dizilir,
Büyük, küçük tüm insanlar orada eğlenir,
Boydan boya çay, taş evlerle dolup şenlenir,
Bin bir türlü derde, bin bir dilekler dilenir
Bir dünya tatlısı, ömür sürülürdü Söke’m..
Dertler, kederler o gün, unutulurdu Söke’m.
Gül dalına bozuk para bağlanıp, asılır
Ev kapılarına, türlü çiçekler bağlanır,
Çilingir sofraları öbek öbek açılır,
Aslan sütü, Atatürk mezesiyle içilir,
Önce Cümbüş, sonra kemanla hicaz geçilir,
Serden geçilir de, Yârdan geçilmezdi Söke’m.
Dolum dolum dolup taşardı sofrada aşlar,
Mozaik tabloda, yerini bulurdu taşlar
Ne göz, kaş oynardı hep önde, eğikti başlar
Yarından korku yoktu, sevgi içindi yaşlar
Böyle bir Söke’ydi, yıllar önce benim Söke’m.
Şimdiyse; boynu bükük, Kocaköy oldu Söke’m.
Okuduğunuz gibi; şair Hıdrellez günlerini de en küçük detaylar vererek, ne güzel önümüze seriyor. İnsan okuduk-
ça, özendiği gibi sanki, o günleri yaşamak istiyor. Eskiye dönüşü özlüyor.. Oysa zaman, bir sel gibi akıp geçmiş, geriye dönmek ne mümkün… Bugün 25-30 yaşında olan genç kuşak neslimiz, o yerleri, o eğlenceleri hatırlamıyor artık.. Çünkü, yaşamamış. İsmini bile bilmiyor.
İşte şair; genç neslin hafızasında o günlerden bir iz bırakabilmek için yer, yer hatırlatmalar yapıyor. Hayalinde canlandırabilmeyi istiyor. Verdiği ip uçları, detaylarla o güzel günleri, o güzel insanları şekillendirmeye çalışıyor.. Tüm çabası bunun için.
Öyle bir özlem var ki sözlerinde, sanki hıdrellez gününde Söke çayı boyunda, kömür ocağı dolaylarında, çay kenarına dizilip toplaşan, büyük,küçük insanların birlikte eğlendiklerini, çay kenarına küçük taşlar, kiremit parçalarından minyatür evler, arabalar, bahçeler yaptıklarını, o çay kenarının boydan boya bu evlerle dolup, taştığını, şenlendiğini dile getiriyor.. Yerel ve geleneksel bir inanca göre; hıdrellez gecesi, yapılan o minyatür evlerin olduğu yerden, Hızır ile İlyas Peygamber’in geçeceği ve bir yıl içinde de, bu dileklerinin gerçekleşeceğine inanılıyor.. Yakılan meydan ateşlerinin üzerinden atlayabilen kişilerinse, hastaysa şifa bulacağı, bir yıl içinde hasta olunmayacağına inanılır.. Kapılarına çiçek bağlanan ailelerin ise, bir yıl içinde ekonomik ve diğer sıkıntılardan kurtulacağı, hastalanmayacaklarına inanılır. Ve; böylesine uzar gider, sayılan güzellikler. Bir de; o taştan evleri yaparlarken, çiçekleri kapılara bağlarken, bin bir derde, bin bir dilek dilediklerini, şifalar istediklerini, öte yandan çay kenarına, bahçelere öbek, öbek toplaşan insanların Çilingir sofraları kurup, Atatürk mezesiyle(çerezle), aslan sütü (Rakı), içtiklerini, cümbüşler, kemanlar çalıp eğlendiklerini, hicaz makamıyla da demlendiklerini, sevdalı gönüllerin türlü zorlukları aşıp, engelleri atlayıp, yavuklularıyla buluştuğunu, serden geçip yârdan geçmediğini anlatıyor..
Öyle ki şair; sanki, Söke’yi karşısına oturtarak, eski yıllardaki günleri ona anlatıyor gibi mısralarında, Söke’yi dile getiriyor. O dönemde sofralarda bir başka bolluk, bir başka bereket olduğunu, aşların dolup taştığını açıklarken, o günde de çeşitli etnik gurup insanların Söke’de yaşardığı, ama toplumda bu son günlerin huzursuzluğunun olmadığını söyleyip, toplumu bir mozaik resim tablosuna benzeterek, her gurup insanın o mozaik tabloda olduğu gibi, yerini bulduğunu açıklıyor..
Kötü amaçlı insanların olmadığını, göz ve kaşların kötü amaçla oynamadığını, başların hep eğik ve önde olduğunu bahsediyor.. İnsanların yardımsever olduğunu, o nedenle yoksul insanların dahi yarından korku ve endişesi olmadığı için, dökülen yaşların yalnızca SEVDA için olduğunu, dile getiriyor.
Sonra; tekrar, içinde yaşadığı bugüne dönerek, Söke’ye sesleniyor; Yıllar önce benim Söke’m, böyle bir Söke’ydi.. demekle, özleminin sebeplerini anlatmış oluyor.. SON SÖZ OLARAKTA : Şimdiyse, boynu bükük, Kocaköy olan Söke’sine, üzüntülerini dile getirmiş oluyor.. Öte yandan da, yalnızca üzüldüğünü, elinden bir şey gelmediği içinde, kendi kendine serzenişte bulunuyor. Böylece; duygu selinin dalgaları içinde bizleri de o yıllara götürüp, getiriyor.
19. 06. 2005
Suat TUTAK - SÖKE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.