- 1020 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Hakkım=Kırım"-Kızıl Gözyaşları-4
Güzel bir Temmuz ayı gecesi saat 1:00’ de Ankara terminalinden otobüsümüze bindik. Sabahın ilk ışıklarında İstanbul’a indik. İzmir’den ve İstanbul’dan gezimize katılacak arkadaşlarla hava alanında buluştuk.
Kafilemiz on beş kişi olmuştu; kimler yoktu ki bu gezimizde; Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Deniz Bey, Kamanlı Halil İbrahim Bey, Polatlılı Mustafa Bey, Almanya’dan katılan Sayın Orhan Bey, İstanbul’dan katılan İpek ve Ümit kardeşler, Ankara’dan katılan M. Mehti Bey, A.B.D’ den katılan Orkan , Numan kardeşler ile yiğenleri Murat, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Canan, Eşi Sinan ve gezimizin maskotu altı yaşlarındaki küçük kızları Aybüke Hanım ve gezimiz tertip eden Sayın Mehmet Akif Albayrak Bey.
Bugüne kadar birbirlerini hiç tanımayan on beş kişi, kartbabay ve kartanayların yaşadıkları Güzel Kırım’a gitmek için bir araya gelmişlerdi. Hepsinin yüzünde de bir sevinç bir heyecan vardı. Çünkü Anavatandan bir başka vatana �Cennet Vatana� gidilecekti.
Aslında uçağımızın hareket saati biletimize göre 10:40 idi. �Uçağımızın yarım saat rötar yapacağını� gezimizi tertip eden Akif arkadaşımız bizlere söylediğinde �daha gezimizin ilk dakikalarında aksilik başladı. Bakalım gezimiz boyunca hangi suprizlerle karşılaşacağız.� dedim. Gerçi hepimiz yarım saatlik rötara razı idik.
Nihayet en son olarak saat 12:00’ de hareket edeceği bilgisini aldığımızda sevindik.
Çantalarımızı teslim etmek için kuyruga girdik. Önümüzde bayağı büyük bir kalabalık duruyordu. Akif arkadaşımız yanımızdan ayrılarak diğer kuyruktaki kalabalık içinde bulunan birine doğru hareket etti; fotel şapka giymiş, yetmiş beş yaşlarında etine dolgun ve yüzünde Tatar olduğu anlaşılan bir şahısla sarmaş dolaş oldu. Birbirlerini kucakladılar. Kısa bir sohbetten sonra Akif tekrar bizim sıraya geldi. Akif yanımdan geçerken:
�Kim bu şahıs Akif Bey? �dedim, �Bu şahsı tanıyor musun?�
�Bir zamanlar derneğimizin başkanlığını yapan, Yazar Feyzi Rahman Yürter abimiz,�dedi Akif. Bu sözleri duyar duymaz şaşırdım. Bu geziye katılmadan iki hafta önce Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nden aldığım Feyzi Rahman Yurter’in �21. Yüzyılda Kırım� kitabını okumaya başlamıştım. Kitabın dörtte üçünü okumuş, geri kalan kısmını da gezi dönüşünde okuyacaktım. Kitabın arkasında Feyzi Beyin resmi vardı. Bu resimi hatırlamaya çalıştım. Evet okuduğum kitabın arkasında ki resmin canlısı karşımda idi.
Gezimin daha ilk gününde tesadüf olayları yaşamaya başlamıştım. Birinci tesadüf ;Deniz Bey ile tanışma sahnesiydi; Hava alanında banklarda otururken yanımıza spor giyimli ve elindeki küçük bir valizi ile bir beyefendi geldi. Elini uzatarak �Ben Deniz Bey �dedi. Ben de elimi uzattım ve adımın �Şükrü Bilgili� olduğunu söyledim. Deniz Bey’in hemen dudaklarından şu sözler döküldü � Aaaa. Şükrü Bey ben sizi Crimea-L@yahoogroups’ ta yazdığınız yazılardan tanıyorum� dedi. Ben de hemen Deniz Beyin ismini hatırladım.
İnternet ortamında yazılarımdan dolayı beni tanıyan bir kişi ile yüz yüze gelmek çok güzel bir duygu idi. Bu tanışma beni çok memnun etmişti. Şimdi ise ikinci bir tesadüfle karşı karşıya idim. Kitabını okumaya başladığım Feyzi Bey karşımda duruyordu. Hemen sıramdan ayrıldım. Feyzi Beye doğru yürüdüm; uzattığı elini öpmek istedim, izin vermedi, beni yanaklarımdan öptü. Sonra da sanki kırk yıl tanıyormuş gibi kucakladı.
Feyzi Beye �Kitabını okuduğumu ama bitiremediğimi� söyledikten sonra kendisini böyle bir kitap yazdığından dolayı tebrik ettim. �Cengiz Dağcı gibi siz de bu kitabınızda, yaşadığınız acı olayları ve duyduğunuz korkunç hadiseleri nakış nakış işlemişsiniz � dedim. Feyzi Bey:
� Cengiz Dağcı benim arakadaşım. Avrupa�da sık sık telefonlaşırız. Hatta geçenlerde buraya gelmeden önce kendisini aradım, görüştüm. Halını hatırını sordum. Kırım’a gideceğimi, birşey söyleyip söylemediğini? sordum.� dedi.
�Cengiz Dağcı yaşıyor mu? �dedim.
�Yaşıyor?�
�Kaç yaşında ?�
�Seksenin üzerinde ama eşi öldükten sonra çocuklaştı �dedi Feyzi bey.
Arkadaşım İbrahim Bey:
�Feyzi Bey, Cengiz Dağcı romanlarının büyük bir kısmında Romanya�lı eşinden çok sık bahsediyor. Neden acaba?� dedi. Herhalde Halil arkadaşımız Cengiz Dağcı’nın sevgilinin Polanyalı olduğunu bilmiyordu ya da unutmuştu. Feyzi Bey:
�Cengiz Dağcı�nın eşi Romanyalı değil, Polanya�lı. Bir gün Cengiz Dağcı bana öbür dünyada Regina’ya kavuşacağını söyledi. Ben de ona �Bak Cengiz Onu çok sevdiğini biliyorum. O kadın Katolik. Sen ise Müslümansın. Öbür dünyada Müslümanla Katolik birleşmez. O kadını unut, dedim. Ama Cengiz Dağcı hiçbir zaman sevgilisi Regina’yı unutmayacağını adım gibi biliyorum � dedi.
Feyzi Beyle çok güzel bir dostluk kurmuştum. Uçağımıza binene kadar kendisiyle sohbet ettim. Kitabında ilginç bulduğum ve hatırımda kalan hadiselerden bahsettim. Bunların gerçek olup olmadığını sordum. Kendisi de bana �Bak Şükrü ister inan ister inanma. Ama yazdığım hatıralarda hiç yalan yok. Eksiği var fazlası yok. Hepsi gerçek. İkinci kitabımı da yazdım.Yakında Türkiye’ye gelip bastıracağım � dedi.
Feyzi Bey Almanya’da oturuyormuş. Almanya üzerinden Kırım’a gitmek zor olduğundan iki ay önceden yerini İstanbul’dan ayırtmış, iki gün önce İstanbul’a gelmiş, bugünde bizimle Kırım’a gidiyormuş. Aynı uçakla bir yazarla yolculuk yapacağımdan dolayı sevinçliydim. Bugüne kadar ilk defa kitabını okuduğum bir yazarla tanışıyordum. Karşılıklı olarak kendisiyle kitabı hakkında konuşuyordum. Bu çok güzel bir duygu idi.
Saat 12:00’ ye doğru uçağa binmeye başladık. Cep telefonumdan eşimi son kez arayayım dedim. Cebimi çıkarıp aradım. Cevap veren olmadı. Telefonu kapattım. Eşim iki dakika sonra beni aradı ve hemen kapattı. Belli ki benim aramamı istiyordu. Hemen tekrar aynı numarayı çevirdim.Telefona Kızım Bilge çıktı.
�Kızım ne yapıyorsunuz. Annen nerede? Şu anda uçağa biniyorum. Anneni ver,� dedim. Kızım telefonu annesine verdi. Eşime:
� Gönül şu anda uçağa biniyorum. Allaha ısmarladık. Çocuklara iyi bak. Hakkınızı helal edin,� deyip, eşimle vedalaştım. İlk defa bineceğim uçağa besmele çekerek adım attım.
Uçak çok eskilerden kaldığı belli olan eski model bir Ukranya uçağı idi. Sağ olsun gezimiz tertip eden arkadaşımız maliyet ucuz olsun diye Ukranya uçağını tercih etmiş. Aslında daha sonra öğrendiğime göre Türk Hava Yolları’nın uçağı ile Ukranya uçağının arasındaki ücret farkı 40- 50 dolarmış. Aslında bu fark verilerek daha lüks olan kendi uçağımız ile gidebilirdik.
Her neyse.
Elimdeki numaraya göre oturacağım yeri aradım. Numara on üçtü. Bazı insanlarda batıl inançlar vardır;ama, ben hiçbir zaman bu batıl inançlara inanmadım. Genelde bu tür insanlar on üç sayısını uğursuz bir sayı olarak algılarlar;bu yüzden de on üç ile ilgili hiç bir şeyi kabul etmezler. Ne tesadüfkü benim koltuk numaramda on üç idi. Aklıma birden bu batıl inanç geldi ve kendi kendime de �Şükrü dikkat et;uğursuz bir sayının koltuğuna oturacaksın. Aman ha...,� dedim.
Uçağın içi aynı bir otobüsün içine benziyordu. Ortada bir uzun koridor, bu koridorun her iki yanına sıralanmış üçer kişilik koltuklar vardı. Oturacağım koltuk arka sıralarda, üç kişinin oturacağı koltukların ortasındaki bir numara idi. Koltuğum sağında ve solunda iki tane güzel Ukranya�lı bayan oturuyordu. Yerime tam oturacağım sırada pencere kenarında ki bayan bozuk bir Türkçe ile sağımda oturan bayanı işaret ederek �Yan yana oturabilir miyiz? �dedi. Ben de �tamam� deyip koridor kenarındaki koltuğa oturdum. On üç numarası hiç te uğursuz bir sayı değilmiş. Sol yanımda iki tane güzel Ukranyalı bayan oturuyordu. �Böyle uğursuz sayıya can kurban� dedim içimden.
Hostesin biri Rusça ve İngilizce kemerlerimizi ve can yeleklerimizi nasıl takacağımızı ve nasıl kullanacağımız söyledi. Bir yandan da işaretle uygulamasını gösterdi. Bizler gerek Rusça’dan gerekse İngilizce’den bir şey anlamadık ama gösterdiği hareketlerinden kemerlerimizi kolayca bağladık.
Uçağımız hareket etmeye başladı. Heyacan dorukta idi. Kuşlar gibi bende ilk defa uçacaktım. Hatırladığım kadarı ile çocukluk yıllarımda rüyalarımda çok uçardım. İşte bugün rüyalarım gerçek oluyordu. Evet uçuyordum; bu uçuşumun bir hedefi bir gayesi vardı; Cennet Vatana, kartbabaylarımın, kartanaylarımın vatanına bir kuş gibi özgürce uçacaktım. Yıllar önce vatanlarından sürülen kartbabayların, kartanayların torunları olan ben Kırım’a mas mavi ve bem beyaz bulutlar arasında gidecektim...
Çok sevinçliydim...
Uçağımız yavaş yavaş yükseldi. Ön tarafının yükseldiğini hissediyorduk. Pencereden aşağıya bakmaya çalışıyordum. Epey bir müddet uçağımız yukarıya doğru uçmasına devam etti. Daha sonra düz olarak uçmasını sürdürdü. Benim devamlı olarak boynumu uzatarak pencereden aşağıya baktığımı gören pencere kenarındaki Ukranyalı bayan: �Yer değişelim. Benim için no proplem� dedi. Bana pencere kenarındaki yerini verdi, kendiside benim koltuğuma geçti.
Aman Allahım...
Aşağıya baktığımda İstanbul Boğazı üzerinden uçuyorduk. İstanbul’un evleri, Boğaz Köprüsü, caddelerdeki arabalar çok rahat seçiliyordu. İstanbulu’muz gerçekten gök yüzünden muhteşem görünüyordu. Harika bir manzarası vardı. İstanbul Boğazı’nın Karadeniz ile birleştiği yere kadar penceremden İstanbul’u doya doya seyrettim. Sonra da Karadeniz üzerinden uçmaya devam ettik.
Hostesler bizlere yemek ve içecek servisi yaptılar. Yiyecekler içinde salama benzeyen etler vardı. Domuz etidir diye hiçbirine dokunmadım. Böreğe benzer yiyeceklerden yedim. Vişne suyu çok hoşuma gitmişti. Yer değiştiğimiz koridorun kenarında oturan çat pat Türkçe bilen Ukranya�lı güzelden, hostesten �Bir vişne suyu daha� istemesini rica ettim. Bu konuşmamla Ukranyalı güzellerle kontak kurmuştum. Bana kendisinin �Ukranya�lı olduğunu, Türkiye de bir Türk ile evlendiğini, anne babasını ziyarete gittiğini, yanındaki diğer Ukranya�lı bayanın Türkçe�den anlamadığını ve arkadaşı olduğunu, bir daha yolculukta ise Ukranya Uçağına binmeyeceğini, bu eski uçaktan çok korktuğunu,� söyledi. Bir ara uçağımız hava boşluğuna düşmüştü. O zaman çok korkmuştu bu güzeller...
Ukranya�lı bayanlar ile muhabbeti koyulaştırmıştık. Karşılıklı birbimize sorular sorarak gök yüzünde güzel bir yolculuk yapıyorduk. On üç sayısını ugursuzluğuna inananlara duyrulur.....
Karadeniz aşağıda masmavi bir çarçaf gibi serili duruyordu...
Beyaz bulutlar arasından Akmescit semalarına geldik. Gök yüzünden Akmescit’te İstanbul gibi çok güzel görünüyordu. Akmescit şehrinin çevresi dağlarla çevrilmiş, geniş bir ova üzerine yerleşmiş üç yüz elli bin insanı barındıran güzel bir şehirdi. Şehir merkezi yemyeşil ağaçlarla kaplanmış, şehirin dışında ise sanki cetvelle çizilmiş ucu bucağı görünmeyen buğday tarları göze çarpıyordu.
Tam inişe geçtiğimiz sırada pencereden bir kara tren gördüm. Hemen aklıma 18 Mayıs 1944 yılında hayvan vagonlarına istiflenerek doldurulan; bu vatanın esas sahipleri olan mazlum Kırım Tatar Türklerini hatırladım. Kendi kendime içimden �Üzülmeyin kartbabaylar. Sizleri hayvan vagonlarında Sibirya’nın tundralarına sürdüler ama bakın sizlerin torunları olan bizler bugün gök yüzünden uçakla tekrar geliyoruz. Sizler yerlerinizde rahat uyuyun. Sizlerin torunları bu topraklara gelecek, sizlerin bıraktığınız yerden bu toprakları yeniden yeşertecekler, yeniden imar edecekler� dedim.
Uçağın merdivenlerinden inerkende aşağıdaki şiiri içimden haykırarak okudum. �Hakkım� yazılan kelimenin yerine bir kez de �Kırım� kelimesini koyarak okudum. Sizlerde benim gibi bu şiirde geçen �Hakkım� kelimelerinin yerine �Kırım� kelimesini koyarak okuyun. Merhum Millî Şairimiz Şevki Bektöre�ye saygısızlık yapmamak için şiirin aslını bozmadım.
�HAKKIM İÇİN�
Herşey derin uykularda yatardı,
Gündüzünü gecesine katardı.
Zulüm hakkın pençesinde tutardı,
Uyandımda:-�Hakkım!..�- diye bağırdım.
Yeller aldı, dağlar kesti sesimi,
Azmim ile yendim bütün sesimi,
Şaşırmadan öğrendiğim dersimi,
-�Hakkım, hakkım, hakkım!..�- diye bağırdım
Bir gün geldi kan bürüdü her yeri,
Hep dağıttı yatağından erleri.
Kalmış iken ben yalnız, serseri,
Yine-�Hakkım, hakkım� - diye bağırdım.
Dağlar ateş, yerler ateş kusarken,
Cellât eller mazlumları asarken,
Hak hak iken, korkar gibi susarken,
Ben susmadım, -�Hakkım!..�- diye bağırdım.
Deniz coştu dalgalandı dağ gibi,
Dağ eridi karşısında yağ gibi,
Gök kapandı üstüme bir ağ gibi,
Dipten yine -�Hakkım!..�- diye bağırdım.
Gür sesimden bütün varlık inledi,
Her şey sustu, feryadımı dinledi.
Dedim:İnsan zalim insan çiğnedi,
Hakkımı, -�Ah, hakkım!...�- diye bağırdım.�
Not:Resimdeki Ünlü Kırımlı Romancı Cengiz Dağcı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.