- 1190 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Gelenler ve Gidenler
Sevmem, hem de hiç sevmem. Hani her kavuşmada yüreğiniz ağzınızda büyük bir coşkuyla koştuğunuz veya bohçasına attığı anılardan bir tutam da sizin eteğinize bırakıp yola çıkanlara hüzünle karışık bir veda öpücüğü kondurduğunuz garlar, istasyonlar, havaalanları vardır ya; işte ben hiç sevmem oraları. İçim ezilir. Giden de olsam, geleni de karşılasam, içim sıkılır tuhaf bir şekilde. Hüzün kokar sanki oralar hep. Yalnızlık kokar. Bir başınalığın başlangıcıdır sanki.
Nihayetinde yollara vurulan bir yolcuyu karşılamaya veya ona hoşça kal demeye gidilen bir istasyona düşmedi yolunuz bu kez. Sallanan bir mendilin ucundan damlayan gözyaşının berraklığında kayıp giden umutları göremeyeceksiniz bu satırlarda. Bir durakta bekleyeceksiniz belki ve sonra binip siz de gideceksiniz. Bir başına bırakacaksınız durağı. Hani yol alırken yorgunluktan durup bir soluk alıp biraz dinlendikten sonra tekrar yola çıkılan, çayların şirketten olduğu eski, köhne, biraz pis, biraz temiz, uyuşuk ama bir o kadar da sıcak bir durak gibi. O, son yolcunun hep aceleyle otobüse bindiği ve sonra da yapayalnız bırakılan ıssız duraklardan biri gibi. Ya da çok daha basiti de olabilir bu durakların. Belediye otobüsü, dolmuş, taksi beklediğiniz herhangi bir durak. Binersiniz aracınıza ve gidersiniz. Önemli midir durağın durumu? Ne gam!
Her kavuşma seansında içeri girilen sımsıcak bir sığınak bazen ve bazen de bir tekmede savrulup yıkılan bir kömür sobası gibi dağılan buz gibi bir kale. Tüm sırlarınızı içine bıraktığınız, göz yaşlarınızı sel ettiğiniz, kavgalarınızı, barışlarınızı, sevinçlerinizi avaz avaz yaşadığınız bir barınak.
Öyle çok ki bu durağa sessizce gelen ve sonra da gümbürtülü bir şekilde çekip giden. Bir durak olarak asla gidemeyen ve Sezen’in de dediği gibi gidenleri asla göndermeyen tek odalı küçük bir durak. Yükü öyle ağır ki bazen duyabiliyorsunuz serzenişlerini, yılların izlerini görebiliyorsunuz. Kimi zaman da duvarlarından süzülen nem birikintilerine çizilmiş yüzler gelip geçiyor damlalar arasından. İçinde dinlenen her yolcunun, ardında bıraktığı sözler oturdukları tahta masaların üzerlerine işlenmiş, kazınmış iyice oyula oyula. Hiçbir şeye dokunulmamış, olduğu gibi bırakılmış her şey.
Öyle yangınlar geçmiş ki üzerinden, hâlâ atamamış yanık izlerini üzerinden. Hiç kimse de yeniden boyamaya kalkmamış o yanıkların üzerini. Siyah bir leke gibi kalmışlar duvarlarında. Kokusu bile duyuluyor ahşap yanığın hâlâ. Tavanından gökyüzüne açılan cam pencerede yıldızların ışıltılarını ve güneşin turuncu oklarının oynaşmalarını izlerken bir şarkı yerleşiyor dilinize. Ama şarkı nedir, nasıl söylenir hiç bilmeden, çünkü mırıldandığınız daha önce hiç duymadığınız bir melodi. Bazen keskin bir karanfil kokusu yayılıp yakıyor genzinizi, gözlerinizi, yüreğinizi. Sonra?
Sonra siz de gidiyorsunuz. Ve durak bir kez daha boşalıyor. Bomboş. Kendi kendine sürdürüyor şarkısını. Ta ki artık dayanacak gücü kalmayıp dizleri üzerinde yığılana kadar. Kimsesiz; hiç kimsesiz.
Ne çok gelen ve giden oluyor içimdeki duraktan bilmezsiniz….bilemezsiniz! Günden güne çöküyor; göremezsiniz. Biner gidersiniz. Ve yeni bir yolcu gelir durağa, biraz ürkek, biraz şaşkın bakınır etrafına, tanımaya çalışır iyice, dinlenir, tahta masaya adını kazır ve o da gider bir gün. Bilmeden aslında sonsuza kadar orada kaldığını.
atilla güler ’06
YORUMLAR
SİZİ OKURKEN ÜSTADIM, KENDİMİ BULDUM SATIRLAR ARASINDA TIPKI BÖYLEİŞTE...
"Ne çok gelen ve giden oluyor içimdeki duraktan"
SONSUZLUĞA YOLCULADIKLARIM, UMUTSUZLUĞA BIRAKTIKLARIM, GÖRMEZDEN GELDİĞİM VE "Ve yeni bir yolcu gelir durağa, biraz ürkek, biraz şaşkın bakınır etrafına, tanımaya çalışır iyice, dinlenir, tahta masaya adını kazır ve o da gider bir gün." DURAGA ADINI KAZIYAN UZUN BEKLEYİŞLERDE OLAN, AMA NİHAYETİNDE ÇEKİP GİDEN....NE ÇOK GİDENLER OLDU VE NE ÇOK İZ BIRAKANLAR BU GÖNÜL DURAĞINDA...
ELLERİNİZE SAĞLIKOLSUN..... SAYGILAR..