3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
588
Okunma
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ülkelerden birinde, Masal bu ya! Belde-i Mübabareke olarak bilenen bu beldeye bağlı, nüfusu elli-altmış bin civarların da bir ilçesi varmış! Bu beldede madencilik, tarım-hayvancılık yapmak mümkün iken, insanlar genellikle hazırdan yerler, hazırdan içerlermiş. Buranın bütün bütün geçimi devlet kapısındanmış. Bu beldede her kesin hayali devlet kapısına kapılanmak ve her aybaşı devletten ücretlerini almak ve gül gibi geçinip gitmekmiş.
Derken aradan seneler ve seneler gelip geçmiş. Bu beldedeki devletin imkânları- kapıları o beldenin insanlarının yüzlerine birer birer kapanmaya başlamış. Önce halk ne olduğunu bek anlayamamış ama zaman geçince gerçekler kafalarına dank etmiş.Etmiş etmesine de; ama ne yapsınlar. Çaresiz onlarda babalarının veya babalarından kalan emekli maaşları ile geçinmeye başlamışlar.
Durum o kadar vahimmiş ki, insanlar çerezsizlikten ne yapacaklarını bilememişler. Kimi önce kendi başına ailesini anne veya babasına bırakarak başka beldelere çalışmaya gitmişler. Kimi de ailesi ile birlikte evlerini yurtlarını terk etmişler. Nüfus artacağı yerde azalmaya başlamış. Hâlbuki eskiden başka beldelerin insanları taa uzaklardan buraya çalışmaya gelirlermiş. Bu insanlarda dedelerinin eski zamanlarda başka beldelere gittiklerini duyduklarından onlarda yavaş yavaş mevsimlik işçiler gibi beldelerinden uzaklaşmaya başlamışlar.
Nüfus o kadar azalmış, o kadar azalmaya başlamış ki bir zamanlar onbinlerce olan çocuk sayısı azaldıkça azalmış. Kimsenin aklına da; “Bu beldede ben ne yapabilirim, helalinden ailemin geçimini nasıl temin edebilirim.” diye gelmemiş. Sanki her kes büyülenmişmiş. Kimse de düşünüp akıl yoramaz-yürütemez olmuş. Sanki insanların akılları durmuşmuş. Başkalarından gördükleri gibi başka yerlere göç etmişler. Etmişler etmesine de oralarda da pek iş yokmuş varsa da ne ev kiralarına nede geçimlerine yetmemiş kazandıkları. Bir kısmı geri dönmüş, bir kısmı ise ne geri dönebilmişler nede gittikleri yerlerde kalabilmişler. Arasat’ta kalmış pek çoğu anlayacağınız.
Bu yerde oturan pek çok akıllı insanlar varmış. Varmış ama her biri ellerindeki iyi zamanlarında kazandıkları paraları hep sahil kenarlarına, tatil yerlerine taşa ve toprağa yatırmışlar. Üstelik buralara ne giderlermiş nede o evlerde otururlarmış bu insanlar.Oraların ancak masrafını öderlermiş, Dülge dülge paralarla!!! Yani evlerin tapuları onların, oturanlar başkaları veya evler kendi halinde bomboş çürürlermiş. Kendi yurtlarına yapacakları yatırımlarda böylece çarçur olup gitmiş. Kendi çoluk çocukları aç iken Sahillerde evleri öylece yatarmış.
Bazen içlerinden kendini bilmez bazı insanlar(!) Gelecek felaketten, gerecek günlerin kötü geleceğinden bahsederler ve yatırım yapmanın üretmenin gerekliliğinden dem vururlarmış ama bunların çoğu cebinde meteliği olmayan insanlarmış. Onları da kimseler ne dinler nede itibar ederlermiş. Çünkü bu beldede en çok parası olanlar en akıllı insanlar kabul edilirmiş.
Hâsılı, üretmenin lüzumundan bahsedenlerin sesleri gürültüler arasında kısılıp gitmiş. Bir müddet sonrada toplumdan dışlandıklarından dolayı susmak zorunda kalmışlar. Kendi hallerinde köşelerine çekilmişler yahut çekip gitmişler.
Bu arada cebinde ve bankalarda parası olanlar ise gelirlerinin bir süre sonra azalmasından dolayı gelirlerini artırmanın çaresi olarak beldelerine yatırım yapmak ve üretmek yerine başka beldelere iş yeri açmak ve alıp satmak için dükkânlar açmaya gitmişler. Dükkân açtıkları yerlerde, bir de görmüşler ki gittikleri yerlerde kendi beldeleri gibi üretmeden kazanmak isteyen ve devlet kapısına kapılanmak isteyen insanlara ile doluymuş.
Çaresiz onlarda iş yerlerini kapatıp, birer birer kendi beldelerine dönmeye başlamışlar. Fakat kimsenin aklına da en azından elindeki para ile yatırım yapmak veya bir araya gelerek büyük üretim tesisleri açmak gelmemiş.
Bütün ülkenin pek çok yerinin insanları gibi acaba bizim beldeye de parası olan yabancılar gelip de yatırım yaparlar mı? Bana veya çocuklarıma iş verirler mi diye konuşmaya başlamışlar. Yani! Kurtuluşu ve zenginliği başkalarından bekler, başkalarının himmetine sığınır olmuşlar. Ellerinde bir sürü imkânlar da böylece heder olup gitmişmiş.
Gel zaman, git zaman insanlar kendi kendilerine kıt kanaat geçinip giderken içlerinden birisi bağırmış. “Elinden gelen öğün olmaz, oda vaktinde bulunmaz, Doğrusu aklımızı başımıza almaktır. Düşünüp, taşınıp bu yokluğa, kötü gidişimize çare bulmaktır.”demiş.
Almış mı insanları bir düşünce! Yâd ellere giden çocuklarımız geriye nasıl gelecek, beldemiz eskiden olduğu gibi nasıl mamur olacak diye! Hâlbuki çevrelerinde bulunan beldelerden bazıları bunun çözümü bulunmuşmuş ama Belde-i Mübareke’nin insanları içinde bulundukları nimetlere nankörlük ettikleri için Allah yollarını aydınlatmıyormuş.
Sonra, gittikleri yolun yanlışlığını anlamışlar mı bilinmez.! Fakat kendilerine, kurtuluşun birlikte ve birleşmekte, üretmekte olduğunu haykıran ve sesi kendisinden başkasına ulaşmayan insanlar sonunda haklı çıkmış, ama atı alan Üsküdar’ı geçivermiş.
Biz yinede bu çaresiz, ne yapacağını bilmeyen insanların akıllarını başlarına almalarını ve biran önce aklıselime kulak kabartmalarını doğru yolu bulmalarını dileyelim.
Onlar ersin muradına biz çıkalım kerevetine…
Mustafa Göktekin