- 926 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
MUTLU SON
Daha bıyığı bile terlememiş. Hani yeni yetme dedikleri cinsten. Bir çocuk…
Çocuk ama, çocuk demeye de bin şahit gerek. Simsiyah, güzelim saçlarını iki yana taramış, ıslak iki de buklesi üzüm karası gözlerine doğru kıvrılmış. Aslında ıslak değil bukleleri. Onlara ıslak görünümünü sürdüğü bir şey vermiş.
Sanki; kapkara, upuzun ve dümdüz saçlarının olması yetmiyormuş gibi… onları bir de ıpıslak yapmış.
Kıskançlık bu olsa gerek! Şu çocuğu öldürmek istiyorum.
Sadece ıpıslak, kapkara, dümdüz ve upuzun saçları olduğu için değil kıskançlığım. Şu; çöpü, evrakı, yemeği ve sağlık malzemesi aynı itinayla korunan, kokuşmuş ‘devlet hastanesi’nin en tehlikeli hastalıklara davetiye çıkaran koridorlarında seke seke dolaşan en güzel kızı tavlamak için karman-çorman bir ruh haliyle debelendiği ve neredeyse tavlamayı başardığı için de kıskanıyorum.
Az önce gene yakaladım. En güzel bakışını bakmak için zeytin gözlüye, bin bir açı denedi yine.
Kah başını sağa çevirerek gözlerini de iyice sola kaydırıp bakıyor… kah başını kaldırıp gözlerini indirerek. Arada bir de kıza sırtını dönüp keklik çevikliğiyle geriye dönüyor, başını geriye atarak.
Günlerdir zeytin gözlünün numarasını almak veya kendi numarasını vermek için çabalıyor. Ama bizimki nazlı. O, onun bildiği kızlardan değildir. Pabuç pahalıymış gibi gösteriyor. Yanında gezdiği, geçkin, çirkin, hasta ve berbat kokan hanımefendinin verdiği taktiklerle, çocuğu –sözüm ona- sürüm sürüm süründürüyor olmanın mağruriyetini son kerteye kadar yaşıyor.
Aslında şu toy delikanlının kendisine bir gelecek vaat edemeyeceğini bende biliyorum kendisi de. Ama cinsel bir obje olarak içini gıdıkladığını da, bende biliyorum, kendisi de.
Şimdi… gençliğin bu deminde, şu iki acemi şehvaninin ıssız bir adanın okyanusla bitişen herhangi bir kumsalında buluşuverdiklerini düşünün. Aman tanrım! Kızın telaşına bakılacak olursa, kıyamet kopardı. Hem de kızılca kıyamet.
Şu iki insan yavrusu sayesinde, insanoğlunun neden bazı kural ve kaideler uydurmak ve bu kural ve kaidelere uymak zorunda kaldıklarını bir daha anladım.
Bu denli tehlikeli örf ve adetlerin, bu denli baskıcı ve tutucu dinlerin oluşturduğu bir girdapta dönüp duran bir topluma mensup ve bu denli öz disiplinden yoksun bireylerin; herhangi bir örfi veya dini kaidenin tanınmadığı / bilinmediği bir toplum oluşturduklarını hayal etmek nasıl bir çılgınlık? Evet! Ben bir çılgınım. Çünkü ben aynen öyle bir toplum hayal ettim az önce.
Ben hayal ettim ama… benden yirmi yıl sonra doğmuş birileri, böyle bir çılgınlığı bizzat yaşayacaklardır.
“Ahlaksızlık” Onların varlıklarını ve yaşantılarını özetleyecek kelime, “ahlaksızlık” kelimesi olacaktır. Zira ahlak denilen sistem, oluşturulması ve bir arıza durumunda onarılması çok zor olan bir sistemdir.
Ahlak; belki de, yaşanılan yerin iklimini, hukuk sistemini, geçim kaynaklarını, bitki örtüsünü, yerel yemeklerini, dinsel ve ananevi oluşumlarını v.s. benimsemek, onlara ayak uydurarak yaşamak demektir.
E o zaman? İşte o zaman da bunun tersi ahlaksızlıktır. Bireylerde ahlaksızlık veya eğreti yaşam tarzları çok tehlikeli değildir. Çürük ahlak olarak da algılarım ben bireysel yozluğu. Bu çürük etrafa hafif bir karga ölüsü kokusu yayar.
Oysan toplumsal ahlaksızlık ve toplum olarak edinilmiş, eğreti yaşam tarzları, bir anlık bir özentiyle yayılır ve çok kısa bir sürede marjinalleşir. Böylece toplum kendi gömleğini yitirmiş ve ödünç aldığı gömleğin içine sığamadığı için, dımdızlak kalmış olur. Asıl tehlikeli olan durum budur. Bu, toplumun çürümesi demektir ve çürük bir toplumsal ahlak büyük bir lağımdır. Temizlemek için de elinizden hiçbir şey gelmez. Çünkü insanların tümünün ayaklarından ağaca asılı olarak uyudukları bir yerde, siz çıkıp; mantıklı olanın yatağa uzanıp uyumak olduğunu söylerseniz, sizin için deli derler. Aynı şekilde, çıkıp insanların farkında olarak yada olmayarak benimsedikleri veya kabullendikleri bir yaşam tarzının yanlış olduğunu da söylerseniz, gene deli derler. Ama değer. Eğer yanlışsa, deli deseler bile, “yanlıştır” demelisiniz.
Her neyse…
Eğer bu zeytin gözlü, ince belli, sırma saçlı, kalem kaşlı, düşük belli, kırmızı sütyenli, geri zekalı kız ile; şu kaygan saçlı, kıvrık bukleli, kara gözlü, dar pantolonlu, güzel çocuk ise bizim geleceğimiz… geleceğimizden çok umutlu değilim.
Kıskançlık bu olsa gerek! Şu çocuğu öldürmek istiyorum.
Sadece ıpıslak, kapkara, dümdüz ve upuzun saçları olduğu ve şu; çöpü, evrakı, yemeği ve sağlık malzemesi aynı itinayla korunan, kokuşmuş ‘devlet hastanesi’nin en tehlikeli hastalıklara davetiye çıkaran koridorlarında seke seke dolaşan en güzel kızı tavladığı için değil. Bu kadar salak olduğu için kıskanıyorum.
Çünkü salakların ne kadar mutlu olduklarını bir ben biliyorum, bir de kendileri.
Zira salak olan duyarsız ve umarsız, duyarsız ve umarsız olan da mutlu olur.
Salak olmak istiyorum. Mutlu olabilmek için.
İhsan SUVAROĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.