SERDE MİZAH VAR NEYLERSİN?
Kozanoğlu oturmuş dostları ile sohbet ediyor. Laf sulardan açılmış, şuranın suyu iyidir, buranın suyu şifalıdır, bu su müdrirdir, idrar söker, bu su böbrekte kum taş bırakmaz… diye atıp tutmuşlar. Salağın biri Kozanoğluna yaranmak için atılmış:
“Ağam Doruktepe’nin bir suyu var ki!”
Kozanoğlu lafını kesmiş bizim yalakanın:
“Al testiyi doldur getir.”
Düşmüş yollara bizimkisi, Doruktepe iki günlük yol. Ah kafa vah kafa diye danklamış kafası ama ne edersin? Yolda bir arkadaşına rastlamış:
“Hayrola nereye böyle, elinde testi?”
“Sorma, Samandağı’nda bir bok yedim, Doruktepe’ye ağzımı çalkalamaya gidiyorum.”diye nadim bir şekilde usulca söyleyivermiş haltını.
Lafını bilmezlere, üstüne vazife olmayan işlere kalkışanlara, halden bilmezlere daha başka ne denir ki? Kendilerini alakadar etmeyen işlere kalkışanlara, beylerin sultasını bölüp hüküm bildirenlere, çizgiyi aşanlara, başka bir insan hoş görünmek adına kılıktan kılığa girenlere yazıklar olsun. Samandağı’nda oturan yolcular, Doruktepe’ye hareket saati geldi. Pot kırmak isteyenler hemen potunu kırsın, gaf işlemek isteyenler hemen gafını işlesin, halt yemek isteyenler hemen haltını yesin. Yolda bir daha mola verilmeyecektir, çaylar abdesthaneden(!)
***************************************************************************
Ramazan öncesi zam yapan esnafı cuma vaazı esnasında cami minberinde şöyle haşlamaktadır sesi tok, duruşu lort hocamız vakti zamanında ilçemde: “Yazıktır fakir fukaraya el insaf! Şimdi bunlar KOTTIK MI yesinler ha!” deyu toplu bir infaz girişiminde bulunmuştur alenen. Kottık yesinler demek; biraz zehir, biraz acı, biraz zıkkım yesinler gibi bir şey. Milletin parasını çalanlar, fakirin ekmeğine göz dikenler, haksız kazanç sağlayanlar, kısa yoldan köşeyi dönmeye çalışanlar! Ne yesinler şimdi bakayım?
Ahmet HAŞİM’E sevmediği birisinin hastalandığı haberini vermişler; şair sormuş:
“Nesi varmış?”diye.
Cevap vermişler hemen:
“Böbreğinde taş bulunmuş.”
Haşim demiş ki:
“Kalbinden düşmüştür.”
Kalbi taş olan nice insan gördüm. Taşlıklarında zerre taviz vermezler. Taşın taşlığı dahi onların taş kalpliğinin yanında yumuşak kalır. Gözleri çakmak taşı gibi infilak edercesine bakar nefretle. Bakışları okun ucundaki temren gibi deler geçer cesaretinizin duvarını.
“Sözde Ben Bir İnsan Olmaya Geldim
Serimi Meydana Koymaya Geldim” diye haykırmak istiyorum Nimri DEDE misali. İnsan olmayı beceremeyenlere, insanlıktan nasibini alamayanlara, haksızlık edene, gözlerinde aşk yerine nefret bakışı fırlatanlara, dillerinde bal yerine zehir akıtanlara, yüreklerinde taş büyütüp o taşın taşlığı ile hükmedenlere; “İnsan ol evlat!” diyorum.
“Sevmek çay gibidir,
Sevilmek şeker.
Bizim gibi garipler, çayı
Şekersiz içerler.” Güler misiniz, ağlar mısınız? Aşkın çaylaştığı ve demini bulduğu noktada duruyoruz. Ya aşk poşet çaya benzetilip süzüle süzüle rengini ve kokusunu alsaydı nolurdu?
Garibanlara burada da ekmek yok anlaşılan. Biraz garibanlığı da seviyoruz hani! Biraz boz bulanık akmayı da beceriyoruz gibime geliyor. Hani gençlik anketlerinde sorulur ya: “En çok hoşlandığınız şey nedir?” sorusuna, karizmaya uymak babında; “yalnız kalmak” cevabını vermemiz gibi. Neyse, şekersiz çay da çay mıdır allahaşkına?
Biz aşkı çay gibi içer, şeker gibi algılarız.
Biz sevdik mi kesme şeker gibi, yok şeker pancarı gibi severiz!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.