gerçek
GERÇEK
Hayatın boyunca inanıp yaşadığın her şeyin koskocaman bir hata bir yanlış anlama olduğunu fark ettiğinde ne yaparsın? Yaşama amacın elinden alındığında?Hayatın dayandığı, havanın suyun var olma nedeninin herkes tarafından yanlış anlaşıldığını fark edersen? Benim başıma geldi ben cevap vereyim. Önce kendinden şüphe edersin. Herkes aptal da bir ben mi akıllıyım dersin. Kimse milyonlarca yıldır fark edemedi tanrılarına amaçlarına sadık kaldı,hayatın kendilerine yüklediği sorumluluklarını yerine getirmelerine göre kendilerine biçilen değerlerle yaşadılar, kaderlerine razı oldular onun en büyük güç olduğunu kimse sorgulamadı da sen sorguladın da mı buldun yaradılışımızdaki çelişkiyi dersin kendi kendine. Hava ve su kendilerinin neye gerektiğini bilmeden var oldular da sen mi onların varlığının da kendi varlığın kadar anlamsız olduğunu anladın. Gerçek hayatın bedenlerimizden daha gerçek olanın o herkesin umduğu kutsal kurtuluşa bir gün ulaşacağının her zaman herkes için bir olur yolu vardı: kimilerine göre dindi bu kimilerine göre ’’carpe diem’’ kimileri ben gideyim adım kalsın dedi ama herkes arkasında bırakabilecekleri bir şeylerle gerçek varlıklarının bir gün sonsuz huzura kavuşma ihtimali olduğunu kabul etti kimse reddetmedi bunu. Sadece sen mi bu kadar ince düşündün de bu gizli çelişkiyi fark ettin dersin. Sonra elinde olmadan bu düşünceyle yanarsın, uykuların kaçar. Gerçek sandığın inancının kafiri olmuşsundur. Şüphe ettiğin o kutsal gerçekle yargılar kendini lanetlersin ama bu günaha girmekten kendini alı koyamazsın kim ket vurabilmiş ki muhteşem insan beyninin yarattıklarına o muhteşem enerjiye... İşte ben bu andayım şuan. Kendimi aforoz etmekten vazgeçtim artık çünkü hepimizin gözlerinin önünde aşikar bulunan olan şeyi gördüm ben. Benim görmem değil benden başka kimsenin görmemesi şaşılacak şey bunu. Yıllar yılı kandırıldı insan oğlu ama kandıran yok, suçlusu sorumlusu yok, kurtuluşu hiç yok. Bu zamana kadar yaşayanların yaşananların anlamı yok. Bundan sonra yaşanacakları engellemenin yolu yok. Dünya evren insanlık hayat kendi üreten ve tüketen sonunda ne olacağını bilemediğim emperyalist bir makine. Şimdi bunun öcünü nasıl ve kimden almalıyım? Bu yaşamın tamamen boşuna olduğunu anladıktan sonra yaşamaya nasıl devam edeyim? Peki bu kadar zamandır hayata tahammül etmemi sağlayan mutlak kurtuluşun asla mümkün olmadığını fark ettikten sonra hayattan nasıl vazgeçeyim?
Biliyorum sen benim gerçeği göremeden önce bildiğimden de az şey biliyorsun. Sana bu yok edici gerçeği gösterebilmem için önceden, en öncesinden başlamam lazım. Dünyanın evrenin yaratılmadığı hiç bir şeyin var olmadığı o zamandan başlamam lazım. Bir yer hayal et ki ana rahmi kadar loş ve sıcak ama ısının ve ışığın olmadığı. Ama bir bayram yeri kalabalık olmasına rağmen bomboş bir yer. Havanın bile olmadığı canlıyı cansızı ayırt edebileceğin can varlığının olmadığı bir yer. Şimdi de orda insanlar hayal et ama ruhları ve bedenleri olmasın. İnsanı insan yapanın sadece engin bilgi ve düşünceler olduğu yeri hayal et. Zaten bunlardan başka da hiç bir şeyin olmadığı olmasına da gerek olmadığı kendi var olmayan yeri. İşte biz tersine evrim geçirmeye başlamadan önce insan buydu. Varlık denen rezil edicinin var olmadığı bir yerdeydi insanlar ki bulunulan yer bile var değildi aslında. Sonsuz bilginin neler getirdiğini bir düşün şimdi. Evvel ve ezel olan tek varlık insan varlığıdır. Gerçekleri bildikten üstün bilgiye ve sınırsız düş gücüne sahip olduktan sonra insanların sadece sorumlulukları vardır o da bizim şimdi anladığımız var olmayla aynı var olmada değildir. İşte buydu Ademle Havva’nın dünyaya sürgün edilmeden önce bulunduğu koşullar: huzur cennet işte buydu. Sanıldığı gibi altından ırmaklar akan çayırlar göğüsleri yeni tomurcuklanmış huriler değildi cennet. Varlığa yer yoktu cennette. Var olmayan o yeri huzur kaplamıştı. Huzur cennet işte buydu. Ademle Havva’nın da yiyebileceği bir yasak elma yoktu bu cennette. Sürgün edilmelerinin de sebebi olabilecek bir varlık yoktu zaten. Onlar varlığın ne olduğunun farkında değildi. Ama yine de nedensiz çoğaldılar. O huzurun içinde cennetlerinde çoğalmak istediler. Çünkü bilgileri düş güçleri sınırsızdı. Herkes kendinden bir parça koyduğunda hepsinin evladı olabilecek bir insan yaratabilirlerdi bunun bilgisi de onlardaydı ve bunu yapmaya çalıştılar. Yaratılmamış ilk insanlar yaratılmışların ilkini yaratmaya soyundular var olmuş ve artık sonsuza dek kaybolmuş cennette. Ama olmadı. Sınırsız bilgi bile o hassas dengeyi korumaya yeterli değilmiş. Sınırsız düş gücü bile içinden çok az bir miktarı eksildiğinde sonsuzluk sıfatını kaybediyormuş. İnsanlar kendilerini cennetten böyle çıkardı işte. Hayır hayır çıkarmak değildi yaptıkları. Var olmadığından yok ettiler de denemez ama bir şeyler var ederek o Hiçbir şey olan var olmayan cenneti yok ettiler. Yarattıkları o yaratılmış ilk insan eksikliydi kusurluydu,sonsuz bilgiye sahip değildi asla olamazdı o lanetliydi o vardı. Yitirdikleri o müthiş cennetin lanetine uğramışlardı artık insanlar. Yarattıkları bu kusurlu insana bu eksik bilgiye karşı bir şeyler var olmaya başlamıştı. Bu eksikli insanla bile gurur duydular yaratmanın keyfine vardılar. Ilk yaratılan eksik bilgiye karşı ilk varlık oluşmuştu. Ne kadar adaletli değil mi kaybolan bilgiye enerjiye karşı oluşan madde varlık. Ne kadar bilimsel değil mi E=mc2.Çoğalma arzusu, cinsel güdüler...Daha sonra da çoğaldılar ve var oldu insanlar önce ihtiyaçları oluştu sonra ihtiyaçlarını karşılamaları için maddeler oluştu ya da yaratıldı. Açlık hissi mideleri bitkiler derken bu koskoca evren oluştu ve hala da oluşmaya devam ediyor hızla. Oluşurken de enerjiden bilgiden tüketiyor. Cennetimizden sömürüyor.
Şuan yaşadığımız dünyada işler nasıl dönüyor peki bunu anlayamadın değil mi? Sen kimsin ne kadar eksiksin cennetimizden neleri yok ettin neleri var etmek için? En önemlisi de cennete dönebilmek için dünyada yapman gereken fedakarlıklar ne? Bunları hiç düşünme.O kusurlu var olan güdülmeye alışkın beyninle ne bulabilirsin ki. Evrenin oluştuğunu ve her yarattıkları kusurlu insana karşı cennetlerinden daha da uzaklaştıklarını fark eden insanların daha çok fazla varlık kazanmamış olanları yine de senin aklının alabileceğinden çok daha fazlasını bilen insanlar dünyayı bir düzene oturtmayı başardılar iyi kötü. Belli bir sınırın üzerinde kusurlu doğan insanları eğitip onlara bilmediklerini öğretmeye çalıştılar. Öğrendikleri farkına vardıkları her gerçeğe karşı bir varlık kayboldu. Bilginin artmasıyla beyinler çalışmaya başlamasıyla insanlar kaybolan cennetlerine bir adım daha yaklaştılar. Evet doğru tahmin ettin. Kıyamet öyle sandığın gibi bir anda bir surun üflenmesiyle kopmayacak. Günden güne daha çok yaklaşacak insanoğlu cennete. Yavaş yavaş varlık yok olacak bu evren insanlar düşündükçe öğrendikçe daha fazla cennet olacak. Sonunda da cennete en çok layık olanlar değil o zamana kadar dayanabilenlerin hepsi cennete kabul edilecek. O yokluğu karşılayabilecek kadar üstün bilgiye sahip olabilenlerin hepsi cennette o mutlak huzurda yerlerini alacaklar.
Tabi insanlara bir şeyler öğretmek hiç de kolay değil. Matematik fizik öğretmek değil zor olan hayatı ve evreni kavratabilmek ama bunun için de beyinlerinin belli bir güce ulaşması gerekiyor. Bu sebepten de evrenin basit, kusursuz insanların düşünmeden kendilerinden bildikleri gerçeklerini kavramalarına çalışılıyor. İşte milli eğitim sistemlerinin temel amacı. Önce her doğan kusurlu çocuk 8 yıllık temel eğitime tabi tutuşuyor. Bundan sonra hala bazı gerçeklerin farkına varamayanlara liseye devam etme hakkı tanınıyor. Hala anlayamayanlara da üniversiteler kazandırılıyor. Bu arada kavradıklarıyla da tüm insanlığı cennete daha da yaklaştırmış oluyorlar. Bu gerçekten de yorucu olan tempo sonunda genelde insanlar kavradıklarıyla şu anki yokluğa kabul ediliyorlar kendi hallerinde yaşamalarına izin veriliyor. Yaratılış hakkında onlara anlatılan masallara evrenin oluşumuna ilk insanın tek bir kutsal yaratan tek gerçek varlık tarafından yaratıldığına inanıyorlar eğitimin şart olduğunu savunuyorlar evrenin kanunlarını bildiklerini sanıyorlar yaptıkları uzun eğitimlerle övünüyorlar yokluğa da hiç bir zarar vermeden kendi dünyalarında varlıklarını sürdürebiliyorlar. Ama bazılarının ne mahşere ne de beşere faydası dokunamıyor ne yazık ki. Tüm uğraşlara rağmen kavrayamıyorlar ve yıllarca eğitim görüyorlar. Bunlar için dünyada ne yazık ki fazla yer yok. Bu yüzden de savaşlar ve sahte soykırımlarla belirli aralıklarla bu varlıkların temizliği yapılmak zorunda kalıyor. Ruanda da olduğu gibi de bunlar öyle sebeplere bağlanıyor ki kimse altında başka bir şey aramaya da kalkmıyor. Savaş da bu dünyanın gerçeklerinden biri olarak kabul edilebiliyor çünkü.
İstenmeyen şeyler de oluyor dünyada ne yazık ki. Tüm varlıklar bilginin ve enerjinin oluşumuyla yok olmuyor. Doğanın yaptığı sürprizler bizi cennete yaklaştırmıyor her zaman.Doğanın değişmesi bilgiyi de değiştiriyor. Varlık çözünüyor yavaş yavaş doğa kendini de yok ediyor bir yandan o birşeyden habersiz yaşayıp giden eksikli insanlar yüzünden. İşte böylece varlıkla yokluk arasında dengesizlikler oluşuyor. Acaba varlık azalırsa bu sefer öğretilen bilginin yerine ne kaybolacak? Bunu kimse sonuçlarını görmeye cesaret edecek kadar merak etmiyor kimse görmek istemiyor. Ellerinden neyin alınacağını kim bilebilir ki buna karşılık?
Ama biz kandırıldık bu kadar da temiz değil bunun iç yüzü. İnsanoğlu o kaybettiği cennete tekrar asla kavuşamayacak kavuşsa bile tekrar yitirecek ya da kavuştuğunun farkına varamayacak. Çünkü bu insan. Ona yaratma arzusunu veren neydi bu kadar mükemmeliyetin arasında? Sınırsız bilgi ve sonsuz düşünce gücü onlardan hırslarını zaten uzaklaştırmamış mıydı? Yoksa gerçek mitlerden biri mi bu da diğer yaratılış inançları kadar uydurma bir inanç mı? Asla olmamış mıydı varlığın var olmadığı bir cennet? İnsanlar en başında ellerindekiyle birbirleriyle yetinmeli bilmeliydi. Dedim ya bu sömürgesi üreten ve ürettiğini devamlı tüketen bir düzen mi sadece? Ürettikçe yeni tüketim hırsları yaratan ihtiyaç doğuran bir sistem? Bir varlığa bir yokluğa talep oluşturan kocaman bir fabrika belki de. Varı daha fazla var yoku daha da yok eden bir sistem. Apaçık gözlerle gördüğümüz bir karabasan. Kurtulup bir devrim yapmanın mümkün olmadığı bir yönetim biçimi. Ne profesyonel devrimciler geldi geçti ama yine de üstün gelemedi doğallığın kendini yoktan var edişine insanoğlu da ona yön verebileceğini sandı yıllardır ama olmadı olamazdı da zaten. Kaynaklarımızı kendi rızamızı almadan tüketiyoruz bunun bir adı vardı ama neydi? Din değildi değil mi?