- 614 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
YARA
Kadın, yatak odasının kapısını öyle bir hırsla açtı ki duvara hızla çarpan kapı, menteşelerini yerinden oynatmasına ramak kaldı.
Öfkeden yanan gözlerini yatağa sabitledi..
Saldırmamak için bir eliyle kapı kasasından sıkıca tutarak ileriye doğru hamle yapan bedenini kendi kolunun kuvvetiyle engellemeye çalışıyordu.
Yüzü kıpkırmızı olmuştu, boğazındaki damarlar başına hücum eden kanın şiddetinden gerilmiş ve patlayacak gibi şişmişti.
Ciğerlerine dolan havayı haykırarak boşalttı.
“Ahlâksızlar!.. Namussuzlar!..”
Ardından olanca gücüyle tükürdü.
“Tüüh size, hayvanlar!.. Sen ne şerefsiz adammışsın böyle, sen ne kadar kalitesiz biriymişsin be adam! Bu nasıl vicdan, bu nasıl erkeklik!.. Hem de komşu kadınla ha!.. Hem de benim yatağımda ha!.. Söyle bana, bu fahişenin benden fazlası ne? Benim bu sürtükten eksik yanım ne?.. Söyle namussuz, söyle bana; sende hiç mi ahlak yok, sen de hiç mi kişilik yok?.. Ben ne yaptım da sana bunu bana reva gördün ha!.. Terbiyesiz köpek!.. İt, iğrenç yaratık!.. Ben bu yatağı sevgimizin mabedi olarak gördüm hep, şerefsiz!.. Nasıl kirletirsin benim yatağımı bu sürtüğün teniyle?.. Ben sana taparken senin şu yaptığına bak!.. Daha iki gün önce bana hep âşık olduğunu, bensiz yaşayamayacağını söylemedin mi!.. Ahh benim salak kafam ahh! Bana söylemişlerdi de inanmamıştım; yok, yalan söylüyorsunuz, benim kocam böyle şey yapmaz, demiştim. Bir de bana âşık olduğunu söylüyordun ha!.. Yalancı pislik!.. Sana aslan gibi bir oğul doğurdum, sana kul oldum, sana köle oldum; kadınlığımı emrine verdim, daha ne istiyordun!.. Sürtük!.. Sen de çıkar o kolyeyi boynundan, kaç gündür onu arıyordum ben. Onu bana işte bu adam almıştı; o benim yaş günü hediyem. Öperek takmıştı boynuma. Sıkıca sarılmıştık birbirimize, hiç kimse ayıramazdı bizi o an. Eliyle başımı göğsüne bastırmıştı, saçlarımı kokladığını hissetmiştim; her zaman koklardı… O gece balıkçı meyhanesine gitmiştik. Kemancı masamızın başında bizim şarkımızı çalmıştı. Şarabımızı yudumlarken gözlerimiz de gözlerimizi içmişti. Altı yıllık evliydik o zaman; sanki evli değil sevdalıydık biz. Balıkçıdan çıktıktan sonra sahile koşmuştuk. Birbirimize yıldız tutmuştuk gökyüzünde, kendi isimlerimizi koymuştuk onlara. O yıldızlar durdukça orada sevecektik birbirimizi. Sen ne anlarsın bunlardan yosma! Sizin yıldızınız oldu mu hiç?.. Seni benim kadar sevmemiştir ki olsun! Bu adam benim canım, bu adam benim nefesim; başımı omzuna koyup ağladığım yastığım o benim. Biz bu adamla… Çıkar o kolyeyi boynundan şıllık!.. O kolye benim… Biz bu adamla dünyanın en mükemmel sevdasını yaşıyoruz. Ben bu adamın bir bakışından ne dediğini anlarım, o da benim bakışımdan anlar ne dediğimi, biz konuşmadan konuşuruz bunu biliyor muydun sen?.. Sen ne dediğini anlar mısın onun gözlerinden?.. Hah! Güleyim bari, nereden anlayacaksın ki!.. Çıkar şu kolyeyi o iğrenç boynundan!.. O kolye benim yaş günümün hediyesi…”
Oğlu, yay gibi gerilmiş kadına arkasından sarıldı, yavaşça yüzünü kendine çevirdi. Başını omuzlarına bastırdı. Nefes nefese kalan kadının saçlarını okşayarak sakinleşmesini bekledi. Gözlerinden iki damla yaş süzülürken inler gibi mırıldandı annesine.
“Anacığım benim; benim güzel anacığım!.. Artık yetmez mi? Bu olay olalı yıllar oldu, babam da öleli neredeyse beş yıl olacak. O gün kapıyı açtığında görmemezlikten gelmiştin, tek kelime etmemiştin, ne oldu sana böyle babam öldükten sonra! Her akşam aynı şeyi yapıyorsun, ne anlıyorsun bu boş yatağa haykırmaktan!.. Yeter be anacığım, yeter artık!”
Kadın, kollarını oğlunun boynuna doladı.
Hıçkırarak ağlıyordu.