Öylesine
Sana bir yerlerden alıp yazmak yerine, Ben kendimi yazmak istiyorum.
Beni okumanı istiyorum.
O zaman, adı Celaleddin-i Rumi. Selçuklunun Kadısı, mollası. Rivayet edilirki 16 ilim tahsil etmiş. 5 lisan bilir. Matematik kimya fizik astroloji gibi ilimleride tahsil etmiş, İlim adamı, Amilse kibirli olur. Onlara kibirde haktır, revadır. Hatta bir gün parmağını gökyüzüne çevirir " Ben Konyanın cadde ve sokaklarını bildiğim gibi merihin(marsın) cadde ve sokaklarınıda bilirim" diyecek kadar ilim sahibidir.
Lakin,
Celaleddin çok süslü giyinen etrafına küçük bakan birisidir.
Muntazam kıyafetleri vardır. Halk etrafında el pençe divan. Bir gün bu ahval içerisinde, İplikçi camiinde mollara ders verdikten sonra dışarı çıkar. Süslü elbiseleri ile süslü atına biner, halk etrafında, şeyhin elini eteğini öpme yarışında. İşte o an. O lahza. Atın yularını pejmurde ve yaban kılıklı bir adam tutar. Ne cür’et. Halk kızar. Celaleddin sakin olmalarını söyler. Pejmurde kılıklı adam -sana bir sorum var? der.Mevlana - sor der. Adam - Hazreti Muhammed’mi büyük? yoksa Beyazıdı Bistamimi? der. Mevlana- Subhanallah bu nasıl soru elbetteki Hazreti Muhammed büyük der. Adam- O halde neden Hazreti Muhammed " Allah’ı tenzih ederim" dedide, Bistami " Nefsimi tenzih ederim" dedi. Mevlana- Hazreti Muhammed bir ummana daldı, geri bir ucundan dışarı çıktı. Bistami ummana daldı çıkamadı, sandı her yer umman. Kendini deniz sandı. Öyle deyince, pejmurde adam- kibirlenme toprağa gel dedi. Celaleddin tereddüt dahi etmedi. Toprağa attı kendini. Ordaki sırrı kimse bilmez. Lahza bakıştır. Allah bilir ne savaş koptu o anda. Ama artık Celaleddin yoktu. Mevlana vardı. Zayıftı çelimsizdi sinirliydi, öfkeliydi, müsamahası yoktu, anlatılanlar gibi değildi, bakışı keskin, kalemi keskin, sözü keskin, yüreği keskindi...Eğer ondaki ilimler olmasa idi. Şems onu yakıp helak etmiştii. bir kere sema ettiği rivayet edilmemiştir.
Sevgilinin yüzüne baktı..Gözlerini okudu...
her neyse Mevlana yolunda değilim. Sevdam beşeridir. Aşkım kalbidir...Seni seviyorum derken nefsimi tenzih edemem.
Evet seni seviyorum...Yanık seviyorum, yangın seviyorum..Evet etinde kemiğinde gözüm yok, lakin hangi libas içinde gezinmektesin.(Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm dersin) Yazacağım, en ağır kelimelerimle yüreğimi ortaya koyacağım ez geç. Mayıs sıcağıdır. dallarda çiçek, bahar havasıdır. Lakin içim kavrulmakta isede ciddi üşümeler geçirmekteyim, aklımın varlığı ile kalbimin sancıları arasında kaldım... Gözüm arar koyunun kuzusunu araması gibi, his kafi değil. Şems terkeder. Mevlana arar, yalancının biri Şemsi gördüğünü filanca yerde olduğunu söyler. mevlana kese kese altınlar verdirtir o sahtekar adama. Derlerki yalancıdır. -Biliyorum der, eğer doğru olsa idi, servetimi verirdim. Nedennnnnnnnnnn hissetmiyormuydu. Sence nerde olduğunu bilmiyormuydu. Sence rabıta içinde değillermiydi. şu an bende seninleyim ama sen beni ne vakte kadar görmezden geleceksin. Kalpten kalbe bir yol vardır. Ben o yolun sonuna geldim fakat hancı yok han boş, erzak yok. Neden karşılaştık, nasıl???, yoktun yoksuldum, varsın zelil ve perişanım, varlığında yokluğunda dert... Derdinide senide hangi tene ve libasa büründü isen onlarıda seviyorum, Eyvallah başım gözüm üstüne canım yanıyor demiyeceğim zira sen zaten biliyorsun. ne vakte kadar kelimeler bana ben kelimelere zulmederim bilmem ama adıma aşk demişler, incinirim, incitirim, severim ama terkedilirim.
Benim adım samimiyet, Şemsimi kaybettim, kâh açar güllük gülüstanlık olur yer gök, kâh çeker gider kor beni zifiri karanlıklarda, son son mısralar hediyemdir, yüreğinde açılan yarayla beraber. Her vakit yaşayacağım, kelimeyede cümleyede tümlecede kızdım, zira beni anlasanda sen bende zahirde kaldın. Gelse idin girse idin içeriye bir bende bir daha Sen vardı, adna ar dediğim, adını hasret koyduğum, alıp öptüğüm, şeref üstü bir varlık, sana yürekte bir yer ayırmadım ben, BEN YÜREĞİMİ SANA TAHSİS ETTİM, revamıdır adına Yar dediğim bak Kalemi kırdım, Mürekkebi devirdim, gözlerimi kapattım, nefesim saklı... sukuta râm oldum. Eyvallah Üstad. Tebrik sana Canımı yaktın...
Bu ne güzel koku böyle,
bu ne güzel koku.
Gül bahçesinden yoksa gelen o mu?
Gece mi bu gelen, misk mi bu, amber mi bu?
Bu ne güzel koku böyle,
bu ne güzel koku.
O pazardan tezcecik yoksa o mu geliyor,
yoksa güzelimiz geri mi geliyor ne?
Bu nasıl yüz böyle,
bu nasıl ışık?
Bu nasıl ay böyle,
bu nasıl güneş?
Mağaradan mı çıktı,
dağdan mı iniyor,
o yalnızlığın adamı,
o dost?
Boş yere arama şarap testisini sen.
Koklama onun ağzını sen boş yere.
Şu meyhaneciden mi geliyor sandın onu;
dostum, onu sen kendin gibi belleme.
Yolda o yapayalnızsa ne olur?
Başında sarık yoksa ne çıkar?
Ne bundan güneşe bir leke olur,
ne ayın gösterişine zarar.
Bu gece uyuma dostum, uyuma.
Bir kolayına getir onu bul.
Sarhoşlar meclisine hep böyle geceleyin gelir o.
Bu gece uyuma dostum, uyuma.
Biz duvara asılı duran resimleriz.
Bizi yapan ressamın varlık şavkı
duvarın üzerine bir vurdu mu,
bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldanmışız
Onun servi boyu bir göründü mü,
bakarsın dünya güllük gülistanlık.
Kalktı bir salındı, kendini bir gösterdi mi.
bakarsın kıyamet koptu gitti.
Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindendir o.
Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.
Sustum artık ben,
sustum artık
Bu şiir utanıyor ondan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.