2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1543
Okunma
Atatürk; Cumhuriyet döneminden önceki yaşamında, okul döneminde, özellikle Harbiye’de öğrenci olduğu yıllarda ve mezun olup, subay olarak görev aldığı dönemlerde, Oligarşi, Monarşi, Mutlakıyet yönetim şekillerini yakından tanıyordu. Öyle ki; Kurtuluş Savaşı’ndan önceki yıllarda, bu yönetim şekillerinin içinde bizzat yaşamıştı.
Okul yıllarında Osmanlı Yönetiminde Mutlakıyet, Meşrutiyet yönetimlerinin bir dönemini kendi de yaşamıştı. Türk Ulusu’nun, Türk insanının benliğinde bu yönetimlere karşı bir uyumsuzluk olduğunu tespit etmiş bulunuyordu. Özellikle Harbiye’de okuduğu yıllarda “İsmini gizli de tutsalar” Cumhuriyet Yönetimi belleğinde şekillenmeye başlamıştı. Türk insanı o günkü yönetimden daha farklı bir yönetim şekline layıktı, onlara göre… Atatürk’ün belleğinde şekillenen bu yönetim; toplum iradesine dayalı bir yönetim şekliydi… Evet; bunun da bir kelimeyle anlatımı, “Cumhuriyet” ti. Atatürk bunu biliyordu.Onun istediği yönetim de, bir kişinin ya da bir zümrenin saltanatı, üstünlüğü, iradesi olmamalıydı… Bunun açıklamasına gittiğinizde; o da, halkın kendi içinde seçtiği, toplumun iradesini temsil eden bir meclisin yönetimiydi.
O; insanların kendi iradesiyle, kendilerini yöneten bir sistemi hayal ediyordu. Bu yönetim şeklinin adı da, yukarıda açıklandığı gibi Cumhuriyet’ti. Bu hedef, bu hayal Ata’da şekillenmeye başladığı zamanlar o, henüz Harp Okulu öğrencisiydi. Ama, bu sırrını, bu düşüncesini, hayalini, kendisinden bile saklıyor, kimselere bahsetmiyordu. Bu konudaki gözlem ve araştırmalarını o yıllardan itibaren yapmaya başlamıştı. Fakat, çok gizli bir sır olarak da içinde saklıyordu.
Burada biraz durup düşünelim… Altı yüz yılı aşan, kökleşmiş bir Osmanlı İmparatorluğu; her organı ile ayakta durup yönetimini, tüm ihtişamı ve gücüyle sürdürürken, siz ortaya çıkıp, “-Hayır, ben Cumhuriyet yönetimi istiyorum..” diyebilir miydiniz? Koca İmparatorluğa karşı tek başınıza, (Don Kişot misali ) ortaya çıkıp, savaş açma cesaretini gösterebilir miydiniz? O ortamda bu, olabilir miydi? Düşünebilseniz bile, toplumun arasında açıkça söyleyebilir miydiniz? Mümkün müdür bu? Sanmıyorum. Bunu, Atatürk de biliyordu. Onun için, Harbiye yıllarından itibaren çok gizli olarak, bu yönetimi düşünmeye başladı… Daha sonraki yıllarda Batı Trakya’daki Ataşelik görevine gönderilince, yakın çevresindeki kader birliği yapacak seçkin arkadaşlarına, uygun bir zamanda bu düşüncesini, (Çok Gizli) olmak kaydı ile açıkladı.
İşte; ilk “Kemalizm” düşüncesi, o yıllarda doğdu… Daha sonra da bu düşünce bir cemiyetin tüzüğü ile Kemalizm’in temelini oluşturdu. Böylece çok gizli bir cemiyetin ilk adımları atılmış oldu… Satırlarımın burasında artı parantez bir şeye değinmek istiyorum. Belediye’den emekli olmazdan birkaç yıl önce, Belediye arşivinden bazı eski kitapları alıp Zabıta odasındaki kitaplığa koymuş, zaman zaman zabıta memurlarının, personelin bu kitapları okuması, nöbet anında boş zamanlarında bu kitapları okuyup, biraz da kitap okuma alışkanlığının kazandırılması amaçlanmıştı.
Nöbetçi olduğum bir gün, bu kitapları şöyle bir karıştırmıştım. Aralarında 30-40 sayfalık saman kağıda basılmış ince bir kitap vardı. İsmini tam olarak hatırlayamayacağım ama KEMALİZM ve Kemalizm’i benimseyen kişilerin uyacağı kuralları anlatan bir kitaptı. İlgimi çekmiş, bir süre o kitap elimden düşmemiş, inceleyip okumuştum… Ardından kısa bir süre geçti. O kitap, ortalardan kayboldu. Ne oldu bilmiyorum.. Bir daha hiç görmedim. O kitabın ilk sahifelerinde, Kemalizm’e alınacak üyelerin bir yemin törenini anlatıyordu… Tam teferruatıyla anlatamasam da, hatırımda kaldığı kadarıyla, üye yemin yapılacak toplantı yerine gözleri bağlı olarak getiriliyor, oradakilerle birlikte, üzerinde Türk Bayrağı serili ve bayrağın üzerinde silah bulunan bir masanın etrafına ayakta, çepeçevre dizilip bir eliyle yanındaki kişinin belinden tutup, bir eliyle de silaha el basarak yemin edilir, ondan sonra maskesi çıkarılıp üyelerle tanıştırılıyormuş.. Kemalizm kitabından şu an aklımda kalan bu kadar… Şöyle bir aklımızı askerlik yıllarına kaydırıp düşündüğünüzde, bugün askerdeki acemilik dönemi olan 45 günlük eğitimden sonra yapılan yemin törenlerinde de alanlara uzun masalar dizilir. Üzerine Türk Bayrağı serilir. Onun da üzerine çeşitli hafif silahlar konulup, askerler etrafına dizilir. Bir elini arkadaşlarının beline dolayıp bir ellerini de silahların üzerine koyup yemin merasimini yaparlar… O yeminden sonra da acemiler tam asker sayılır. Üstlerine selam vermeye, nöbet tutmaya başlarlar…
Suat TUTAK-SÖKE