- 802 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kürekçi ile Gökkuşağı Çiçeklerinin Hikayesi...
Hiç görmemişsindir muhtemelen, çünkü sıcak havaları sevmez pek, bulutların ardında hareket eden bir kürekçi vardır gökyüzünde... Sırtı dönüktür dünyaya, ağır ağır çeker küreğini, bilirsin dalgasız denizdir çünkü, havayı itmeye ne var, niyetlense yeter, hafif hafif kaydırır küreğiyle havayı, yol alır, ilerler, gökyüzünde bulutların hemen ardında, sandalından hayal kırıklığı tohumları atar yeryüzüne, arada bir, karın bildik şekli varya goncaya benzer hani, aynı şekildedir ama sıcacıktır, buhar gibi, görünmez o yüzden çıplak gözle, yere değince görünür, erir, kaybolur hemen, farketmezsin. Bazen de sana değer ıslandığını hissedersin ama hemen kaybolur, erir, farketmessin ama hafif hafif ısınmaya başlar için, tedirgin olursun biraz, aklına eski zamanlar gelir; mutluluklar, pişmanlıklar, artık umulmayan umutlar, -aldatıldıysan hayatta en az birkaç defa-. Birkaç gün sürer, biraz çikolata yersin, birkaç film, unutması zor olmaz bütün kötü hatırlattıklarını, hayal kırıklığı tohumunun sana değipte eriyen; şarkılar şiirler böyle değildir ama. çünkü onlar teslim etmezler hiç bir şey, ne kahve tadının acılığını ne şekerin tatlılığını, ne de başka biri olmanın gerçekliğini veremezler birkaç saatiliğine de olsa, sadece esir ederler; çekip alırlar, sonra biraz melodi, birkaç güzel kelime ile süsleyip,püsleyip hediye paketi yapıp, armağan ederler bütün kötü hatırlattıklarını hayal kırıklığı tohumunun sana değipte eriyen, Bütün süprizleri, hediye paketlerini beklemeden açıpta içinden çıkan şaşkınlığın ve mutluluğun fışkırması gibi hayatına, esir ederler seni, bir armağan almış olmaya, ne zaman duysan o melodiyi, ne zaman okusan o güzel kelimeleri hatırlayacağın kötü hatırlattıklarını hayal kırıklığını tohumunun sana değipte eriyen...
Çil çil çocukluktur yüzünde etkisi hayal kırıklığını tohumlarının sana değipte eriyen. Biraz hayal etsen, ürkersin, ama çocuk olamazsın ya artık cesaret de edemezsin, büyümekten korkmuştun çünkü, annen baban da yaşlanacaklar diye, ne kadar sakladıysan ürkekliğini o kadar büyümüştün ya, alabildiğine ürkek hissedersin şimdi bu etkiyle, ama unutursun bir sonraki dakikanın başlangıcına kadar, sürekli hatırlar ve unutursun –ki esarettir bunun adı- sonsuz bir saklama gücüyle, çünkü geri dönülmeyen tek şey büyümektir ya bu hayatta, günden güne farketmeden edindiğin –kendini koruma özel yeteneğinle- hayatın bugüne dek şekillendirdiği kudretiyle, saklarsın ürkekliğini ama bir anda sudan çıkmışçasına kurumaya başlarsın, ıslaksındır ama kuruyorsundur, dıştan içe başlamışsındır kurumaya, suyun altına girsen dahi, içinde bir kıpırtı kupkuru bir derinin ardındaki serinliğe, aslında zihninin sana oynadığı bir oyundur bu yıllarca ıslanmış olmanın anısıyla, ama unutturamaz kendine de aynı zihin bir süre sonra kupkuru kalacağını, ıslanmaktan ürkmüştün, kuruyarak ölüyorsun, aynı şarkılar, aynı melodiler, aynı fışkıran mutluluğu gibi açtığın hediye paketinin, acıyı defalarca kez tatmış olmanın lezzeti sarar herşeyini, çünkü acıyı tattıktan sonra kendin olabilirsin yeniden; umutsuz, güvende, ve kupkuru hissedersin etkisiyle kötü hatırlattıklarının, hayal kırıklığı tohumunun sana değipte eriyen...
Kürekçinin bu yüzden sırtı dönüktür hep, bulutların ardından yüzdürür sandalını hep, hep, çünkü gözlerdeki buğuyu sever, ellerinde kuruyan gözyaşlarını, bulutludur, kasvetlidir, gridir bütün bunlar...
Ama her griden nasıl sıyrılırsa en geç gün sonunda siyah ve beyaz, aslında her zaman önce siyah ve sonra beyaz, çözümsüz değildir kötü hatırlattıklarından kurtulmak, hayal kırıklığı tohumunun sana değipte eriyen...
Denizle tam ortasından bölünmüş bir şehrin ortasında, iki tarafına ittiği gibi ölümü ve doğumu, birbirleri olmadan öksuz kalacaklarını bile bile ayırdığı gibi umut ve umutsuzluğun aralarında gidip gelemeyen dalgaların soğuğuna karşı, denizle sarılmış sarmalanmış, ya ılık ya sıcak olan, süte bulanan kurabiyenin zaten dilinin üzerinde erimek üzere buğdaylıktan, şekerlikten, çocukluktan çıktığı yolculuk gibi kendiliğinden yaşanan, yanyanayken susturan, apayrı yerlerinde bile aynı özlemleri, aynı heyecanları yaşattıran, kurabiye ve sütü sen uyuyakalırken önüne koyan beyaz saçlı ninenin elleri gibi kurabiye ve süt kokan bir şehri özleyen bir çocuğun aklında çatısında kendisinin yaşadığını hayal ettiği bir cephesinden ışık, bir cephesinden karanlık alan; alt katı doğmanın, orta katı katı büyümenin, çatısı da bitmenin kızıl kare kiremitlerinden örülü bir ev vardır. Evin bodrum katındaysa, çocukluğunda kaçıp saklandığı yeri, çocukluğundaki kaçıp saklanmalarıyla, kimseye ifade edilmediği ama sırf bu sebeple doğruluğundan asla şüphe etmediği gerçekleri keşfederken büyüyen, büyüdükçe ürken, ürktükçe derinleşen, derinleştikçe daha da derine saklandığı o bodrum katının içinde, kahve tadının acılığına, şekerin tatlılığına ve artık başka biri olmanın gerçekliğine sahip, aynı şehirde üşüyen, aynı şehri düşleyen bir kadının ellerinde gökkuşağı çiçeklerinden ölümsüzlüğün merhemi yapılmaktadır. Gökkuşağı çiçekleri o kadar küçüktür ki, öyle küçük ellerde, ufalana ufalana, yedi renkten toza dönüşürler. O yedi renkten toz, yine aynı ellerden sürülünce çatıdaki çocuğun yüzüne, çocuğun aklında yeni yeni evler yaratılır. Doğmanın, büyümenin ve bitmenin kiremitlerinden örülü duvarlarının içinde o yeni yeni evlerin, sonsuz adette hayatlar varolur ki o hayatlar da ancak hayal edildikçe varolurlar. Bulutsuz gökyüzleriyle kaplı çatılı o evlerin üstünden geçemez kürekçi hiçbir zaman ve atamaz, dökemez, saçamaz hayal kırıklığı tohumlarını.
Bodrumdaki kadının ellerine öylesine muhtaçtır ki aslında çatıdaki çocuk, çocuğun aklındaki doğmanın, büyümenin, bitmenin kiremitlerinden örülü duvarların içindeki hayatlara sahip olan insanlar, hatta kürekçinin kendisi bile, çünkü alttaki birilerinin artık ölü hayallerinin cansız bedenlerinden, üstteki, ortasından deniz geçen sehrin bütün rüzgarını yiyip, üstelik süte bulanmış ağızda eriyen kurabiyenin lezzetine yutkunan birilerinin şimdiki hayallerinin bedenlerini de delip geçen renksiz çiçeklerin tohumlarıdır hayal kırıklığı tohumları, inatla yokolmak için havaya karışırlar ve kürekçinin sandalına doluşurlar umutsuzca, saçılırlar arada bir çünkü zaten yüzünü kimseye göstermeyen kürekçinin kaybedeceği bir küreği, bir sandalı bir de sadece niyetlenmesi bile ittirmeye yeten havası vardır. Koca, kokusuz, gri bir hava yalnızca. Kürekçi de herkes gibi kaybetmek istemez elinde olanları bir işe yaramasalar bile, çünkü o da ürkmüştür, o da saklanmıştır, saklandıkça büyümüştür, büyüdükçe saklanamamış, saklanamadıkça görülmüş ve sonunda soluğu gökyüzüzünde almıştır, hem de bulutların arkasına, hiç bir yere gidemeyen bir sandalın üzerinde, sandalını hiç bir yere götüremediği kıyafetsiz ve yalnızca gri bir havayı itebildiği bir kürekle...
Çatıda hayal kuran çocukla, bodrumda ölümsüzlük merhemi yapan kadın ersinler muradlarına biz çıkalım kerevetine...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.