- 1262 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Kavuşma Fısıltılarıyla Tükendi Mevsimlerimiz
Dokunmasız bir yaşam geçiyor avuçlarımın incecik çizgilerinden
Örselenen yüreğimin tarumar ovalarında baharlarım yitiktir şimdi
Bir bekleyişin sarı odalarındayım, tükendim hüznün ezgilerinden
Gelgitlerle kabaran bir denizim, özlem yağmurların selleri getirdi
Peşin ödenmiş mutlulukların veresiye defterlerine çizerdim sevdalı bakışlarını. Yanağına yansıyan günlerin kıskançlık nöbetleri bitince kıyımlarla örselenen hayata buruk bir bakış olurduk. Yol ikiye ayrılırdı ansızın, biri gerçeğe, diğeri özleme kıvrılırdı. Hoşça kal derdik mırıltılarla, dönüp birbirimize yeniden bakamazdık. Biz, kendi çizgilerini asırlar önce çizmiş bir dünyanın en son yolcularıydık.
Yakılmış şehirlere sevdanın tohumlarını ekerek, kekremsi yaşlarla suladım toprağını güllerin. Rüzgâr çehremi sarsarken ben yaşanası gülüşlerinin şah damarlarına gizlendim, yoksul umutların kıyılarına vurunca dalga sensizliğe şükrettim. Varlığının çelik hasretlerinin kapıları çalardı ve sen uzatıp başını ürkek ‘kim o’larla alırdın bekleyişlerini gözlerimin kıskanç odasına. Ben olurdu elleri, ben gibi titrerdi bedeni, ancak benim kadar özleyemez, ben kadar sevemezdi seni.
Gerçeğe ayrılmış sürelerin vedasına ellerimiz uzanınca, dudaklarımızdaki yapışkanlık birbirini kilitlerdi. Sırım gibi bir ırmak geçerdi göğsümüzden, kopardık. Ellerimiz birbirini özleyiverirdi, çaresizdik, kanardık. Zamansız itirafların nefesleri dar bir odaydı sanki içimizde, üzerimize yıkıldıkça susardık. Bir yaşam resitaliydi kangren sırlarımız, öfkeler tetiğe uzanmadan asla konuşmazdık. Asi geçişlerin dumanlarıyla, biz çoğu zaman karmakarışık kalırdık.
Kavuşma fısıltılarıyla birbirimize sarılan kolların tam ortasından geçince akrebin döşü, ertelenen bir menzile çarpardı gözyaşlarımızın izdüşümü. Ne çok mevsim biriktirmiştik oysa, kilitlerle örselenen yılları karıştırırdık arada bir. Koyu bir bakışın tam orta yerinde hayata vurulurduk. Yasaktık, geçici vedalarla gücenirdik, yorgun kentlerin istasyonlarında bir sonraki günü beklerdik. Aşktık, sevgiydik, kopar kopar birbirimize daha güçlü düğümlerle eklenirdik.
Bir ömrün suya düşen gölgesine çarpıyor hüznüm, parmakta üşürken direnç. Kelebek cesetleri karışıyor toprağa, suyun saklısına çöreklenirken mil. Özlemi taşıyor gemiler karanlık gecelerde, korkulu yarınlar taşırken nil. Çiğnenmiş bir toprak sabırla yağmuru bekliyor, göğsünde sancılı geceleri gizlerken zil. Erişilmez yaşamların dergâhına karıştıkça gelgitler kendi kayalarını deliyor, kapanırken avuçlar. Yangın tükenişi harlıyor, unutuluşa serilen dünlerin kilimleri kiri saklıyor. İklimler çevrildikçe çürük ipleriyle gönül odamızdan atılmayı bekliyor.
Denizin iyoduyla yıkadım yüreğimi bugün, seninle nefeslendiğim yollardan geçerken. Sözler biriktirmiştim sana, rüzgâr çaldı yırtık ceplerimden. Yosun gözlerinin dalgalarına eğmek istedim başımı, martı çığlıkları baskın çıktı, sesimi duymadın. Başıboş balıklara yem atıp, adı silinmiş sandallarla sana gelecektim, istemedin. Gemiler kalktı uzaklara, her dalga beni taşıdı yokluğuna, fark etmedin. Susuyorduk aslında konuştukça, zaman dardı, biz vedalarda tükenen iki sevgiliydik.
Boynumuza asılan veballerle dalacağız az sonra zorunlu vedalara. Tükenmiş bir günün artıklarını gizleyecek rüzgâr. Sen orada, ben burada batmakta olan bir güneşe yüzümüzü tutarak güz şarkıları mırıldanacağız. Öyle sarhoş olacak gülüm özlem, bir an gibi içimizin dehlizlerine gizlenecek. Unutarak birbirimizi uykulara dalacak, düşlerin bedelsiz yaşandığı pembe rüyalarla avutacağız terli ve yorgun bedenimizi. Gece sırlarımızla ve ölümsüz aşklarımızla günaydınlar yeniden doğana kadar.
Kırık dallardan yürüdükçe şıra, toprağa damlar yürekten süzülerek her yara. Kulak gürültüyü düşledikçe ve zarını zedeledikçe kahır birikir yarda. Göğsünde uyuyup, dudaklarında uyanmak varken ve ben sessizliğinle parçalanırken, aldırma kuşkulu talanlara. Dağıt dertlerini, at kininle seni tarumar eden bütün öfkelerini. Seninle dönen küremden el salla bana, uzat dudaklarını arzulayan aşk adamına. Bir gün gelir bu yoksul düşler umutlarla bilenir, fermanlar çıkarırız kavuşmalara ve künyemizdeki aşkla karışırız gülüm biz de yaşanası baharlara.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Kükreyen bir aslan gibi,ağlıyan bir yüreğinle,homurdayan ve can veren bir ölü gibi,yaşamın çizgisinden var olan aşkların yarattığı mezar hep var olmuş ve olacaktır.Aslı ile Kerem,Leyla ile Mecnun gibi.Yansıyan ve yansıtılan cümlelerin süslediğin bu güzel yazına tebrikler...Aşklar üzerine yazılmış ve de yazılacak daha çok şey var olacaktır.Toprağa düşen hangi tohum yeşermedi ki,gönüllerde yaşıyan hangi sevda ağlamadı ki,hangi canlı veya cansız nesnesi için titremediki...
doğruluk tarafından 3/27/2009 10:22:24 PM zamanında düzenlenmiştir.
Boynumuza asılan veballerle dalacağız az sonra zorunlu vedalara. Tükenmiş bir günün artıklarını gizleyecek rüzgâr. Sen orada, ben burada batmakta olan bir güneşe yüzümüzü tutarak güz şarkıları mırıldanacağız. Öyle sarhoş olacak gülüm özlem, bir an gibi içimizin dehlizlerine gizlenecek. Unutarak birbirimizi uykulara dalacak, düşlerin bedelsiz yaşandığı pembe rüyalarla avutacağız terli ve yorgun bedenimizi. Gece sırlarımızla ve ölümsüz aşklarımızla günaydınlar yeniden doğana kadar.
harikasın üstad muhteşem anlatım yine
Yakılmış şehirlere sevdanın tohumlarını ekerek, kekremsi yaşlarla suladım toprağını güllerin. Rüzgâr çehremi sarsarken ben yaşanası gülüşlerinin şah damarlarına gizlendim, yoksul umutların kıyılarına vurunca dalga sensizliğe şükrettim. Varlığının çelik hasretlerinin kapıları çalardı ve sen uzatıp başını ürkek ‘kim o’larla alırdın bekleyişlerini gözlerimin kıskanç odasına. Ben olurdu elleri, ben gibi titrerdi bedeni, ancak benim kadar özleyemez, ben kadar sevemezdi seni.
kutlarım hocam