Sevgi, aşk ve tutku
13 Mayıs 2007
Pazar
Başlangıç zor gibi görünür... Aslında bunu bu kadar büyütmeye gerek yoktur. Bir yerden başlıyor herşey... Ne de olmazsa herşeyin bir ilki vardır! Benim de zihnim düşünmeye başladı mı düşüncelerimin nereden başlayıp, nerede biteceğini tahmin etmem zor oluyor... Hele de belli bir konuya odaklanmamışsam! Bu gece ne yazsam şu satırlara diye düşünürken içimden İnsanoğlunun ne istediğini bilmemesinden dolayı kendi hayatlarını ve çevrelerindeki bireylerin hayatlarını nasıl etkilediklerini yazmamın bana huzur vereceğini düşündüm.
Bir söz vardır. “Ne istediğini bilmeyen, bulduğunun da değerini bilemez.” Gerçekten anlamlı ve düşündürücü bir ifadedir. İnsanların beklentileri ve beklentilerinin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi nedeniyle yaptıkları davranışlar çoğu zaman tutarsızdır. İnsanoğlu kendisi için her zaman en iyisini, en güzelini ister... Ancak nedense sözkonusu olan çevresindeki paylaşımda bulunduğu bireyler olunca aynı duyarlılıkla hareket etmeyebiliyorlar. Aslında tüm bunlar çelişkilidir... İnsanlar sevilmeyi, değer görmeyi, huzurlu ve mutlu yaşamlarını sürdürmeyi arzu ederler. Ancak tüm bunların karşılıklı paylaşımlarla olabileceği gerçeğini gözardı ederler...
Neden insanlara değer verdikçe insanlar verilen değer kadar değersiz olmak isterler?
Neden insanlara açık olduğunda herşeyi direkt söylediğinde kaçarlar?
Neden insanlar birşeyi kazanmak için peşinde koşarlar ve kazanınca kazandığı şeyi değersiz olarak düşünürler?
Çabuk kazanılan şeyler değersiz midir? Yoksa değeri mi bilinmez? Yoksa bilinir mi?
Yaşam devam ettikçe, paylaşımlar arttıkça ve tecrübe edindikçe zihnimizde her adımda bir soru daha beliriyor. Yeni insanlar tanıdıkça, hayata bakış açımızda ve algılama tarzımızda da etkileşimler ve değişimler yaşanıyor. Değişimleri örnek vererek yaşama uyarladığımızda anlaşılabilmek adına; bir insan aldatılmadan, terkedilmeden ya da tam tersi konumda bulunmadan tüm bunları yaşamış birisi kadar derinden hissedemez. Hayat tecrübelerimizle şekilleniyor.
Yaşadıklarımızdan ders alarak zaman içerisinde yürüdüğümüz yolda karşımıza çıkacak diğer tüm yaşanacaklar için tecrübe ediniyoruz. Hayatı yaşayarak öğreniyoruz. İnsanoğlu yaşadığı sürece sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmeyi hedef alarak yolunu çiziyor. Herkesin huzurlu ve mutlu yaşama anlayışı birbirinden farklı olabiliyor. Benim bu yazıda genel çerçeve olarak çizeceğim tablo sevgi, aşk ve tutku üzerine olacaktır. Günümüzde küçüğünden, büyüğüne herkesin dilinde “sevda” gezinip durmaktadır. Hatta enteresan şarkı sözleri ile “sevda markette, sevda pazarda, sevda kasapta, sevda okulda, sevda her yerde” sevda dile düşmüş kimin umrunda! şeklinde kinaye yapılarak sevginin ne kadar baside indirgendiği vurgulanmaktadır...
Sevgi nedir?
Aşk nedir?
Tutku ile birisine bağlanmak nedir?
Özlemek nedir?
Sarılmak ne ifade eder?
İnsanoğlu ne istiyor?
Beklentisi nedir?
Yaşamının anlamı nedir?
Güven duyma hissini neden paylaşmak ister?
Neden İnsanoğlu yanında kendisini anlayacak, hayatı paylaşabileceği birisini arzu eder?
Sorularımızın ve arzu edilenlerin sınırı yok ki! Aslında ortak noktamız sevgidir.... İçimizdeki en kutsal duygu “Sevgi”dir. Sevgi insanı hayata bağlayan, kendisini değerli hissetmesini sağlayan güçtür. Bir insan kendisiyle ilgilenen, kendisini düşünen ve önemseyen birisinin varlığını hayatında hissettiği anda içini huzur kaplar. Yaradılışımız gereği sevmek ve sevilmek ihtiyacımızdır. Gözlerimizin derinliğinde bir çift gözü karşımızda gördüğümüzde iki ayrı bedende bir ruhtur hissedilen... Bazen sımsıcak bir sarılıştır bedene ve kaybolmaktır sevdiğimizin kollarının arasında. Bir busedir gönlümüzü uyandıran ıssız odasında. Kendimizi yalnız hissettiğimizde kapkaranlık bir odada gibiyizdir. Oysa sevildiğimizi hissettiğimiz anda ışık süzülüverir kalbimizin kararan loş odasına...
An gelir başımızı yaslamak isteriz bir omuza. Yapayalnız, gecenin karanlığında belimize dolanacak ve sımsıkı sarılıp yalnızlığımıza ortak edebileceğimiz kolları ararız yanıbaşımızda.Yaşımız kaç olursa olsun yalnızlığı hissettiğimiz anda boynu bükük masum bir çocuğuz o anlarda... İnsanın zihninden neler geçer, neler neler ister de hayat hep istediklerimizi mi sunar bizlere! Yine bir soru daha belirdi zihnimizde. Ya da şöyle diyelim herkesin arzu ettiği sevgi, aşk ve tutku aynı mıdır! Mümkün mü ki bu düşünce...
Hayal gücümün sınırlarını zorlasam bu yazı herkesçe ruhen kaldırabilir mi acaba! Neyse konuyu dağıtmayayım. Tüm bunlar için cesaret gerekiyor. Tüm bunlar dediğim nedir ki! Konu dağıldı yine... Sevgi de, aşk da, tutku da cesaret ister! Yürek ister! Hayat oturduğumuz yerden mutluluğu sunmuyor ki! Bir insanı tanımak için zaman geçirmek ve paylaşımda bulunmak gerekiyor. Tanımadığımız birisini sevebilir miyiz! Ona tutku ile bağlanabilir miyiz! Mümkün mü? Bilmiyorum ama aklım ve mantığım hayır diyor...
Bireyler ilk olarak iletişim ile uyumlu olup olmadıklarını değerlendiriyorlar. Zaman geçirdikçe ve birbirlerini tanımaya, algılamaya başladıkça zaman geçirmekten keyif alıp almadıklarını, huzurlu olup olmadıklarını ve bu birlikte paylaşımların kendileri için ne anlam ifade ettiğini muhakeme ederek kendilerini sınamaktadırlar. Belli bir süre sonra taraflar arasında duygusal bağ kurulmakta ve daha fazla zaman geçirmeyi arzulamaktadırlar. Ya da birbirleri için hayata farklı bakış açıları olduğuna karar vererek görüşmeme ya da sık görüşmeme kararı da alabilirler. Ne zaman ki bir erkek ve kadın bir araya gelir ve zaman geçirir bunun sonucunun duygusal bir bağ olmasını beklemek mantık dışıdır. Zaten bu düşünce mümkün değildir... Paylaşımlar arttıkça ve bu paylaşımlar taraflara huzuru ve mutluluğu beraberinde getirdiği sürece bağlılık ya da sevgi dediğimiz bağ oluşmaya başlayacaktır. Zamanla bu sevgi bağı yoğunlaşarak aşka ve tutkuya dönüşebilmektedir. Bunun da mümkün olması tarafların birbirlerine karşı benzer sevgi, ilgi, saygı ve duyarlılıkla yaklaşmasıyla mümkün olacaktır. Bu duruma beklentileri karşılamak da diyebiliriz... Etki ve tepki olayı!
Tüm etkileşimler zamanla hayatlarımıza yön vermektedir. Konu o kadar dağıldı ki şimdi nereye bağlayacağım diye düşünmem gerekiyor. Bir anda parmaklarımın ucuna geleni yazınca sonunu getirmek zor oldu.
İnsan yaşarken bir davranışı yaparken diğer adımı da düşünerek öngörmeye uğraşmalıdır. Ya da konuşurken, düşünerek konuşarak karşı tarafta yaratacağı etkiyi önceden öngörebilmelidir.
Sonuçta doğarız, büyürüz ve ölürüz... Büyüme evresi gelişme evremizdir ve artık hayatımızda birçok değerin yerli yerinde olmasını arzu ederiz... Seven bir eş ruh, huzurlu ve mutlu bir beraberlik, aşk ve tutkulu bir yaşam... En azından ben ne istediğimi biliyorum! Ama insanın ne istediğini bilmesi isteklerinin gerçekleşmesi için yeterli değildir. Hayatta her istediğimiz olmuyor ki! Zaten sevdiğimizin bizi sevmesi, ya da bizi sevenin bizim onu sevmemiz anlamına gelmeyeceğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Belli bir yaşa geldikten sonra erkek ya da kadın ne ister?
Doğumuyla birlikte aile içerisindeki eğitim ve terbiyeyi okul eğitimi ve etkileşimi takip ettikten sonra sosyalleşme ile iş hayatının ardından erkek ya da kadın zaten hayatta birtakım birşeyler yaşamış ve tecrübe edinmiştir. Ya arzu ettiği şekilde olmamıştır istekleri ya da isteklere beklenen karşılığı verememiştir ve yalnızdır. Neticeye bakalım, “Yalnızız”dır. Şimdi diyeceksiniz “Annenin karnından da dünyaya tek geldin”... Olabilir ama yaşarken yanımda beni anlayacak, ruhumu ve mantığımı kavrayacak birisini istiyor olabilirim... Kim istemez ki!
Kim ki istemiyorum derdir kendi kendisini kandırıyordur. Kim sevilmek istemez ki! Ya da sorunsuz, konuşmadan dahi bir bakışıyla kendisini anlayacak rahatlatacak bir insanı kim arzu etmez ki! Bu mümkün mü! Bu düşünce mantığıma ters geliyor. Sonuçta insanoğlunun beklentileri üç aşağı beş yukarı benzerdir ancak bu beklentileri için yaptığı davranışlar ve dile getirdiği sözler tutarsız olunca o zaman dengeler bozulmaktadır. Yoksa herkes kendisine davranılmasını istediği gibi davransa ve çevresine o gözle bakıp algılamaya çalışsa dünya güllük, gülistanlık olurdu...
Herkes istiyor ama sadece istiyor... Çoğu bireyde arzularının gerçekleşmesi için hareket edecek yürek yoktur. Hangimiz oturduğumuz yerde hiç hareket etmeden ya da iletişim kurmadan sevgi, aşk ya da tutku ile karşılaştık ki! Bana böyle birşey olmadı...
Özetle zaman geçirme, iletişim ve paylaşımlar insanının birbirini anlaması, algılaması ve sevginin, aşkın ya da tutkunun oluşup oluşamayacağının anlaşılmasında önemlidir. Konu dağıldı dağılacağı kadar... Bir de son zamanlarda şu evli erkek ya da bayanların yaşadığı boşanma davalarının artması konusu var zihnimi kurcalayan... Bu konuyu da yarın yazmaya devam edeceğim. Uykum geldi. Saat 01:39... Yarın sabah kaldığım yerden devam edeceğim bu konuya.
On dört mayıs saat öğle 12:28... Ancak şimdi fırsat bulup düşüncelerimi yazmaya kaldığım yerden devam etme imkanı buldum. İnsanlar biraraya gelirler, birbirlerini tanıma kararı verirler. Ya tanıdıkça birbirlerine uyumlu olmadıklarını düşünürler ve birbirlerinden uzak durma kararı verirler ya da zaman geçirmekten keyif alıp birbirlerine daha çok bağlanarak daha fazla vakit geçirmeyi arzu ederler. Zamanla paylaşımlar arttıkça sevgi ve değer verme de artar. Bir süre sonra taraflar birbirlerine karşı hissettikleri yoğun duygular nedeniyle daha fazla saat birarada olmayı arzu ederler. Arada güven ve sevgi bağı oluşmuştur. Ayrı geçirilen saatlerde sevgiliye özlem hissedilir. İlgi artar. Görmediğin anda telefon ile de olsa iletişim kurmak istersin. Sesini duyarak dahi rahatlarsın. İçini huzur sarar. Seviyor ve sevildiğini hissediyorsundur. Hayatta yalnız olmadığını; seni anlayan, ruhunu algılayan hayatta iyi gününü ve kötü gününü paylaşabileceğin sevgidolu bir kalp hissedersin yanında. Sevgi, saygı, güven, ilgi, değer görme ve en önemlisi seni algılayabilecek bir eş ruh... Yazarken bile insanın yüzünde tebessüm oluşuyor. İnsan daha ne ister ki!
Zamanla tüm bu etkileşimler ile birlikte taraflar birbirlerine sevgi, aşk ve tutku ile bağlanırlar. Geçirilen zaman yetmemeye başlar. Yaşamlarını birleştirme kararı verirler. Böylesi durumlarda erkek ve kadın açısından evlenmede beklentileri gözden geçirmekte fayda vardır.
Türk toplumunda ilk önce erkeğin toplum içindeki konumu ile birlikte evliliğe bakış açısını ve beklentileri konusunda beyin fırtınası yapalım. Öncelikle gerçekçi ve mantıklı bir şekilde gerçeği gözardı etmeden beynimin her zerresini yazmayı arzu ediyorum.
Öncelikle gerçek olan şu ki “kadın ve erkek eşittir” ifadesinin gerçekçiliği tartışmalı bir konudur. Tüm dünyada bu tartışma sürerken Türk toplumunda kadın ve erkeğin eşit şartlarda yaşamını sürdürebilme olasılığının az olduğunu gözlemlemekteyiz. Neden bu düşünceye sahip oladuğumu gözlemlediğim olaylarla açıklayacağım. Türk toplumunda erkek evlenmeden önce manevi ve fiziki ihtiyaçlarını giderebilmekte, dilediği şekilde özgürce yaşayabilmektedir. Bir erkeğin kaç kız arkadaşı olduğu, kaç kişi ile cinsel ilişkiye girdiği ya da bakir olup olmadığı sorgulanmamaktadır. Oysa Türk toplumunda bayan olarak ahlaklı ve namuslu bir şekilde alnınız açık ve başınız dik hayatınızı sürdürebilmeniz için her davranışınıza dikkat etmek zorundasınızdır. Evleneceğiniz zaman bakire olup olmadığınız, hayatınızda kaç erkek ile duygusal bağ kurduğunuz ve arkadaşlık ettiğiniz sizin namus anlayışınızı yansıtacaktır. “Erkek adam yapar” sözü ile Türk toplumunda erkeğe verilen sorumluluğun, namus ve ahlak anlayışı ile yaşadıklarının ilintili olamadığını göstermektedir.
Erkek duygusal olarak bir bayana ilgi duyduğunda ilk adımı atan ve sevgi paylaşımını harekete geçirecek olan egemen güç olarak hayatımıza yansımaktadır. Oysa kadın bir erkeğe ilgi duyduğunda ve duygusal anlamda bir bağ oluştuğunda ilk adımı atan taraf olursa toplumda kendisine daha farklı gözle bakılmaktadır. Yaşadıklarımız bize gösteriyor ki kadın ve erkek Türk toplumunda eşit değildir. Oysa kadın da olsa erkek de olsa arzu edilen sevgi, saygı, güven, değer görme, aşk ve tutku ile bağlılığın hayatlarımıza anlam katması huzurlu ve mutlu bir yaşam sürdürmektir. Ancak Türk toplumunda erkek egemen yapı namus ve ahlak anlayışını yansıttığından bayanlar hem manevi hem fiziki baskı altında doğru insanın gelip kendisini seçmesini beklemektedirler. Oysa kadın da erkek kadar sevdiğini özgürce karşısındaki erkeğe hisettirebilmeli gerekirse ilk adımı atarak o insanın kendisi için mutluluk getirecek kişi olduğuna inanırsa mücadele etmesi doğal karşılanabilmelidir. Neden sadece erkeğin, kadını seçme hakkı olsun ki! Bir kadın da bir erkeğe ilgi duyup onu seçip, onunla mutlu olmak isterse bu namussuzluk mu! Gerçek şu ki Türk toplumu bu duyarlılık ve bilince sahip değildir. Oysa sevgi, aşk ve tutku karşılıklı sevgi, saygı, değer görme, güven, ilgi, duyarlılık ve bilinç ile alevlenebilir. Kadının da erkek kadar huzuru ve mutluluğu kendisine sağlayacak insanı seçme hakkı doğal karşılanabilmelidir.
Erkek belli bir yaşa gelinceye kadar; belli bir eğitimden geçer, askerliğini-vatani görevini yapar, iş sahibi olur, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir. Hayatını dilediği şekilde yaşar. Bekaret sorgulaması yoktur . Cinsel hayatında dilediği şekilde davranır. Artık bu durum sürekli olunca mutlu olmamaya başlar ve tabiri cayizse hata ettiysem affola, bir çiçekten diğer çiçeğe uçmaktan yorulunca evlenme niyeti zihninde yer edinmeye başlar.
Zaman evlenilecek kızı bulmaya gelmiştir. Özellikle bakire olanı tercih edilendir. Nefsine hakim olan, aile kızı, namuslu ve ev hanımı bir eş arzu edilir. Kendisine sevgisini belli eden, şefkatle yaklaşan, herşeyiyle ilgilenen, işten eve geldiğinde gününün nasıl geçtiğini soran, derdi ya da sıkıntısı varsa dinleyip çözüm üreten, muhabbeti bol olan sıcak yemeğini sofrada hazır tutan sevgidolu bir kadın bekar hayatından sıkılan adamın aradığı eş örneğidir. Artık anaç bir kadın ile evlenme, huzurlu ve mutlu bir yuvada bebek sahibi olarak babalık duygusunu tatma anı gelmiştir. Yaş ilerlemektedir ve erkek eski fiziki gücünü ve cazibesini yitirmeye başlamıştır. Bir süre sonra çevredeki bayanlardan beklenen ilgi azalmaya başlayacaktır. Sevgi, aşk ve tutku eski günlerindeki kadar güçlü hissedilemeyecektir. Zaman namuslu bir kadın bularak onunla ömrü paylaşmaya gelmiştir...
Erkek evlenme kararını verdiğinde çevresindeki bayanlara daha farklı gözle bakmaya ve seçici olmaya başlar. Aradığı güzel, akıllı, anaç, sevgi ve şefkat dolu saygılı bir eştir. İşten eve geldiğinde evini düzenli, tertemiz bulabileceği, evine, eşine, ailesine bağlı, evi ev yapan ocağı tüten lezzetli yemekler pişiren, iyi gününde kötü gününde yanında olup kendisine destek olacak hayatı paylaşabileceği kendisini anlayan bir eş erkeğin evlenmek istediği kadın tipidir. Dolabını açtığında pantolonlarını ve gömleklerini ütülü bulursa, kendisine saygı duyan ve sözünü dinleyen iletişim kurduğu bir kadınsa, kılık kıyafetine özen göstererek nerede ne giyeceğini nasıl davranacağını bilen bir kadınsa o erkek dünyanın en şanslı adamlarındandır. Yıllar yılı o gönülden diğer gönüle gezmiş ve nihayetinde evlenme kararı vererek geri kalan ömründe huzuru ve mutluluğu kendisine sağlayacak olan bir kadınla evlenmiştir.
Tüm bunlar bir erkeğin arzu ettikleridir. Ancak dünyada her istediğimizin olduğunu gözlemleyemedik. Bir de tüm bu yaşananlardan sonra bu tipte bir kadın ile değil de daha farklı bir seçim yapan erkeğin hayatını inceleyelim. Diyelim ki kadın yemek pişirmeyi, evde temizlik ve ütü yapmayı, bulaşık yıkayıp, çamaşır sermeyi yapmaması gereken işler olarak görüyorsa ve evlenmişse ne olacak! İşte o adamın hayatı huzur ve mutluluk yerine zehir olacak. Adam işten eve gelecek “Bu gece ne yiyeceğiz karıcığım” diyecek. Kadından gelen cevap, “Ben senin hizmetçin miyim her gece her gece sana yemek pişireceğim geç kendin pişir, ben de işte tüm gün yoruldum bir de yemek yapamam” diye yanıt verirse ne olacak! Adam bir gün cevap verecek, iki gün cevap verecek üçüncü gün zaten evimde huzur yok ki yine gidip tartışacağımıza düşüncesiyle işten çıkınca evi yerine bir restoranta ya da arkadaşına yemek yemeğe gidecektir. Belki zamanla alkol kullanmaya da başlar. Hatta eşine şiddet de uygulayabilir... Zamanla evdeki iletişimsizlik ve paylaşmama kadının erkeğe, erkeğin de kadına olan saygısını yitirmesine neden olacaktır. Saygı olmayan yerde ne sevgi, ne huzur ne de mutluluk kalır. Basit bir yemek olayı olarak bakamayız kadının evde yemek pişirmeyi reddetmesine. Bir erkeği evine bağlayan kadındır. “Dişi kuştur yuvayı yapan” ifadesi boşuna söylenmemektedir. Kadın da iş hayatında olabilir. Belki de hem erkek eş, hem de kadın eş iş hayatında evlerine ekmek derdi için mücadele ediyordur. Önemli olan saygı’dır. Tarafların birbirlerine karşı söz ve davranışlarıdır. İşten eve gelindiğinde bir taraf sofranın hazırlanmasına katkı sağlarken diğer taraf da yemeğin pişirilmesiyle ilgilenebilir. Sonuçta bir iş gününün ardından giyilen kıyafetler şu veya bu şekilde kirlenecektir. Kirlilerin yıkanması ve kurutulup, ütülenmesi hayatın doğal akışının devam edebilmesi için şarttır, ihtiyaçtır.
Evli olan eşlerin birbirlerine destek olarak ortak huzur ve mutluluklarının devam ederek aralarındaki sevgi, aşk ve tutku bağının kopmamasını sağlamak, hayatlarını devam ettirebilmeleri için yapılması gerekenlerin paylaşılmasıyla mümkün olacaktır. Yuva dediğimizde ilk akla gelenler; sevgi, saygı, kıymet bilme, değer verme, güven, sadakat, karşılıklı iletişim ve ilgi’dir. Bunlar manevi yönlerdir...
Bir de ortak huzur ve mutluluk için evin içindeki düzen önemlidir. Tarafların yemek ihtiyacı (bulaşık yıkama, yemek pişirme, alışveriş yapma), uyku ihtiyacı, temizlik ihtiyacı (tertip, silip süpürme, toz alma, çamaşır yıkama, serme ve ütüleme), Sosyal olma ihtiyacı (misafir davet etme, görgü, misafir ağırlama) ruhi ve fiziki paylaşım evliliğin ortak paylaşımlarındandır. Huzurlu ve mutlu bir evlilik için tarafların bu konularda birbirlerine destek olmaları, birbirlerini algılayabilmeleri gerekir.
Evli erkek veya kadının birbirini algılayabilecek ruhi ve duygusal olgunluğa sahip olması gerekir. Denge olursa tarafların sıkıntısı da o kadar az olur. Örneğin evli erkek ya da kadın sabah uyandığında diş fırçalama, sabah kahvaltısı ve sonrasında işe gitmek için hazırlandığı sırada her sabah taraflardan kadın ya da adam işe giderken uygun olmayan bir iş kıyafeti giyme konusunda ısrar ederse bu evdeki huzurun bozulmasına neden olacaktır. Örnek verecek olursak kadın işe giderken dar bir bluz ya da mini bir etek ile işe gitmekte diretirse ve her sabah eşi uyarmasına rağmen bu tavrını sürdürürse sabah yeni doğan güneş ile güne tatsız ve mutsuz başlamak için etken sebep oluşmuş olacaktır. Aynı şekilde erkek de her sabah uygun olmayan renkte pantolan ve gömlek giyerek uyumsuz renklerle olumsuz yönde dikkat çeken bir şekilde işe gitme konusunda ısrarcı tutum sergilerse tarafların birbirine hoş gelemeyen bu ısrarcı davranışları ortak huzura gölge düşürecektir. O nedenle eşler olabildiğince birbirlerinin uyarılarını dikkate almalı ve konuşarak seviyeyi, saygıyı koruyarak gereksiz tartışmalardan uzak durmalı, uzlaşmak için çaba harcamalıdırlar. Ortak huzur ve mutluluk için kadın ya da erkek kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmeli ve sevgi, aşk ve tutkunun sürekliliğini sağlayabilmek için kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa eşine de o şekilde davranmaya dikkat ve özen göstermelidir. Herkes yoğun geçen iş gününün ardından eve geldiğinde huzur ve muhabbet arar. Hayatımızı sürdürebilmemiz için çalışmamız şarttır. Çalışma ve sosyal hayatın gerekleri de hayatın doğal akışında mevcuttur. Giydiğiniz kıyafetten, konuştuğunuz konulardan ve yaptığınız davranışlardan kendiniz sorumlusunuzdur. Bu sorumluluk eşinize ve çevreye olan sorumluluğunuzdur da aynı zamanda. Herşeyin bir yeri ve zamanı vardır. Bu nedenle dengeleri koruyabilmek önemlidir. Saygı olan yerde huzur ve mutluluk vardır. Saygı olan yerde herşey iletişim ile çözülebilir.
Nerede başladım ve nereye geldim. Tam olarak zihin fırtınası yaşandı. Beynimde ne varsa yazmaya çaba harcadım. Sevgi, aşk, tutku ve sürekliliğinde evlilik... Verdiğimiz kararlar, yaptığımız seçimler... Hayatta herşey bizim için. Kendimiz seçimler yapıyoruz ve sonuçlarını da kendimiz yaşıyoruz. Çevremize, kendimize ve eşimize saygı ve sevgi ile yaklaşırsak ve empati kurarak algılamaya çalışırsak hayatımızda huzurlu ve mutlu olmamamız için neden yoktur.
Hayat ayrıntılarda gizlidir. Bir insan düşünüldüğünü ve değer gördüğünü hissederse dünyanın en mutlu canlısı oluverir. Bu nedenle kendinize yapılmasını arzu ettiğiniz ve sizi mutlu edecek davranışları siz de çevrenizdeki bireye yaparsanız o da mutlu olur. Karşılıklı mutluluk da ortak mutluluktur ve huzuru sürekli kılar.
Paylaşımlar arttıkça, ortak noktalarda huzur sağlandıkça taraflar birbirlerine sevgi bağı ile daha sıkı bağlanırlar. Birbirlerine bağlandıkça üzmemek için daha fazla fedakarlık yaparlar. Sevgi bağı güçlendikçe alevlenen bağ “aşk” kutsallığını korur. Nihayetinde tutkularımız ile birlikte karşımızdaki insana derinden bağlanırız. Her yönden mantığımızın, kalbimizin, zihnimizin eş parçası olan eşimiz ile bir bütün oluveririz.
Huzur ve mutluluğun sürekliliğini sağlamak bizlerin elindedir. Doğru seçimler sevgidolu bir yaşamın kapılarını bize açıyor. Doğru anahtar kimde bilmiyorum. Sevgi, yürek ve cesaret ister! Ne istediğini bilen, bulduğunun kıymetini de bilir. Ben sevgi, aşk ve tutkunun karşılıklı bir bağ ile yaşanan ömür kadar gerçek ve sürekli olabileceğine inanmaktayım. Allah herkesin gönlüne göre versin...
14 Mayıs 2007 - 17:01 - Pazartesi...
YORUMLAR
İnsan okuyunca kendi kendine sevgiyi sorgulamaya başlıyor. Ellerinize sağlık