- 782 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ÇAY İÇİMİ
Yıllar sonra davetimi kırmamış, bir “çay içimi” vaktini bana söz vermişti.
Bir çay içimlik!
Yıllar önce bir nefeslik bile görsem yeter dediğim o adam, şimdi bir içimlik bana gelecekti.
O Gece uyudum desem yalan olur! gece boyunca sözlerimden gözlerimden dökülecek her şeyi hesaba çektim.
Yıllar önce yaptıklarını yapmasınlar diye, saatlerce dilime elime, kendimce sözler, şekiller ezberlettim.
Gözlerimin ele verdiği sözlerimin dile düştüğü günleri hatırlatıp, yüreğime, defalarca küfrettim.
Hepsi hepsi bir çay içimi, gel gör ki “bardağına karıştırırsam acı vurur diline” diye, ne kadar çikolata varsa yedim.
Tatlı konuşmalıydım, tatlı tatlı gülümsemeliydim bakışlarım geçmişi hatırlatmamalıydı.
Sadece öylesine tatlı bir sohbet ..
Özlemimi nasıl gizlemeliydim, elim eline değince, nasıl almalıydım avuçlarından, ya kendime hâkim olamazda hırsla çekersem ellerimi ?“ ben hala bıraktığı o günde kaldım ya, yıllarca ona, öfke duydu yaşamım.
Ne giymeliydim, hangi yanımı güzelleştirmeli,20 yıllık çizgilerimi nasıl gizlemeliydim.
Gece uyumadım, tüm giysiler tek tek geçti üzerimden, hatta boyalarla renkten renge soktum yüzümü, dudaklarıma hangi rengi sürsem, bir türlü tutturamadım gençlikteki yanaklarımın pembe tonunu.
Neydi istediğim sanki! Yıllar önce beğendiği beni, şimdi beğendiremeyecek miydim ki?
Saçlarım daha bir sarı, belkide bu yüzden aklarımı fark etmeyecek diye gönlüm rahat.
Hatta yıllar öncesine göre daha da havalı.
Sabaha yakın uyumuşum, hatta rüyamda gördüm, o bir içimlik çayı
Gece boyunca ne giyinmişsem, sabah hepsi fazla yaşlıca geldi bana, bense 20 yıla meydan okurcasına en genç takıldım ,”düşük bel kot, boyalı penye, sıra dışı makyaj, sıra dışı saçlar “hazırdım ona.
Geceden dersimi iyi ezberlemiştim. Bir eski dost havasında, biraz da kibirli, hatta umursamaz, çayı bile tam içmeyecektim kalacaktı bardağımda.
Ezilmeden ezecektim.
“Bak dimdik ayaktayım” dercesine geldim çay bahçesine, tamda randevu saatinde.
O beni yürürken görmeli, iç çekmeli diyordu kadınca hislerim bana, "bunca hazırlık boşuna mıydı"?
Bahçeye bakındım, gezindim, masalarda, hala gelmemişti, her zamanki gibi ,20 sene evvelde “hala gelmemiş” olan hep o olurdu ya….
Bahçenin en güzel masasına oturdum, çantam, ayakkabılarım, saçlarım, moda dergisinden çıkmış gibiydim… Görmeli, ne zengin, ne rahat olduğumu bilmeliydi.
Bahçe kapısını görmek için sandalyemi çevirdim, bir sağa bir sola,olmadı: bu sefer de masanın bacağına takıldı. Düzeltmek için uğraşırken sinirlendim “gelişini göremeyecektim” öylece, yamuk yumuk oturdum.
Garson da tepemde “ne içersiniz?”
Ben karıştım dolaştım, heyecan mı, özlem mi, geçmişe öfkemi? Ne diyecektim nasıl davranacaktım?
Ya o, nasıl gelecekti, ne giyecek, hangi kokusunu teninden bana gönderecekti.
Hava sıcak olmasına rağmen “siyah deri ceketini giyse” diye, anlamsızca bir düşünce geçti kalbimden.
Öyle ya, 20 yıl aklımda, tek kayıt resmi o…
Üzerinde pino’nun klasik kokusu, avuçlarımda pino…
Vedanın imzalandığı o gün ve imzanın altında ki tek resim bu...
Nasıl gitmişti…
“ne güzel bir genç adam” derdi gören, yakışan, yakıştıran.
Saatlerce beklediğim, kahve köşeleri geldi aklıma, sabırla aşkla.
Sonra hava kararır yine üzgün, yine kızgın eve giderdim.
“Bir çay içimlik kadar bile olsa gel” derdim, gelmezdi gelemezdi, sebepleri, yetişmesi gereken işleri vardı, kendince.
(o işleri, yıllar sonra bile hala “haklımı haksız mı diye” tartışılmakta!,ama...)
Bir gün iki gün üç gün, böyle böyle ,aylarca bekledim. Yeter diyebilme cesaretim olmadı, olamadı da, veda yine ondan geldi.
“Bu kadar” dedi, benden bu kadar. Bekleme der gibiydi halleri. Ben döndüm, o gitti.
O gün çay bahçesinde yine o günlerdeki gibi bekledim, 20 yıldır bekler gibi geldi bana bu bekleyişim.
Yine geç kalmıştı, kızmalıydı yüreğim, kesin bağırmalıydım ne kaybedecektim ki sanki bu sefer, haykıracaktım yüzüne, “neydi bu sevdaya vebalim”
Kapıdaki adam, “O”...
Nasıl değişmişti, nasılda kaybetmişti o dağ, o zirve halini.
Baston elinde, boynunda asılı çantası, sanki erimiş küçülmüş bedeni.
Dillerim unuttu ezberlediklerimi, gözlerime "sakla sakın belli etme" demiştim ya, heyhat kim dinler beni.
“Kalkıp yardım etsem” istedi yüreğim, ama kalkamadım, isyan ettim haline “benim yiğidim yürümeli, kendi gittiği gibi, geri gelmeli ellerime...”
Yıkıldım, 20 yıldır hayallerim de öfkeyle kovaladığım o adam, yürüyemiyordu bana.
Kalkmadım kalkamadım, şimdide başladı kadere isyanım.
Bir çay dedi sadece bir çay, “oturamam, İlaçlarım için tekrar hastaneye dönmeliyim.”
Tedirgin etrafına ,sonrada bana dikkatlice baktı,”ne bu “ dedi, “yakışmadı sana bu halin”
Hep düşünürüm, kendine mi yakıştıramamıştı beni, yoksa Odamı saklamak için gözlerini, benim gibi saçmaladı, susturamadı belki de dillerini.
O üzgün ben üzgün, yine ayrılıkdık.
Kendime baktım; Bir çay için 20 yıl beklemiş, 20 yıldır bekletilmiş biri gibimi gözüküyordum.
Onamı üzülmeliydim? Yoksa kendime mi?
Son gördüğümden bu yana, artık resmi bile değişti rüyalarımda.
“bastonu ile yürümeye çalışıyordu”…
YORUMLAR
14 şubat da tesadüfen bir karşılaşmada aynı hisleri yaşadım...
''bastonu ile yürümeye çalışıyordu''...
ona da üzülmedim kendime de...
olan olması gerekendi...
ben geçmişte yaptıklarını hakedecek kadar kördüm...son darbesiyle açılmıştı gözlerim ve bilincim...vakitlice kendi yolumu çizmiştim...
o ise hızlı yaşayıp genç ölmeyi seçmişti...
ikimizde kendi seçimlerimizi yaşıyorduk, üzülecek hiç bir şey yoktu...
benzer benzeri çeker misali çekildim sayfaya ve çok çok benzerlikler buldum...
onların felsefesinde yaşayanların sonu hep aynı oluyor ne yazık ki...bu benzerliklere çok rastladım...
ben kendime iyi bakıyorum...siz de iyi bakın...elimizden ancak bu gelir...sevgiler...