- 972 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİTMEYEN OYUN
(Ablama)
Çok küçüktük seninle oyunlarımızın başladığı zamanlar. Birimiz annemize, birimiz babamıza benzerdi. Bizi gören insanlar söylerdi bunu. Kimin çocuklarısınız diye sorarlardı ikimize, yüzümüz kızarır utanarak söylerdik, kimin olduğumuzu. Beni anneme seni babama benzetirlerdi. Gitsinler diye birbirimize bakardık. Onlar gidince derinden bir nefes alır ve yarım kalmış oyunumuza devam ederdik. Sanki mesaimiz yarım kalmış gibi oynardık.
Hatırlar mısın bilmem annem bizi çok erken uyandırır, eşeği hazırlar, azığımızı katar, bize kahvaltı yaptırır ve nohut tarlasını kargalar yemesin diye bekçiliğe gönderirdi. Kendi başımıza eşeğe binecek yaşta değildik. Ben 5 sen ise 7 yaşındaydın, öyle hatırlıyorum. Çünkü sen ilkokula başlamıştın. Bana okuldan öğrendiğin küçük hikayeler anlatırdın. Annem bizi eşeğe bindirir gönderirdi, yolumuz ıraktı. Biz yolda tozu bol bir yer bulduğumuzda eşekten inerdik ve kargaları unutup oyuna dalardık. Tozlu yolda başparmağımızla yılan izi yapardık. Çocukça işte… Oradan insanlar yılan geçmiş sansın ve korksunlar derdik. Avuçlarımızı birleştirir büyük baş hayvanların izlerini yapardık. Bunları yaparken bir güvercin ürkekliğinde oynardık, birilerine yakalanma ihtimaline karşı. Zaman zaman yakalanırdık da yine vazgeçmeden her gidişimizde bu oyunu oynardık. Tekrar eşeğe binmek için yüksek bir yer arardık. Bazen binerken birimiz düşer, hemen diğeri iner bir yerine bir şey oldu mu diye hayıflanarak bakardı. Bu gün olduğu gibi…
Tarlamıza genelde öğleye doğru varırdık. Acıkmış olurduk “Azığımızı yiyelim mi?” diye birbirimize sorardık. Sonra yine acıkırız diye erteler, açlığımızı bastırmak için nohut yolar yerdik. En çok da annemizin azığımıza katık olarak ne koyduğunu merak ederdik. Açıp bakmazdık sürpriz olsun diye. Ne koyabilirdi garibim: yağlı ekmek, yumurta, peynir, zeytin, bazen ekmekten yaptığı ekmek helvası, haşlanmış patates… Biz bunları bildiğimiz halde yine de tahmin yürütme oyunu oynardık. Sonraları açlığımızı unutur kendimize oyunlar kurardık, hepsi iki kişilik. Büyük say taşlarının üzerine bilmediğimiz görmediğimiz şehirler kurardık. Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Mersin ... Bu isimleri nereden duymuştuk, onu da hatırlamıyorum. Bu şehirlere gezmeye gitmek içinse köyümüze gelen üzeri bezle kaplı cipe benzer, taştan araba yapardık. Birimiz şoför birimiz yolcu olurduk. Parayı bilmezdik ikimizde… Sen annemden karne parası istemiştin, annem sana iki tane yumurta vermişti. Sanırım öğretmen yumurtaları paraya çevirmiş. Bizler uzun zaman parayı yumurta sandık. Onun için tavuklarımıza yem vermeyi hiç ihmal etmezdik.
Sen benden büyük olduğun için genelde şoför sen olurdun. Beni gezdirirdin şehir şehir… Bense sana para yerine azığımıza konan yumurtayı verirdim, hizmetine karşılık. Birde seninle sakladığımız şekeri arardık; toprağın altında. Sen benden habersiz azığımıza konan kesme şekerleri toprağın altına gömerdin. Elinde bir kazıkla kazar “şeker buldum hadi birlikte kazalım” derdin. Ben kandırıldığımı bildiğim halde -seninle bu oyunu sevdiğim için- şekerleri birlikte arar sevinirdik.
Hatırlar mısın bilmiyorum? Okuldan öğrendiğin bir hikaye anlatmıştın bana “boş beşik” diye… Kartallar beşikteki bir bebeği alıyordu. Bulunduğumuz yerde kartallar başlarını eğmiş yüksekten uçuyordu. İkimiz birden ağlayarak kaçmış ve bir çardağa sığınmıştık. Ta ki bir yetişkin gelinceye kadar, kapısından kartalları gözlemiştik. Bizi görüp götürecek diye korkuyorduk. Anlattığın hikayeye sen de inanmıştın. Benimle birlikte ağlıyordun. Hala kartalları görünce korkuyorum, çocukluğumu düşünüp…
Ne kadar farklı olaylara sevinip, üzülürdük çocukken. Senden ayrıldım, diğer okulları okurken ve sensiz oynamaya başladım oyunları… Hiç kimse senin gibi özenli davranmadı. Bir gün kanadımın birini kırdılar, tek kanatlı uçarım sandım yıllarca kanat çırptım. Bu defa diğer kanadımı da kırdılar. Ne özensiz oyun oynadılar benimle… Herkesi senin gibi sandım. Kanatlarımı öylesi açmıştım. Kanatlarım kırılmış sana geldim. Yıllar sonra sadece tırtıl olarak kalmıştım. Canımın çıkmasına çok az kalmıştı. Belki seninle tekrar kaldığımız yerden devam eder, kozamı örer kelebek olur, kanatlarımı açarım diye umuda ve sana sarılmaya geldim. Sen bana iki kanat yerine daha çok artırdığın kanatlarınla sarıldın. Özlemiştin benimle oyun oynamayı, kanadı kırıkta olsam… Benim kozamı örmeme yardım ettin ve bana tek kanadımı taktın, oyunun anlamı olsun diye. Ben tek kanatlı, sen çok kanatlı oyunumuza kaldığımız yerden devam ettik.
O gün kurduğumuz şehirlerin yerlerini ülkeler almıştı. Say taşlarının yerini beton duvarlar… Senin şoförlüğünü yaptığın cipin yerini özel araçlar… Sen yine şofördün, bense yolcu. Değişmeyen tek şey buydu. Bir de artık sen beni kandırmıyordun. Sen de yorulduğunu itiraf ediyordun. Bensiz oyun oynamak seni de, beni de çok yormuştu.
İkimizde itiraf ettik sonunda ve oyun bitti.
YORUMLAR
Hayatı,anıları bu denli ayrıntılı, akıcı yazabilmek...yazınızdan çok etkilendim.Teşekkür ederim.