" KONMA BÜLBÜL KONMA DALIM YOK BENİM"
Canlılar âleminin en gözde türleri şüphesiz çiçeklerdir. Bitkiler sınıfından olan bu türün sayısız çeşidi vardır. İstisnasız tamamı güzeldir. Kimi saksılarda evimizin tâbi’ misafirleri, kimisi bahçelerimizin nâdîde bekçileridir. Kimisi ise, ıssız mekânlara güzellik katar. Bazen uzaklarda tek başına tefekkür ederken, bazen de binlercesi bir araya gelerek hasbıhâl ederler birbirleriyle. Kimi yaradılıştan çiçekler sınıfındaki yerini almışken, kimisi de meyve ağaçlarının süsü olur belli bir süre. Sevdiklerimize bile “çiçeğim” diye hitâp ederiz. Çocuklarımıza belli yaşa gelene kadar çiçeğim deriz. Kendisi göze, söylenişi kulağa hoş gelir. Hem güzel kokarlar, hem güzel görünürler. Şiir gibi gönle, mûsikî gibi ruha dolar.
Çiçeğim…
Bir dostu, bir hastayı, bir akrabamızı ve diğer bütün sevdiklerimizi ziyaretimizde çiçeklerlerle çıkarız karşılarına. Onlar çok şey anlatır, bizim ifadelerden aciz kaldığımız zamanlar. Bizim yerimize konuşur ve bizim adımıza hissettirir çok şeyi.
Her çeşidi bir şeyleri ifâde eder. Menekşe başka anlama gelir, zambak başka anlama. Manolya başka şeyleri ifâde eder, sümbül başka şeyi. Nergis, lâle, çiğdem vesâire… Ama çiçekler arasında bir tane vardır ki, o tek bir şeyi ifâde etmez işte. Diğerlerine göre bir farlıdır… Her rengi ayrı bir anlama gelir. Beyazı, sarısı, pembesi başka bir anlam ifâde eder. Ama o kırmızı rengiyle meşhur olmuştur: Gül… Kırmızı gül. Yüz yılardır üzerine şiirler yazılmış, methiyeler düzülmüş çiçek. Renginde, kokusunda, duruşunda asalet vardır. En güzel benzetmeler onun adıyla olmuş. İsimlerimize, hitaplarımıza girmiş. Gül-şen, gül-zâr, gülfem, gülendam, güldeste, gül-i zâr, gülistan, gül-nihal, gül-rîz, gül-rû, gül-ruhsar, gül-sitan, gül-ten, gülşen-ârâ vs. Dilimize girmiş yüzlerce kelimenin bir tarafını teşkil etmekte ve lisânımızı gül bahçesine döndürmektedir. Adına kâsideler yazılmış, beyitler kurulmuştur. Sevdiklerimize “gülüm” diye hitap edilmiş ve sevgimizin derecesini onunla hissettirmişiz.
Geçenlerde genç bir dost ile hasbihâl ederken konumuz çiçek idi. Ben, gül için; “ Bu kadar kıymet verildiğini bilseydi kışın bile açardı” dedim. Bana “haklısınız” dedi. Sonra konu kadir kıymet bilmeye geldi. Hakîkaten bazı şeylerin kıymetini bilebiliyor muyuz? Sadece kaybettiğimiz zaman duyulan hasret ve pişmanlık ne işe yarar? Gül acaba kendisine verilen kıymetin farkında değil mi? Sanmıyorum. Eğer kendine verilen değeri bilmemiş olsaydı, sadece bir mevsimde açardı. Ya güzün açan güllere ne demeli? Etrafın yeşilden sarıya doğru değiştiği ve teşrin yapraklarının yerlerde kendisine yer aradığı bir zamanda açan güllere ne demeli? Acaba şöyle mi demek istiyor: “Bakın bahar bitti. Hazân dahi sona ermek üzere. Ama ben vefâsız değilim. Rengim soluk olsa da, adıma güz gülleri dense de bana verilen kadr ü kıymetin farkındayım ve beni en sevdiklerinize bir kere daha takdîm etme fırsatını sizlere veriyorum. Benim için yanık yanık nâğmeler döken bülbüller, hazânda da dalıma konar mı? Sizler aynı i’tîbarı bana yine gösterir misiniz” Demek mi istiyor?
Hakîkaten bazen güle haksızlık yaptığımız da olmuyor mu? Bülbülün figânını duymamakla suçlamıyor muyuz? Bazen kibirli, bazen anlayışsız olarak ifâde ettiğimiz olmuyor mu? Şarkılarımız dahi “Bülbülün çilesi yanmakmış güle” derken, ona haksızlık etmiyor muyuz? O da dalında bülbülün ötmesini isteyemez mi?
Her ne sûrette olursa olsun çiçekler içinde müstesna yerini her devirde koruyan ve koruyacak olan tek çiçektir gül.
“Gül için yanar bülbül,gül-zârda gül-i zâra
Gönlüne sürûr dolar, verilse bimâra gül” *
diye gönlünün yarasını haykıran şaire en güzel cevabı asırlar öncesinden büyük şair Nedim vermiş:
Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yare mu’tadım
Seni ey gül sever canım ki cânene hitabımsın
* yazara ait bir şiirden beyittir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.