- 818 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İSTEMSİZ UYANIŞLAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Adamın nefes aralıkları sıklaşmış, göğüs boşluğu daha bir hızlı yükselip alçalmaya başlamıştı. Uykusunun derinlerinde attığı her kulaçta yüzünde beliren mutlu dalgalar adeta aşkın müthiş dansına saygıdaydı.
Gerçekle düş arasında kurulu tahta köprüde attığı adımlarda çürümeye yüz tutmuş duygu kırılması oluyordu adamda. Geriye dönüp bakmıyordu bile. Kırılan her parça ayağının altından uçsuz bir uçuruma savruluyordu.
Köprünün diğer ucunda; simsiyah saten elbisesiyle bir kadın bekliyordu. İpeksi tenini saran ay silüeti satenin etek uçları rüzgara eşlik edercesine savrulurken, beline değen dalgalı saçları elbisesini kıskandırırcasına siyahtı. Omzundaki ateş rengi şal narin teninden süzülen su gibiydi kadının. Uzun kirpikleri, ela gözlerinden her vedasında adamın karasına saplanan ok gibiydi.
Adam, adımlarını hızlandırıyor,kadın parmak uçlarında adama ilerliyordu. Aradaki mesafe an gelip kısalıyor, an gelip uzaklaşıyordu.
Hiç böylesi çarpmamıştı adamın kalbi, hiç bu kadar titrememişti damarında kan taneleri.
Yedi iklim, yedi bahar, yetmiş yedi memleket gezmişti de hiç bu kadar aşkı yakın görmemişti.
Uykudan uyanmak özlemekti…Uykudan uyanmak, yeni doğmuşken üstelik ölmek demekti.
Zamansızlık,mekansızlık içinde aşk…Sınırsızlık, ölümsüzlük demekti belki de. Belki de gün geceye ters yüz edilirken gerçekte, düşte uykusuz kalmak bütün gerçekti. Zaman durmuyorsa ve dönme dolap gibi dönüyorsa dünya boşluğun orta yerinde,uykulu kalmak ve aşk iksirini içmekti adamın gerçeği.
Adam huzursuzdu yatağında. Korkunun ellerine sarılmış,”Biraz daha “diyordu sanki. ”Bekle uyandırma…O giderse gözlerim dünyaya körelmiş bıçak olacak…Dur, uyandırma…”
Kırmızı şallı rüyası adamın huzursuzluğunu hissetmiş, uzayıp kısalan o mesafede adımlarını çivilemişti. Daha elleri bile birbirine kenetlenmeden gitmesi…”Gitme “ diyecek oldu kadın,”Gitmek ölüm “demek istedi adam…
Öylece durdular…Öylece, gözleri kurak toprağın yağmuru içmesi gibi…Kıpırtısız firardı bu…Bu, dudak kıvrımlarında kızılca kıyametler koparan gidişlerin dön çağrısıydı…
Gerçek gün gibi aşikardı…Gün, bütün sancısıyla sırtını güneşe yaslamıştı. Akrep-yelkovan kavgasında kaybeden taraf uykuyla helalleşmek olmalıydı.
Adam, bir buseyle yatağında açtığı gözlerini yorulmuş ve aşkla yoğrulmuş bedeninde gezdirdi kısa bir süre. Hayat olanca hızıyla uykusuzken yaşamak için uykuya verilen aralıklarda insanlar çalışmalıydı. Semadan bakıldığında kocaman kütlesiyle kayaların arasında karınca ordusunu andırdı ya insanlar, yaşamak için kaçışmak gerektiğini en az onlar kadar bilirlerdi.
Yatağından doğrulan adam bir çırpıda hazırlandığı tren yolculuğuna çıkarken aklında ela gözlerde eriyip gitmesi, teninde o kokudan uzaklaşma ürpertisi vardı.
Demir raylarında milyonlarca aşk hikayesi taşıyan tren, burnunun ucunu gösterdiğinde adam umuda yolculuk serüveninde az önce vedalaştığı rüya aşkını ne kadar özlediğini hissetti. ” Seni görebileceğim her yere gözlerimi kapatabilmek, yalnız sen olduğun için sevebilmek yürürken uyumayı…Yalnız seni görmek için hiçbir şeyi görmemek…Ah elasında binlerce ölüme kafa tutacağım kadın…Ah, dudağında ateşi, omzunda aleviyken kırmızısı bu aşkın,ansızın uykularda öleceğim kadın…” diye mırıldanırken bütün sessizliğiyle, trenin soğuk kompartımanında bulmuştu kendini.
İstekli uyku haline bürünürken içi geçmişti ki en çok bu hallerini seviyordu kadını…
Nasıl da hemen bitivermişti sevdiği adamın yanında. ”Nerdesin aşkım? “ derken yüzünde katmerli karanfillerin, yediveren güllerin, papatyaların neşesi karşılamıştı adamı. Ellerini adama doğru uzattığında dudaklarından aşkını besleyen cümleler dökülüyordu. Biliyordu ki sevdiği adam kapatıp gözlerini gelmezse kendisine, o da olmayacaktı. Toprağa imrenip ete kemiğe bürünmeyi istediği kadar hiçbir şeyi bu denli arzulamamıştı. Keşke bu rüyanın uyanık hallerinde bulutların üzerinde gelseydi de usulca sokulsaydı adamının göğsüne…”uyan “ deseydi bu defa “yanındayım uyan! Etimle, kemiğimle seninle yaşlanayım “diyebilseydi keşke…
Çok şey söyledi kırmızı şallı rüya kadın…Haykırdıkça sevgisini, adamının kara gözlerinde yıldızlar beliriyor, biraz daha o eşsiz ezgiyi dinleyebilmek için göz bebeklerini ela ateşinde eritmeyi yeğliyordu.
Kadın bir an duraksadı…” Açacaksan gözlerini beni de al ! Yoksan yokum ! “ diyecekti tam da. Tam da “ Ya da gitme kal ! Açma ne olur gözlerini açma “ diyecekti ki adam, “ Benimle gelemiyorsan beni götür “ dedi.”
Soyuttan somuta geçiş hallerinde ellerin birbirine karışıp gideceği anda ayrılması bir kusursa eğer, kusurun sorumlusu adamın omzuna dokunan kondüktörün eliydi. İki eli birbirine dokunamadan ayıran üçüncü bir el…Hem masum hem suçlu. Bilseydi uyandırır mıydı bu rüya yolcusunu…
Dalgın adımlarla iş yerine doğru ilerlerken elleri gözlerini teskin ediyordu adamın. Ne yapmalı da sevdiği kadının o kokusunu duymalı,o gözlerinde kaybolmalıydı. Olmalıydı çözüm…Düğümlü boğazından hangi cümle çıkarsa çıksın ona götürmeliydi adamı. Bütün yalanları söyleyebilir, bütün gerçeklere isyan edebilirdi.
Daha fazla uyanık kalamazdı. Uyanıklık bütün korları yeniden alevlerken,üstelik az ötede beklerken kırmızı şallı aşkı nasıl ellerinin nasırına yenilerini ekleyebilirdi ki. Kalbi, çıktığı yolculukta beynini hükümsüz kılıyordu adamın.
--Usta, ….dedi.Peşi sıra yalanlar dökülüverdi dudağından
Evde onu bekleyen bir kadın varken üstelik,üstelik eşiyle nefes aldığı yatağında, düş kadınının kollarına kendini bırakmayı, bir an önce eve gitmeyi istiyordu. Onu en kısa zamanda eve ulaştıracak arabayı da yine yalan marifetiyle bulduktan sonra çıktığı yolda…
Zihninde kavuşma telaşı varken bir o kadar da varla yok arasındaydı. Göz kapakları yüreğinin iç geçirişine çok fazla dayanamamıştı. Ağırlaşan bedeni kadınının en sevdiği hallerine bürünmekte gecikmemişti.
Hemzemin geçitte soyuta geçiş,az önce ağır cüssesiyle paslı raylardaki trenin bütün bağırtısına rağmen geçişini imkansız kılmamıştı.
Bütün ağırlığını frenlemeye çalışan demir soğukluk altına alıp sürüklediği bir hayatı tam da tahta köprünün başında bırakmıştı.
Adam, usulca doğruldu yerden…Sonsuz uykuya dalan bedeninden çıkarken yüzünde mutlu tebessümün hiç bozulmadığını gördü. Aşkı, aynı yerde bütün güzelliğiyle bekliyordu adamı.
Yaklaştı adam...Kadının omzundan düşen kırmızı şalını, bileklerinden süzülen kanın boyadığı eliyle omzuna bıraktı.
--Üşüme aşkım…
Özlem Pala
17.2.09
Sevgili –acemişair- ENGİN BADEM in İSTEMSİZ UYANIŞLAR 1-2-3 Şiirlerini öyküleştirmeye çalıştığım denememdir.Şiirleriyle ilham olduğu için teşekkürlerimle.
www.edebiyatdefteri.com/siir/193221/istemsiz-uyanislar-1.html
www.edebiyatdefteri.com/siir/196039/istemsiz-uyanislar-2.html
www.edebiyatdefteri.com/siir/199193/istemsiz-uyanislar--3.html
YORUMLAR
Böyle bir kalemin benim şiirlerimi öyküleştirmesibenim açımdan mutlulukların en büyüğü. YAzıyı okuyunca kendi şiirlerimde hissemediklerimi bu öyküde hissettim. Öyle ki sanki o kazayı yapan benimdim, patronuma yalan söyleyen,biletçiye sinirlenen ve kırmızı şallı kadında durulan sanki bendim. Teşekkürler Özlem abla, edebiyatımızın bu kokuşma sendromunda sağlam kalemlerin olduğunu görmek ve onları inadına okumak bana hem umut hem huzur veriyor.
Ha bu arada benim şiirlerimden güzel olmuş inan. Bunu sen arkadaşımsın diye demiyorum inan gerçek bu. İzin ver kardeşin edasıyla biraz biraz ustam edasıyla hani ellerinden öpüyorum.
Saygılarımla