Hisseme düşen dünya (VI)
Aklımın trotuarlarına reklam panolarını yerleştirenler kim? Orda neler yazmıyor ki, hani o uzun kış gecelerinde ninelerimizin dizleri dibine oturup, gaz lambaları ışığında, adabımuaşeret kıssalarını aldığımız Kesik baş ve Yedi başlı ejderha hikayeleri., Ve akabinde makul insanın cesareti, dik duruşunun resmini içimize betimleyen heyecanlı nefesler. Modası geçmiş çamaşır gibi bakılan düşünce kalıplarına sahibiz! İrdeleme şablonlarımız, kul hakkı ve Allah korkusu ölçü ve değerleri temel alınarak hafızamıza işlenmiş. Zekâ teamüllerimde mastarı, mikyası olmayan adet ve alışkanlıklar, adeta bir emrivaki ile dayatılmış. Ya yaparsın ya da yine yaparsın; Yörük köyünde Amerikan usulü düğün! Bunun adına çağdaşlık diyorlar ama ben hala anlayabilmiş ve inanmış değilim.
Allah şahittir! Henüz elinde tandır ekmeği ile oyun kuracak arkadaş aramak için çeşmenin başına giderken, bir kadının kollarında güğümleri ile beklediğini görmüştüm. Birkaç duraksamanın ardından ilerledikten sonra kadının yürüdüğünü fark ettim ki, neden sonra; Erkeklerin önünden geçmemenin geleneksel bir ahlak kuralı olduğunu öğrendim. Şimdi aynı zeminde ve aynı iklimi soluyanların, bırakın 5-6 yaşındaki bir çocuğu adam yerine koymayı, yok sayarcasına (af buyurun) gaz çıkararak geçebileceğine de inanabilirim. Zira çağdaşlaşmanın attan inip otomobile binmek gibi algılandığı, evrensel tevatürün ebeveyn kaidelerine göre değil eşyanın tabiatına uygun hareket etmek gibi anlaşılıp uygulandığı edebi sınırları sonsuz bir dünyanın efradıyız, şimdilerde artık. Ömer Seyfettin’i, Kemalettin Tuğcu’yu okuyup batılı bir aristokrat gibi düşünebilen edibimize selam olsun.
Sürükleyenlerden mi yoksa sürüklenenlerden misiniz siz? Ben ikisinden de değilim. Her iki taraf hatta üçüncüsü, dördüncüsü bile gelip geçtikçe ezilip tepelenen küsuratın kusurlularından olmalıyım! İlkokul sıralarında beraber oturduğumuz, resim derslerinde yarışa bahar görüntüleri çizdiğimiz, bal mumundan heykeller yaptığımız arkadaşımız şimdi Oxford mezunu. O ayranı çubukla içiyor, ben bardaktan üfleyerek veya kaldırıp kazanı başıma dikerek. “Kazan kaldırmak!” Deyince, malum manada anlaşılmasın sakın, ne haddimize! Ben elektrik su parasını hesap ederim, o yarınki borsanın trendini kesbeder. Hala arkadaşız, birbirimizi sever şakalaşırız. O benden kiloludur ama asfaltta yürüsek benim pabuçlarıma zift bulaşır, ayak izlerim belli olur. Ağanın kızını ben severim, kızda beni sever ama ağa kızını başı püsküllü beye verir.
Gitmem gerektiğinde bir alacağımı tahsil etmek için (veya her hangi bir maddi sebeple) gitmem gereken bir yere giderim. Kapıda (yeni deyimle) güvenlik görevlileri vardır. Önce bir dur, ederler! Sonra gelir, aradığım şahsın o an orada olmadığını söylerler. İnanırsam mı safım inanmazsam mı? Telefon ederim. Hemen oracıkta yardımcısını ararım; Abi nerdesiniz? İş yerindeyiz nerde olacak? Falan Bey..? Yan odada, der. Adamın cep numarası vardır, tutar onu ararım; Abi kapıdayım! Derken anlaşılmayacak bir şey yoktur aslında, yalan söyleyerek baştan savma amacındadırlar. Sallayarak ahde vefasızlıkla adam olduklarını ispat etme gayretindedirler. Karşılarına geçip insanın vasıflarını okumaya kalksanız, (çok özür dilerim) sizi edepsiz ilan ederler. Alın teri kurumadan verilmesi gereken bir hak! Ayrıntılardan şeytani sebepler üreterek nasıl geciktirilir ve bunu yüzleri kızarmadan yapabilenler kaç numara insandır, varsın vicdanı olanlar hesap ediversin derim.
Bir yanlışı izah eden veya bir konuyu hikâye eden anlattığı başına gelmiş diye hesap edilir. Hâlbuki yalnız öyle değil, dinlediğinde başına gelmiş gibi hissedenler, düşüncede menfaat ilişkisi gözetmez, anlatırken yaşarlar. Etrafıma bakarım, çok insan önemli itibar gören kimse, ünlü olmayı arzu ve iştiyak ederler. İlk bakışta onları suçlamak hata olabilir ancak realitede ünü şanı hiçte hak etmeyen kimseciklere, şu veya bu sebeplerden ötürü gösterilen ilgi, alaka, yan yollardan buna benzer mevkii kazanma eylemine tevessül ettirir. Bir manada, isyan duyguları isyankârı da eşkıya eder. Belinde silah olan kimsenin, kendisine saygı gösterilmesini istemesi ne kadar makul karşılanabilirse, bir çıkarı uhdesinde bulunduran kimsenin, hak sahibine hükmetmeye kalkması, keyfi kararlar alması v.s. ne kadar hoş karşılanır ve genel kabul görecek ahlaki bir tavırdır? Görüyorum, yaşıyorum ve hissediyorum ki, sular bulandığında bende zarar gören balıklardanım.
Bu sözler nasihatse, kastım kendimedir! Hiç kimseye senin şu iyi huya ihtiyacın var! Deme fevkaladeliğim yoktur. Dünyaya bakıyorum ve bir uzaklıktan kendimi görmeye çalışıyorum, İyiyi kötüden ayıklamaya çalışıyorum. Kesin olan bir şey var ki, orta yerdeyim, ele değen bana da değecek. Zaten el (yabancı) diye tabir edebileceğim bir kesim veya kısım göremiyorum. Benim gibi inanmayanlar bile benim insanlık kardeşim. Hâşâ haklarını yeme, gasp etme, inanç ve eylem hürriyetim yoktur. Günah işleyen (yanlış yapan) gördüğümde bizzat benim. Zira bir şekilde mani olmalıyım ki, ona gücüm yetmiyorsa sessiz kalmaktan payıma düşen beni kül etmeye yeter. Hak ederek kazananları kopya ettiğimiz için bizi suçlayanlar olabilir, oluyor ancak bizim inadımız sürecek gibi. Hakka inananlardan dost edinme peşinde, kader şeridinde, daracık bir yolun aykırı koşucusuyuz.
(devam edecek.,)
Mehmet Sani Özel
09.05.2007