gidiyorsun...
gidiyorsun...
Bırak tenimde kalan kokunu,ayak izlerini bile hayatımdan alıp gidiyorsun.Ağlama diyorsun,cezasını henüz kesemediğim,firari iki damla yaş süzülüveriyor yüzümden,ağlıyorum...
Gidiyorsun...
soğuk,ayaz kokan,gri bulutlarla dolu bir havada öylece kalıyorum...Ayrılık soluyorum,yalnızlık yağıyor üzerime,git gide yabancılaşıyorum bu şehre.Bırak güneşimi almayı düşlerimide aldın,yarınlarımı,gülüşlerimi...Sokakta kalmış,soğukta üşümüş,savunmasız durmuş;annesini yana yakıla arayan küçük bir kız çocuğu gibi seni arıyorum.Gitmemiş olman umuduyla,bir daha gidecek olman korkusuyla....
Biliyorum hiçbir köşe başında yoksun artık,hiçbir durakta beklemeyeceksin,hiçbir tren seni getırmeyeck ve bu sensizliğin şehrinde bu yalnzlık yağmuru hiç dinmeyecek...
Hastalıklı bir ruh benımkisi senden sonra...Sensizliğin nöbetlerine yakalanan,özlememnın o deli sancılarını ceken,gidişinin o derin bir kesik gibi hiç kapnmayan yaralarını saklayan hastalıklı bir ruh benımkisi...
YORUMLAR
Sevgili destina, öncelikle içerik olarak oldukça güzel olan ve satırlara yüklediğin güzel tasvirlere karşın bunları bize sunarken ki hoyrat tavrın bence yazının değerini olduğundan çok aşağılara çekiyor…
Her bir es’inde acının; işte o noktada devreye giriyor sözlerim… Ağlıyorum… Gidiyorsun… Senden bana kalanları bir bir alırken bedenimden, geçmişimden de siliyorsun ruhunu… Ağlama diyorsun, ben ağlıyorum… İki damla gözyaşına yazılan bir sevdaydı bizimkisi… Bedelini ödüyorum şu aralar… Ve ben ağlıyorum…
Gidiyorsun… Gitmeleri en hüzünlü hale bürüyen de hep ikinci tekillerin gitmesidir… Gidiyor-sun… -sun… Sen gidiyorsun… Senin gitmelerin…
Gidiyorsun ve ben öylece kalıyorum; soğuk, ayaz kokan, gri bulutlarla dolu bir havada… Öylece… Solunan her bir nefesime siniyor ayrılık… Gri bulutlardan yalnızlık yağıyor üstüme kapkara… Ve ayrılığın acısı, kapkara bir yalnızlığın suskunluğu yabancılaştırıyor beni bu şehre… Ki belki de senin gittiğin bu şehre… Gidiyorsun; gitmekle kalmayıp güneşimi; düşlerimi ve elbette gülüşlerimi de alıyorsun… Sevgiye muhtaç bir kız çocuğu masumluğunda seni arıyorum sokaklarda… “Gitmemiş olman umuduyla, bir daha gidecek olman korkusuyla”... Ve yazının en güçlü satırı bence burası idi… Umut edilenler ve gerçekleşmesinden korkulanlar… Ama yine de arıyorum seni…
Bilmek ne kadar da kötü demiştim bir dizesinde şiirlerimin… Bilmek… Gittiğini… Bir daha hiç gelmeyeceğini… En kötüsü de bilmenin kendine yontabileceğin ve yüreğinde uyandırabileceğin bir umut kırıntısına meydan vermemesidir… Hiç bitmeyecek bu sensizliğin şehrinde bu yalnızlık yağmuru…
Sen gittin, arkanda hastalıklı bir ruha bürüdüğün ben kaldı… Biliyorum; çözümsüz teşhisi sensizliğin olduğu bir hastalıktır bana bıraktığın miras… Ve gitmiyorsun artık… Çünkü gidenler artık bana bıraktıkları ile anılırlar… Sen de anılacaksın… Ama nasıl…
Ve şunuda belirtmek isaterim ki
“…Bırak güneşimi almayı düşlerimi de aldın, yarınlarımı, gülüşlerimi... Sokakta kalmış, soğukta üşümüş, savunmasız durmuş;…”
Yazının bu bölümlerinde göze ciddi anlamda çarpan bir sıralama hatası var… Güneş… Düş… Yarın… Ve gülüş… Yazının seyrine kaptırdığımız zaman kendimizi buraya kadar güzel bir akıcılık yakalanmışken işte tam da bu noktada akıcılığı bozan bir dizilim satırlar arasına damlatılan… Sıralananlar hep ince sesliler ile devam ederken araya ‘yarın’ gibi sırf kalın ünlülerden oluşan bir kelimenin sokulması sanırım ritmi bozan… Sonrasında sokakta kalmış, soğukta üşümüş ve savunmasız durmuş tümcesi… Burada da aksayan birşeyler var… Ya fazladan -mış, -miş kullanımı ya da yukarıda da belirttiğim üzere ince ünlüler ve kalın ünlülerden oluşan kelimelerin içiçe kullanması yazının akıcılığını ve ritmini bozmakta bence…
Ancak içeriğe ve bunun dile getirilişine diyecek sözüm yok… Oldukça güzel tabirlerle aktarmışsın bizlere sensizliği ve yanlızlığı… Ama en çok da gidişleri…
Tebrikler Sevgili destina…