BENLİK
Mirasa konmuş kadar sevinmiştim,onu ellerimin arasında
tutarken.
Tek kişinin sığabileceği, eski bir kapıdan içeri girdim.
Kapı gıcırdayarak açıldı. Dükkanın en gerisinden, tezgahın
altından gülerek bir surat çıktı. "kapıların açıldığını
işaret eden rüzgar gülünün yerini, bakımsız bir kapı sesi
almış" diye düşündüm. Eski ve tozlu dükkanda gülen surat
olanca eminliği ile "Buyrun" dedi.
"Aslında aradığımı bulacağımdan emin değilim Çok çok eski
bir kitap aradığım.." adını söyler söylemez onca kitabın
arasından sanki önceden hazırlamış gibi ustaca kitabı elime
koyuverdi.
Kirli bir İstanbul Sahafında mirasa konmuş gibiydim.
Kitap elimde, dışarıdan çığlık çığlığa gelen martı
seslerini dinliyordum. "Usta" ile göz göze geldik.
Gözlerinde samimi bir gizlilik vardı. Birkaç soru sorsam
incinecek, kırılacaktı sanki. Ve bu çizilmeyen resim,
hayatımın en belirgin karesi oldu o günden sonra.
"Bu gördüğün ben değilim" demişti her seferinde "Sensin"
derdim. Değilim derdi. Sinirlenirdi.. Birden gülmeye
başlardı "Kendini saklamayı seviyor" derdim biraz da
şaşırarak. Ama severdim bu saklanışlarını. Severdim.
İyot kokusunu içimize çekerek, kendimizi şanslı, ve mutlu
hissettiğimiz zamanlarda birden ağlardı. "İki duble rakıyla
kafayı buldun" der dalga geçerdim. Kızardı, "serhoş
değilim" diye bağırarak. Sonra sarılıp bana "ben değilim"
derdi. Bu kabullenmeyişini tozlu kitaplara verirdim,
"takma" derdim hem ona, en çok da kendime. Kendini bu
kadar saklarken, bu kadar kırılgan iken "ben değilim" bomba
gibi düşerdi de yanımıza, ben o pimi çekemezdim.
Deli olduğunu düşünürdüm bazen. Geçmişin tüm izlerini deli
kılıfına sararak kapattığını sanırdım. Bedeldi onun için
deli görünmek. Ölmekti ya da . Oysa ben bir tek ölümü
biliyordum hayatta. Biyolojik ölümdü tek gerçek. Bu adam bu
kadar çaresiz olamazdı.
Yarından ne beklediğini bugünde ne bulduğunu sorardım en
sıcak anlarda. Ona yaklaşmak, yüreğinin derinlerine inmek,
beyninin kıvrımlarında dolaşmak isterdim. Şöyle derin derin
bana bakar "Sev beni anla!"derdi. O anda bütün zırhlarını
kıracağımı, o samimiyetle sakladığı gizliliği
bozabileceğimi sanırdım. Farklılığını ve yalnızlığını
gidereceğimi sanırdım. Ümitlerimi derleyip toplayıp elime
tutuşturuverirdi. Tıpkı ilk gün kitabı elime koyuverdiği
gibi. Nasıl bir mirastı bu bana kalan?
Bu başarısızlığa düştükçe kimliği ile beni ezer, bakışları
değişir, elleri titrerdi. Sonra patlatırdı kulaklarıma
gürültülü kahkahalarını. Allak bullak olurdum. Çaresiz
miydi yoksa kendisinin ölü olduğuna mı inandırmaya
çalışıyordu beni?
Bu ilişkide sağlam durmak için kendimi kaybetmemem
gerekiyordu Hayatı boyunca kimse tarafından anlaşılmadığını
düşünüyor, anlamaya çalışıyordum. Yalnızlığının sebebi bu
olmalı diyordum. Ama aynı zamanda kendisini kapatıyor
olması, karşı tarafa geçit vermiyor olması da başlı başına
bir çelişkiydi. Biri onu anlarsa, severse, yutarsa,
keşfederse korkusuydu. Buna izin vermiyor ama çok da
sevilmek, anlaşılır olmak istiyordu. Hangi durumun daha
tehlikeli olduğunu o da kestiremiyordu herhalde.
Gözlerime ateş gibi yakıcı bir güçle bakarak, beni bu
ateşle bozguna uğratıp, masum tesadüfi dokunuşumla soğuk,
buz gibi oluşunun manasını çözemiyordum. Gözlerindeki alevi
kısa bir dokunmayla yok edişime, kadınlığımın başarısızlığı
diyordum sadece. Kendimi nesne gibi hissettiriyordu. Taş
kesiliyordum. Tepki göstermeyen, duyguları yok olmuş biri
mi yapmak istiyordu beni? Böyle mi mutlu olacaktı? Her
türlü enerjiden yoksun ediyordu beni. O zaman kendi varlığı
için benden istediği desteğin anlamı neydi? Geçmişi
neredeydi? Nereye gömmüştü de rahatsız ediyordu? Gün yüzüne
çıkarmaktan korktuğu mu vardı?
Gizleniyor olmak onun zırhıydı ve bunu muhafaza ettikçe
güçlüydü. Bu onun ölmüş kısmıydı. Yaşayan kısmı "beni sev,
anla" diyordu. Bu ayrıntı beynimin bir köşesinde bağırıp
dursa da ben, o sesi duymuyordum.
Tüketmiştim. Robot gibi peşinden gidiyordum. Hipnoz edilmiş
gibi her sözünü kabulleniyordum. Onun yaptığı her şey
normaldi. Anormal bendim. Boğulmak üzereydim.
Çırpınmayacaktım. Toparlandım. Hızla dükkana gittim.
Kapının gıcırdamadığını fark ettim. Öyle kararlıydım ki
söylemek istediklerimde, kapının gıcırdamadığını bile konu
etmedim. Gözlerine bakıp, "bu gece" dedim. "Bu gece ya bana
kim olduğunu ne istediğini söyleyeceksin ya da" dedim. "Ya
da" dedi. Sarıldı. Dost olmanın ötesinde başka bir
dokunuştu. Buz gibi olmadı gözleri ateş saçmadı. Ağlamadı.
Gülmedi. Sarıldı. Dudakları gerildi. "sen misin" dedim,
"ben değilim" e hazır vaziyette. "Benim" dedi. Bir daha
sarıldı. Kapının üzerinde yeni asılmış renkli bir rüzgar
gülü vardı. kara büyü bozulmuş gibiydi.
Deniz kenarında oturduk. Martıları seyrettik konuşmadan.
Elimi tuttu. "Seviyorum seni ben" dedim korkarak. "Ben de"
dedi kısacık. "Yol bizi nereye götürürse oraya gidelim"
dedim. Elimi tekrar tuttu. Sustu. Saatlerce yürüdük. O
binanın önünde durup "burası evim.. gel" dedi O kadar
büyülü bir geceydi ki "hayır" dersem bozulacaktı. Sesimi
çıkarmadım. Önden ben açtım demir kapıyı. Evin içi
karanlıktı. Aceleyle ışıkları yaktı. Bir kadın yaşıyor
kadar derli topluydu ev. Odaları gezdim. Banyo dışında
tertemizdi. Bana samimiyetsiz bir neşeyle evde neler
yaptığını anlatıyordu. Aslında gecenin büyüsünden çıksam o
evde hiçbir şeyin yapılmadığını görecektim. O kadar
tılsımlaşmıştım ki aksi bir şey söylemek istemedim.
Dinledim. Onayladım. Yanıma oturdu. "Beni senin gibi seven
olmadı" dedi. Sevgiyi kana kana yaşamışız gibi sanki.
Sustum. Elimden tutup çekti. Salonun camını açtı. "Bak"
dedi. Kop koyu karanlığı göstererek "bak.. ne güzel dans
ediyorlar değil mi" "kimler" dedim "sevgili olmuş hepsi"
dedi.. "kimler" dedim sustu. Nefesi hızlandı. Camdan
belimin yarısına kadar eğdi beni. "Gör bak" dedi. Düşmekten
korkup "evet gördüm" dedim.. "hepsi sarılmış sevgilisine"
dedim. Nefesleri normale döndü. Çok masum içten bir
hareketle yalvaran gözlerle "sende sarıl" dedi. Sarıldım.
Müziksiz dans ettik. "Müzik ne güzel değil mi" dediğinde
gözlerindeki ifade bütün benliğimi bölmüştü. Tılsım
bitmişti. Çok sakin, sesimi kısarak eğer izin verirse
yatmak istediğim söyledim.Çok farklı şeyler oluyordu bu
evde ve ben kendimi savunacak tek bir yol bilmiyordum.
Kabullenmeli ve susmalıydım. Bana tertemiz çarşafları olan
tek kişilik yatağı gösterdi. Kalbim deli gibi atmaya
başladı. İyi geceler diyip kapımı kaptım. Yanıma gelmek
istemedi. Teşebbüs bile etmedi. Kendime kızdım. Onu yanlış
anladığımı düşünerek utandım.
Saat kaçtı bilmiyorum ritimli ayak sesleriyle uyandım.
Karanlıktı ev. Işığı açtım. Kapıyı hafifçe araladım.
Salonun ortasında kendinden geçmiş bir halde halay
çekiyordu. 2-3 tane bira şişesi vardı ortalıkta. Hepsi
açıktı hepsi yarımdı. Biri kanepenin üzerine devrilmişti.
Birileri mi gelmişti ben yatınca? Kendisine baktığımın
farkında değildi. Ne kadar seyrettim onu bilmiyorum. Sanki
o salonda on beş kişi müzik eşliğinde halay çekiyordu. Ve o
bunu çok zevk alarak yapıyordu. Halının ucunun ortaya
kadar kıvrılmış olduğunu gördüm. Belki onu düzeltirsem
benim varlığımı görür ve ne yaptığını sorabilirim diye
düşündüm. Halıyı düzeltmek için eğildiğimde ensemde çok
şiddetli bir acı hissettim. "Ne yaptın sen ne yaptın hepsi
gitti ne yaptın" Ne yaptığımı bende bilmiyordum. Yüzüne
baktıkça tokadı indiriyordu. "Herkes gitti" diyerek
ağlıyordu. Herkes kimdi? "Nereye" dedikçe kim dedikçe vurdu
vurdu Ne kadar bağırdığımı bilmiyorum.
Gözlerimi açtığımda yabancı bir evdeydim. Başım
zonkluyordu. Dudaklarım patlamış, konuşurken kontrol
edemiyordum. Alt komşusunun eviymiş. "Ne oldu" dedim.
"Korkma polisle hastaneye götürdüler" dedi kadın. "Neden
hastane?" dedim. Kadın önce kocasına sonra bana baktı.
"Hasta" dedi. "Tedavi olması için çok konuştuk. Olmadı
Kimsesi de yok" dedi. "Neden" dedim "Nedir hastalığı?".
"Şizofren" dedi.
Sustu.
İstanbul sahafından zorlukla bulduğum kitap şimdi elimde.
Mirasa konmuştum evet, onu okuyamadan şizofren biri ile
bir dönem yaşayarak.
"Bölünmüş benlik" ben olabilirdim artık.