- 1215 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Nun Kasesinde Bir Gizem Avcısı: Nazan Bekiroğlu
Karadeniz’in hırçın dalgalarının İstanbul saraylarına sürüklediği nazenin bir çiçek dalı…
Yusuf ile Züleyha meselesinde kendine has kalem tutuşuyla tanışıklık kazandığım mistik kelamların sahibi Nazan Bekiroğlu…
Gıyabında postmodern tavırlı oluşu dikkat çekici başka bir özellikti.Peki neydi postmodernizm?Bilmeyişimiz o tabire daha bir cezbe kazandırırdı.O zaman bir ‘google efendiye sor’ deyişinizi duyar gibiyim.Lakin geleneksel tavrımı her daim ortaya koyarken sayfaların sıcaklığını parmaklarımda duymak isteyerek, ‘’P’’ harfine doğru yollanıyorum.
Fransızca bir kökenden dilimize yine benzer bir deyişle uyarlanan postmodernizm, ansiklopedik bilgiye göre şöyledir ( google araştırması yapılmadan) :
Modernist kuramların ve uluslararası üslubun yarım yüzyıl boyunca kurduğu egemenliğin tartışılmasına dayanan çağdaş hareket.
Peki yeterli mi bu tanım? Bu tanımda Nazan Bekiroğlu’yla özdeşleşecek ne var?Olmadı,bir tarama daha yapılıyor Diderot kökenli 18.yy Fransız aydınlanmasına ayak tutan, ‘’google’’ düşmanı ansiklopedide.Bakın birkaç madde daha var:
postmodernizmin temel ilkeleri,
-modernist düşünce içinde, bir kenara itilecek öğelerle korunacak öğeleri ayıklamaya çalışarak,geleneklerle beslenme düşüncesi,
-bölgesel özellikleri hesaba katma
-biçimleri özgürce ve çoğu kez barok anlayışla bir araya getirme
-görsel etkiye verilen önem
-seçmeciliğe duyulan bilinçli eğilim.
Bu söylemin türü hala açık seçik olmasa da yine de zihinde bir ampulün fitillenmesinde ön ayak olmuştur diye düşünüyorum.
Gelenekten beslenen bir tarafı her daim açık seçik olan Bekiroğlu’nun postmodernizme uymuş bir çift ayak olduğuna olan inancım artık bir kez daha kesinleşiyor.
Onu bazen imgelerle bir çocuk kurnazlığıyla oynar görürüz.Kahramanlarına daha fazla kişilik yükler çoğu zaman.Hatta yazılarının bir bölümünde karakterlerinin ayaklandığını,karanlıkta kalan Bekiroğlu’nu ele geçirdiklerini bile hissedebilirsiniz.Bazen bilmeden yazar Bekiroğlu.Kahramanlarının onu nereye çekip götüreceğini kestiremez.Bazen bir çöl sarısında görürsünüz kelamlarını,olmadı putların çevresinde.Ama en çok da bir yeniçeri entarisinde.Kalemini birkaç gün önceden saray şerbetine yatırmış gibidir namı-diğer postmodern Bekiroğlu.
Hikaye ve deneme alanında sıkça yazdığını görürüz.Ama bir Nazan Bekiroğlu okuyucusu olarak onun roman alanındaki başarısını her zaman gözümde bir başka görürüm.Roman alanında şu ana kadar verdiği tek eser ‘’İsimle Ateş Arasında’’dır.Bir yeniçeri katibi gözleriyle bir Osmanlı portresi çizen Bekiroğlu,bu serüvende garip,karanlık ve sessiz bir aşk işler kalemiyle.Mansur’un ismini bile bilmediği ama O’na göre Nihade ismine yaraşan,bir buhurdanlıktan öteye geçemeyen bir aşk.Gölgeye mahkum bir aşk.
Nazan Bekiroğlu’na göre;aşk,Yaratıcı tarafından kusurlu yaratılmıştır.Yaratıcı bilerek ve isteyerek aşka mükemmel sıfatı yüklememiştir.Eğer aşk mükemmel olsaydı,kul Rabbine değil,aşka tapardı.Kul aşktaki bitimi anlayıp Rabbine,sonsuz ve mükemmel olan Rabbine döner.
Kitabında, aşkın garip,anlaşılmaz sihrine bir damla da o koymuştur imbiğinden.
Nun seyrine doyamamıştır Bekiroğlu.Elif,be,te,se,cim…,sin..,nun…,ye…Yazar da bu harflerin efsunu bir başkadır.Her zaman anlaşılmamayı seçen üslubuyla Nun Masalları’na bir tezgah açar.Bir hattatı konuşturur yine bir aşk sevdasıyla.Saraya bir hayranlık sezilir yine yazarın nağmelerinden.
Doğma büyüme İstanbullu değildir lakin 16 yaşında kapıldığı bir Topkapı efsununun cezbesinden bir türlü kurtulamamıştır.Belki de saray özleminin acısını bu kelamlardan çıkartıyordur kim bilir?
Nazan Bekiroğlu’nun eserlerinde zaman kavramı yine kendi üslubunca gizemini saklar.Ezcümle; bu kavram bile anlaşılmamak kalıbına bürünmüş bir esrarengiz olarak karşımıza çıkar. ‘’Yer, ‘’o yer’’ ,zaman da sözünü ettiğimiz ‘’o zaman’’ olmasına rağmen aslında ne İstanbul o İstanbul’dur ne de vakit bin dokuz yüzlerin başıdır ’’ ,der Neslihan Öksüz, Nazan Bekiroğlu’nun Nun Masalları’nda zaman ve mekan kavramını irdelerken.*
Zamanları iç içe geçmiş zannedersiniz öykülerinin.Kafanız allak bullak olmuştur.Ters giden bir şey var sanırsınız.Lakin bir sayfa ötede bir başka bilinmez tarihle sır görünmez bir gariplikle kendini ele verir.
Yazar bazen öyle ruhsal tahliller yapar ki,okuyucunun kendini kitabın içinde,kahramanın bilmem hangi yanında,ona eşlik ettiğini görürsünüz.Bazen kahramanların elini tutacak kadar yaklaşırsınız.Sanki zahiri bir ayna ve siz o aynanın içine adımını atan meraklı bir çocuk.Dalıp gidersiniz ufukları bilinmeyen bir sınırla çizili bu ruh alemine..Tıpkı yazarın 16 yasında Topkapı Sarayı’nda bir aynayla yaşadıkları ve aynanın içinde kaybolup arayışa geçtiği gibi. Nazan Bekiroğlu dünyasına hoş geldiniz!
Ziyadesiyle farklı lezzet oranlarının birleşimiyle elinden başka kitaplar dökülür Bekiroğlu tezgahına.
Eserleri ;Nun Masalları(1997),Şair Nigâr Hanım(1998),Halide Edip Adıvar(1999),Yûsuf ile Züleyha(2000),Mavi Lâle(2001),İsimle Ateş Arası(2002),Cümle Kapısı(2003),Cam Irmağı Taş Gemi(2006).
Ki bu eserler ayrı ayrı incelendiğinde hepsinde İstanbul’u bulabileceğimiz pek çok özellikle karsılaşabiliriz.Zaman,mekan geçmese de bir histen bile yakalarsınız Nazan Bekiroğlu’nun gizemli İstanbul’unu.
Onu bazen bir cam işliğinde,ateşten kelamlar yazarken görürsünüz,
Bazen bir hattat olur,aharlanmış kağıda nağme-i aşkı çiziktiren,
Bazen buhurdanlıklar içinde aşkın kokusunu arayan bir yeniçeri,
Ya da bir padişahın iç sesini işler görürsünüz nağmelerde…
Bazen de aşkı taşlara kazıyan bir taş ustası.
Ama en çok da karakterlerine esir düşen zarif bir İstanbul aşığı,saray kelamcısı Nazan Bekiroğlu’dur.
* Öksüz, Neslihan, ‘’İstanbul’un Gölgesinde Yazan Bir Yazar:Nazan Bekiroğlu’’, Türk Edebiyatı Dergisi,sayı 415,sayfa 29.
Yolcu Dergisi / 52
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.