GÖNDERİLMEMİŞ MEKTUPLAR
Uzun zaman olmuştu hayalinle hasbıhal etmeyeli…. Yoktun uzun zamandır, haberini kimselerden alamıyordum. Babasının karne hediyesi olan bisikleti çalınmış bir çocuk gibi huzursuzdum. Her gün seni yazıyordum. Sen bihaberdin seni sana anlatmalarımdan, kendi halinde fırtınalar yaşıyordun. Deniz kızlarından alıyordum haberini, senli bir deryada yolculuğa çıktığım kara bulutlu günlerde. Sen gün geçtikçe büyüyordun içimde. Gecem de, gündüzümde, aldığım nefesimde tek muhayyelimdin sen.
Karanlıklar doğmuştu benim için, yeni başlayan bir günle. Hiç beklemediğim bir anda, yaz mevsiminde sonbaharları yaşarken, hayalinle güneş gibi doğdun. Sanki içimdeki feryadı duyuyormuşçasına. Hayalinin gözlerine baktım uzun uzun, sonra sarıldım hayaline doyasıya. Güzel gülümsemenle karşımda duruyordun. Ben seni yazmayı bırakmış seni yaşıyordum. Merak içinde bakıyordun bana, sanki seni yazdığımı hissetmişçesine. Seni çok özledim diyordum durmadan, sense tepkisizdin her zaman ki gibi, tepkisiz, soğuk ve hissiz. Ama yanımda olman, seni hissediyor olmam her şeyden önemliydi. Sarı sayfalara bir bıçak gibi saplanan kelimelerimi gördün usulca… Ne yaptığımı sordun, çekingen bir tavırla. Bende sana bir aşk hikayesi anlattım. “ Seni yıllarca yazan bir olsa ve sana yazdığı gönderilmemiş mektuplar, yıllar sonra eline geçse ne yapardın?” diye sorduğumda yine gerçekliğini yüklenen mantıksal cevaplarınla cevap verdin bana. Hayalinin gözlerinde bir ışık gördüm, sevdiğin çizgi film karakterinin oyuncağını görünce. Sana doğum günün için aldığımı ama nasip olup ta sana veremediğimi söylediğimde. “Gerek yoktu.” Deyişinle sanki bir deprem vurdu yüreğimdeki şehirleri ve sevda yüklü yaşamım enkaz altında kaldı. Seneden beni anlamanı beklemiştim. Sana “Benim memleketim, senin olduğun herhangi bir yer, isterse bu cehennem olsun.” demiştim. Sensiz olduğum bir yerde yaşamaktan nefret ediyorum demiştim. Sense nefret etmememi söylemiştin hayalinin gerçeksizliğinde. Olsun yanımdaydın ya, yeter bana.
Sonrasında bir puslu gece çöktü üstümüze, ben seni nasıl beklediğimi ve seni nasıl sevdiğimi söylüyordum, sense haykırıyordun bana sevmediğini. “Ne bekliyordun ki, istersen mecnunun kralı ol, boynuna atılacağımı mı bekliyordun, şaşkın aşık. Seni hangi ruh kabul eder be, seni kim sever Allah aşkına, sefil şair. Seviyormuşmuş, hıh! Sen benim hiçbir şeyimsin anlıyor musun? Hiçsin!”
Ruhum daraldı, kaçmak istedim o an her şeyden, iyi ama ya kendimden nasıl kaçacaktım. Fotoğraf makinem yanımdaydı, bir rüzgar geldi, bir ses duydum. Sanki dağların en zirvesinden sen çağırıyordun, senin diğer yanın, hani benim sudaki yansımamı gördüğümü hissettiren sevgi dolu yanınla olan sen. Vurdum kendimi dağlara, yokuşları tırmandım Mecnunun çölleri aştığı aşkla, zirvelere ulaştım, yol boyunca fotoğrafladım hayatı, birkaç kareye sıkıştırdım sensizliğin kol gezdiği zamanı. Zirvedeydim şimdi, koskoca bir şehri ayaklarımın altına almıştım, hayalimde sana sarılıp ta izlemek bu manzarayı. Ama zirvelerde bile hayalin yoktu ve ben yalnızdım yine.
Haklıydın aslında, kimdim ki ben! Seni sevme cüretinde bulunan bir sefil. Davul bile dengi dengineydi elbette. Seni sevsem de Keremden öte, senin beni sevme ihtimalin sıfırdı sevgili. Bu yüzden kendin değil de hayalini gönderiyordun bana. Belki hayalinin yanımda olduğunu bile bilmiyordun. Benim üretmemdi belki de. Allah kahretsin, seni seviyorum ve bilinç altım artık bu sevdanın devasalığına dayanamayıp bana bir an olsun sensizken yaşadığım acılardan kaçabilmek adına mutluluk vermek için afyonla uyuşturulmuş bir beden gibi uyuşturmakta buluyordu çareyi…
Sana koştum gece tüm gizemiyle ve tüm kötülüklerini bedenine gizlemişken, sana koştum. Koşarken bir kadın gördüm yolda, saçları kızıldı, kahkahalar atıyordu fütursuzca, hayatın acımasızlığından bahsediyordu bir adama, adamın gözlerindeki arzu dolu bakış, bir neşter gibi dolanıyordu kadının bedeninde. Kadında bir vurdum duymazlık vardı, alışmışlık beklide. Mutsuzluk ve hüzün vatan tutmuşken kadının gözlerindeki yeşilde, kadın mutluluk verebileceğini söylüyordu adama. Canım acıdı.
Bir kız çocuğu çıkmış yolun orta yerine, baba diye ağlıyordu. Saçları iki yandan ayrılmış, gözleri deniz mavisi bakışlı bir çocuk. Kimsesiz hissediyordu, çığlıklarına işleyen bir yalnızlık vardı haykırışlarında. Babası gelmiyordu. Durdum, sarıldım çocuğa. Biliyordum babasının yerini tutamazdım ama en azından acısını biraz hafifletebilmek umuduyla sarıldım ona. Baktı gözlerimin en gerisine, dudaklarını büktü. “Öldü” diyebildi sadece…
Susadım, bir mekanda durdum, bir sürü bilgisayarın ve teknolojik aletlerin olduğu bir yerdi burası. Bir adam kameranın karşısına geçmiş, sevdasının hasretinden çocuklar gibi, boğazı düğümlenerek, haykırışlarına gem vurarak ağlıyordu. Karşısında bir kız, gözlerinin içine bakmamak için tutuyordu kendini ve kafasını kaldırmadan yazıyordu. Adam sürekli ağlıyordu ve bir yudum su boğazıma dizildi. Sustum.
Sana geldim hasretle, sana varmalarımı, vuslatlarımın saatini erken çektim. Sen gittin, hayalini alıp yanına, çekip gittin ışıklı şehirlerin prensesi. Bu sefer, roller değişti, ağlayan bendim yokluğunda. Ellerimi kapatıp yüzümü gizlercesine -kimseler görmedi göz yaşlarımı hatta ruhum bile bilirsin-, çekip gittin bana yalnızlığını hediye ederek. Ama hiç düşünmedin gidişinle, yüreğimi Hz. İbrahim’i ateşler içine atmaya kalkan Firavundan daha acımasız davranıp, kan revan içinde bıraktığını… Ne yaparsan yap, istersen hiç gelmeyerek ana en ağır zulümleri yap, bilmezden gel hayatı, görmezlikten gel beni, ruhumu ve gerçekleri. Ne olursa olsun, seni benim kadar seven birini bulamazsın sevgili. Anlayacaksın! Sana söyleyemesem de, seni yazmaktan vazgeçmeyeceğim. Seni ölüm öncesi nefesimi verdiğim anın son salisesinde bile içimde büyüterek seveceğim. Bu arada bulunduğum yerden nefret etmiyorum artık. Hayalinin sözünü tuttum sevgili. Seni seviyorum.
BAKİ EVKARALI
NOT: SEVDA BİR ADIMDAN DAHA YAKIN OLAN, DİBİNDEYKEN GÖREMEYENLERE HEDİYEM OLSUN. SİZ GÖRMEZSENİZ, BİZDE DELİCE SEVDİĞİMİZ SİZLERİ, KENDİMİZE SAKLARIZ ANCAK... sİZ HUZURU ARAYIN BAKALIM, HUZURSUZLUK DENİZİNDE... sEVDİĞİN SENİ SEVMEZ, SENİ SEVENİ SEN SEVMEZSİN. hAKSIZ MIYIM ŞİİR YÜREKLİ İNSANLAR ?
YORUMLAR
Ne yaparsan yap, istersen hiç gelmeyerek ana en ağır zulümleri yap, bilmezden gel hayatı, görmezlikten gel beni, ruhumu ve gerçekleri. Ne olursa olsun, seni benim kadar seven birini bulamazsın sevgili. Anlayacaksın! Sana söyleyemesem de, seni yazmaktan vazgeçmeyeceğim. Seni ölüm öncesi nefesimi verdiğim anın son salisesinde bile içimde büyüterek seveceğim. Bu arada bulunduğum yerden nefret etmiyorum artık. Hayalinin sözünü tuttum sevgili. Seni seviyorum.
kutlarım saygılarımla...
"sEVDİĞİN SENİ SEVMEZ, SENİ SEVENİ SEN SEVMEZSİN. hAKSIZ MIYIM ŞİİR YÜREKLİ İNSANLAR ?"
Biz mi inandıramadık sevdamızı sevdiğimizi sevdiklerimizde mi o yürek yoktu bilemiyorum... Baştan sona hüzün, aşk, duygusallık, hiçlik, acımasızlık, vicdansızlık ve hayatın içinden gerçekçi satırlar... İşte biz İşte hayat!