- 873 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ANNE, ÖLDÜRÜYOR !
Büyükşehrin varoşlarından, yüksek tepelerinden, ufak bir gecekondudan geliyordu, anne – kızın bağrışmaları.
- Ölmelisin ! diyordu anne, yaşaman haram,ölmelisin !
İki göz gecekondunun, küçük pencerelerinden birinin önünde kurulu, köyden getirdikleri desenli kilimle örtülü küçük sedirin üzerinde oturmuş, onsekiz yaşlarında kız, elini köyden
kalma alışkanlıkla, kendi çeyizi için işlediği tülbentlerinden biri ile örttüğü başına dayamış,
kahverengi,sürmeli gözleriyle bir dışarıdaki güneşin aydınlattığı doğaya, bir içerideki
cehaletin kararttığı katil adayı annesinin yerinden fırlayacakmış gibi olan hiddetli gözlerine bakıyordu….
- Yaşamak benim de hakkım değil mi ? Sen doğurduysan beni, canımı da sen vermedin ya ! diye isyanını haykırdı kadının yüzüne. Tekrar çevirdi gözlerini güneşine doğru. Bir kez daha seyretti, dışarıda neşe içinde oynayan küçük çocukları. Ne güzel de sek sek
oynuyorlardı. Güneş ne güzel vuruyordu gül yüzlerine..Ağaçlar nasıl da yeşermiş, çiçek
açmışlardı. Serçeler nasıl da uçuşuyorlar, yiyecek kokusu aldıkları yerlere, topluca nasıl
da konuyorlardı. Aynı Allah yaratmamış mıydı hepimizi ? Aynı şekilde yaşamaya hakkımız yok muydu hepimizin ?
- Sen ölümü hak ettin, diye tekrarladı annesi,kızının başında hiddetle eğilerek..Arada bir açılan başını düzeltiyor,o haliyle bile görülen ak saçlarını saklamaya çalışıyordu.
Karşısına oturdu kızının. Daha sakin konuşmaya çalıştı.
- Biz Anadolu’luyuz kızım. Bizim örf-adet ve törelerimiz var. Bizde namus önemlidir. Sen bizim namusumuzu iki paralık ettin ! Sözünün sonunda yeniden hiddetlendi kadın.
Aynı uslûpla yanıt verdi kızı.
- Burası Büyükşehir ana. Madem uyum sağlayamayacaktık, ne diye geldik buraya ? Burada kızlar, istedikleriyle gezip tozuyor, her haltı da yiyor ! Kimsenin de bir şey dediği falan yok. Siz tutturmuşsunuz bir namus diye, kendi kendinize utanıyorsunuz.
- Nasıl utanmayalım ? Daha onsekizindesin. Kırdığın cevizler bini aştı. Daha düne kadar genç bir çocukla beraber olduğunu bütün mahalle biliyor. Sizi sokaklarda,parklarda sarmaş dolaş öpüşürken görenler gelip bana anlattı. Utanıp yerin dibine girdim.Şimdi de evli bir adamla adın çıktı ve hamile kaldın.
Güneşine dalan gözlerini yeniden çevirdi annesine. İsyanına devam etti kız.
- Şöyle gel bir çıkalım seninle de gör. Sokaklar çok daha fazlasını yapan sevgililerle dolu. Hatta daha fazlası.Şu ileride ağaçlık yer var ya, orada daha fazlası, herkesin gözlerinin
önünde yapılıyor. Yanlarından geçiyoruz da oralı bile olmuyorlar…
Yeniden ayağa kalktı kadın. Hiddeti kat kat artmıştı. Odanın etrafında dönmeye başladı. Tekrar kızına döndü.
- Kız, anlattığın şeye bak ! Gösterdiğin örneğe bak ! Sende utanma falan kalmamış. Allah’ım nerden gelmişik biz bu lânet olası şehre….
Devam etti kız, örnekleri saymaya.
- Televizyonlarda her gün görmüyor musun ? Nikâhsız yaşayanları,nikâhsız çocuk doğuranları, evliyken sevgilisi ile görünenleri, hem karısı hem de sevgilisi ile birlikte olmaktan gururlananları ?…..Senin dediğin namus kavramıi çok eskilerde kaldı artık.
Boş ver sen bunları, kafana takma anne….
- Kızım kendine gelsene sen. Dünyaya bir dön hele..Eliyle çenesinden tutup, kendine doğru çekti kızını ve konuşmaya devam etti.
- Senin evli bir adamla birlikte olduğunu ve hatta ondan hamile kaldığını bütün mahalle biliyor ve dedikonu yapıyorlar. Senin bundan haberin yok mu şimdi ?
Annesinin çenesinden tutan elini ittirip hiddetle ayağa kalktı kız. Öfkesinden başındaki tülbenti de savurup attı yere. Ayağa kalkıp annesine bağırmaya başladı. Odada hızla dönerek konuşuyordu şimdi.
- Ne yapalım yani ? Ben de gönlümü evli bir adama kaptırdım. Diğer çocuk pısırığın biriydi. Mutlu edemedi beni. Ama o, hayatımın en güzel günlerini yaşattı bana. Bedeli neyse ödemeye razıyım. Hadi kesin cezamı !
Sakinleşmek zorunda hisseti kadın kendini. Konuşma tonunu alçalttı.
- Kızım, biliyorsun baban kalp hastası. Senin başına gelenleri er geç duyacak. Mutlaka da kalp krizi geçirir,belki de ölür gider. Biz kardeşlerinle bu koca şehirde yalnız kalırız.
Sen o zaman yaşayabilir misin ? Hem zaten baban duyduğunda ya kendisi öldürür ya da kardeşlerinden birine öldürtür seni…
- Yeter anne, yeter diye bağırdı kadına dönüp. Elleriyle arkaya doğru itti saçlarını. Yerinden fırlamış gözleri ikide bir dışarıdaki güneşe,ağaçlara,kuşlara ve neşeyle oynayan
çocuklara takılmadan da edemiyordu.
- Söyle anne, ne yapmamı istiyorsun ? Cezam neyse razıyım, söyle artık…Gözlerini yine dışarıya dikti.Bu defa gözyaşlarına engel olamadı. Güneş de saklanıverdi o an, bulutların
ardına. Bardaktan boşalırmışcasına yağmur yağmaya başladı. Çocuklar koşuşmaya başladı, kuşlar da ötüşmeye..Genç kzın gözyaşları yağmurla yarış edercesine akmaya
başladı. Hakem yoktu, bilinemezdi kimin daha çok ağladığı.
Tekrar karşısına oturttu kızını kadın. Daha da alçak bir sesle konuşurken bu defa elini omzuna dayamıştı kzının.
- Kızım, senin ölmekten başka çaren yok ! Namus lekesini ancak ölüm temizler…
Hemen ayağa kalktı kız. O anda razı oldu cezasına. Ölüm gömleğini giyinmiş hissetti bir anda kendini.
- Peki anne..Hemen gidip ilerideki uçurumdan kendimi atacağım, söz veriyorum..
Rahatlamıştı kadın. Önce banyoya götürüp kendi elleriyle son bir defa yıkayıp kızını,abdest aldırdı. Elleriyle severek kuruladıktan sonra, mutfağa giderek içine fare zehiri koyduğu bir bardak çay getirdi. İçirdi kzına ve yatırdı, köyden gelen desenli kilimin örttğü, güneşin içeriye vurduğu pencerenin önündeki sedire.
Yağmur dinmiş, güneş yeniden sıyrılmıştı bulutların arasından. Çocuklar tekrar çıkmışlardı sokağa ve yeniden sek sek oynamaya başlamışlardı. Serçeler yine uçuşuyor ve yiyecek
buldukları yerlere topluca konuyorlardı.
Genç kız uyuyordu şimdi. Güneşin aydınlattığı dünyanın farkında değildi. Bir ara uyanır gibi oldu.
- Anne, anneciğim ! Yağmur dindi mi, güneş tekrar göründü mü ? Çocuklar oynuıyorlar mı yine. ya serçeler, serçeler uçuşuyorlar mı ? Onları bir kez daha seyredebilir miyim anneciğim ? diye yalvararak seslendiğinde kadın paniğe kapıldı. Bir anda tüm çabalarının
boşa gideceğini, kızının ölmeyeceğini ve ölmekten vaz geçeceğini zannedince, eline geçen yastığı kzının yüzüne bastırdı. Kendini kaybetmişti kadın. Gözleri yerinden fırlamıştı adeta. Tülbentinin başından düşmesi, ak saçlarının görünmesi bile umurunda olmadı o an.
Bastırdı, bastırdığı yastığı…Kızının feryatlarına kulaklarını tıkadı…Ta ki güneşin yeniden
,utancından,doğduğuna,göründüğüne pişman olup,bulutların arkasına gizlenip,yağmurları
göndermeye başlaması, çocukların evlerine, kuşların yuvalarına kaçışmasına ve kzının sesinin kesilmesine kadar bırakmadı o yastığı.
Neden sonra yağmur damlalarının camları dövermişcesine çıkardığı sesten irkilip kendine geldi kadın. Yastığı çektiğinde kızının öldüğünü gördü…Örttü üzerini, tülbentini başına
bağladı ve kapının önüne çıkıp bağırmaya başladı…
- Komşular, komşular yetişin ! Kızım canına kıydı, yavrum, bir tanem, kınalı kuzum canına kıydı…..
(Basın-yayından duyduğum bir olayı öykülemeye çalıştım)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
...Kadın çocuğunu ölmeye ikna ettiği için rahatladığını yazmışsınız. Olayıda çok basit anlatmışsınız...Hem anneyi hem kızı haklı göstermeye çalışmışsınız. Allah kimselerin başına vermesin.Ve kimse de canice ya da eğitimsizlik demesin. Çok eğitimli insanlar duyduk gördük evlat katili, bir anlık öfkesinin esiri...Namus denen şey hiç bir şeye benzemez elbette. Kızın o tarz cevaplar vermesi bana göre son derece yanlış. Büyükşehirlerde herkes o tarz yaşamıyor. Şimdiki genç kızlarda ve erkeklerde asla eski kızların haysiyeti ve namusu yok. Bu da bir gerçek. Ha, kimilerine göre namus kavramı farklı içerikte olabilir, ona sözüm yok.
Eskiden de aşklar vardı, halamlar anlatırdı hep. Ne güzelmiş o zamanlar, bakışmak bile nimetmiş onlar için. Şimdi bakışmayla yetinen varmı ki...Herşeyi kirlendi, aşk da...
Gerçek bir olaysa üzüldüm. Kız yaptığının cezasını çekmeliydi, ama öldürülerek değil.
Tebrik ediyorum sizi.
Tek kelime söyleyemiyorum biliyor musunuz bu hikâye karşısında.
Hikâye diyorum oysa bunlar hikâye değil yaşamın ta kendisi ve ne yazık ki bu gün bile yaşama hakkını elinden alan töreler, namus anlayışının dar bir çerçevede görülmesi ve sonrasında da içimizi yakan acılar.
Anne nasıl kıyabilir kendi canından can katarak dünyaya getirdiği yavrusuna. Bunu hiç anlamadım ve sanırım anlayamayacağım da. Kimsenin anlamasını da bekleyemiyorum bundan sonra.
Çok teşekkür ediyorum bu özel paylaşımınız için. Bu hikâyeden dersler alması gerekenler umarım alırlar derslerini.
Kutluyorum kaleminizi ve saygılar yüreğinize
ne töre
ne başka insanların düşünceleri
hiç ama hiç birşey bir annenin evladına kıymasını anlamamı sağlayamaz.
anne bu ya anne!
nasıl kıyabilir canına
canı hata bile yapsa.
ve yazınız anlatım olarak iç parçalayabiliyorsa
ki benimkini parçaladı, bu olayların olmaması ve bu tür yazılar okumama dileğiyle diyorum.
sevgi ve saygılar.
yaşama hakkının toplumsal tercihler karşısındaki durumuna değinen öykünüzü okuması gerekenler acaba okur mu dersiniz? Olayalar sokakta yaşanırken, çarelerin, uyarıların gazete, dergi ve bilgisunar sayfalarında yer alması ne kadar acı. Keşke aydınlık her eve, her yüreğe ulaşabilse. Duyarlılığınız için teşekkür ederim dost. varolasın!