8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
4613
Okunma
Nasıl başlayacağımı, nasıl yazacağımı düşünürken; anılarım teker teker canlanmaya başladı gözlerimin önünde... O kadar taze, o kadar güzel, o kadar temizdi köydeki anılarım... Buram buram burnumda tüttü. İlkokul çağlarımda sömestr ve yaz tatillerim halamın köyünde geçerdi. Hep can atardım... Tatil olsun, ben köye gideyim...Kışı farklı güzel, yazı farklı güzeldi.İnsanları sıcak, candan, samimi, sahtekarlıktan çok uzak.
Yörük köyüydü halamın köyü; ormanlık bir köy değildi ama, şırıl şırıl sular akardı her yerden.Kayalık, taşlık bir köydü... Kerpiçten evler; evlerin hemen hemen hepsi iki katlı, sundurmalıydı.Birde ad takmışlardı bana; dağların kralı diye ... Zira, çobanlık yapmak çok hoşuma giderdi.O yüzden takmışlardı bu adı bana, genelde şehirden gelen kızlara
"Şeherli kız" derlerdi. Benim onlar için bir ayrıcalığım vardı. Köye gelir gelmez şalvar giyerdim, köy çeşmesinden su taşırdım, halama yardım ederdim...Ekmek yapma günlerinde; toprak fırın yakılır, teknelerde hamur yoğrulurdu. Hamurlar pinatlara yerleştirilirdi. Nasılda mis gibi kokardı...Halam hamurları fırına atarken; bende sabırsızlıkla beklerdim, mutlaka bizim için sıcacık pideler pişerdi. Hemen yemek için arasına tereyağı sürülürdü. Dumanlar tüterdi üstünde... Hemen oracıkta bitirirdim pidemi...
Halam; ne güzel kadındı halam.. Kıpkırmızı yanakları vardı. Yüzü hep güleçti, halada öyle... Halam ne tatlı kadındır benim... Hiç yorulmak bilmezdi, sabahları erkenden kalkar... Önce hayvanları besler ve sağardı. Her sabah kahvaltıda sıcacık taze süt olurdu. Bardak bardak içmezdik sütü... Kocaman bakır bir kabın içinde ekmek doğrardı içine.Üzerine de şeker serpiştirirdi. Fakat, önce tarhana çorbası içilirdi her sabah; mis gibi tarhana çorbası tok tutarmış insanı... öyle derdi. Hiç üşümezmiş insan onu içince... Üşümezdim... tarhana çorbasından mı, yoksa halamın bana ördüğü patiklerden mi...bilmem....
Mihrace ablam, Ayşe,Ali Osman ,Ercan; halamın çocukları... Ayşe ile akrandık Mihrace ablamla daha çok vakit geçirirdim ben. Onunla birlikte hayvan gütmeye giderdik...Heybemize azık doldurur, çıkardık tepelere.. Bayrak tepesi vardı; kocaman bayrağımız dalgalanırdı o tepede. Bayraklı tepeydi orası...
Daha öncede belirttiğim gibi; ormanlık bir köy değildi... Küçük; bodur ağaçlar vardı.Pinarlar; pinarların üzerine otururdum, tabure gibi olurdu onlar... Bana kış yaz yeşil olurdu; pinarlar... Yazın, altlarına yılanlar saklanırdı... mutlaka kontrol ederdik yılan var mı diye. Kekik kokusu ne güzel kokardı. Yazarken bile o kokuyu hissettim bir an... Çiğdem toplardık. Küçük sarı bir çiçekti, içindeki küçücük çekirdeği yenirdi... Sümbülleri toplar demet yapardık, en çok taç yapardım... Dağların kralıydım ya... bir tacım olmalıydı benim! Gün boyu tacımla dolaşırdım. Koyunların, kuzuların peşinde koştururduk. Nedense hiç yorulmazdık... Akşam olup karanlık basınca, sürüleri toplar köye dönerdik yavaş yavaş. Bizle birlikte bir sürü çobanda geri dönüş yolunda olurdu. Sürüler asla bir birine karışmazdı! Hayvanlar bilirdi nereye ait olduklarını sanki....
Köy; geceleri çok güzel geçerdi... Hayvanlar sağılıp işler biter; yemek faslından sonra, erkekler köy kahvesine giderdi. Komşular gelirdi... mısır patlatılır çay demlenirdi.Genç kızlar nakış işlerdi. Ayrı otururlardı, onların konuşacak özel konuları olurdu mutlaka....İşlerken benimde elime tutuştururdu mihrace ablam; öğreneyim diye...İşledikçe, çiçekler ortaya çıktıkça, nasıl da hoşuma giderdi. En çok çiğdem çizip işlemeyi severdim ben, beyaz yazmalara. Hala durur işlediğim yazmalar... Anılarım kokar her açtığımda; mis gibi... Yörük köyünün, halamın ,Bayraklı tepenin, Kekik, Sümbül, Çiğdem kokusu; tekrar yaşamak istediğim en güzel çocukluk hatıralarım benim ....
SELMA ARDIÇ TAN