- 468 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bu Yazı Sanal Reklam Uygulaması İçermektedir
Şefkat dolu bir deryaya düşüp çırpına çırpına boğulmak istiyorum.
Ki o, ölümlerin en acısıdır, en acılısıdır, en acıtanıdır.
Memleketim bahara gün sayıyor. Birkaç sabahtır yarı ayaz sarılıklarla uyanıyoruz. Güneşli uyandığımız sabahlar psikolojilerimizin henüz bilmediğimiz bir taraflarını mutlu ediyor. Sonra gün içinde avuç içlerimizi birleştirip Güneş ışığında, güneşkardeş oluyoruz. Artık kimse kandan kardeşliklere bel bağlamıyor Roxane, paslı çivileri gözlerimize çekiyoruz sürme niyetine. Kirpiklerimiz kandan kızıl...
Aramaktan ve bulamamaktan hiç bıkmıyorum. Hatta buna öylesine alıştım ki, spontan spontan bulamamak için arıyorum. Yoğun parfüm kokulu otobüslerde kadınlığıma ağlıyorum. Tırnaklarımı her kızartışımda birileri bana oturmam için yer gösteriyor. Keza parfüm kokum ne kadar yoğunsa... Hem yumuşak hem hesaplı kokular seçiyorum, bundandır ki herkes Johnson’s Baby koksun diye memleketimin otobüslerini reklam güzellerine boyuyorum. İndiğim bütün duraklar bilmediğim güçlerce talan ediliyor. Her nasılsa ben varmadan orada oluyorlar ve bana hep enkaz temizlemek düşüyor.
-Sesimi duyan var mı?
diyordum ya, artık biri sesimi duymasın ne olur diye yalvarır oldum. Enkazdan kimi çıkarırsam yüreğinin yırtıklarını dikip taburcu ediyorum kendimden. Dün bir kız çocuğu çıktı oradan; saçları şampuan kokmuyor diye ağlıyor. Ağlama küçüğüm dedim ona, bak ablan senin için Johnson’s Baby taşıyor. Sevindi yavrucak. Mutlu yüzler görmeye ne çok ihtiyacım varmış meğer. Bir de pizza yerken bu kadar mutlu olabiliyorum.
Beyaz atlı bir yalnızlık üstüme üstüme geliyor. Bana o kadar aşık ki, gözü başka kimseyi görmüyor. Onu kırmak istemiyorum, bak çocuğum çok iyisin; fakat ben..., diyecek oluyorum; ağlıyor. Lanet olsun ki, bütün o hüzün kokan yanlarını alıp en iç’ime saklıyorum. Kırılmak nasıl bir şeydir ezberlemiş olduğumdan, benim boynu bükük yalnızlığımın saçlarını okşuyorum. Ondan çalınıp üvey kardeşlerine bahşedilmiş şefkatin acısını çıkarırcasına saçlarını okşuyorum. Bunu öyle çok öyle çok yapıyorum ki,
-Canımı acıtıyorsun sevgilim, diyor.
Aptal! O kadar kör ki, onu sevmediğimi bile görmüyor!
İşte böyle Roxane, zaman dediğimiz zincirleme kaza öyle böyle geçiyor. Akşam saatlerinde semt pazarına çıkıp, ucuzlamıştır umuduyla biraz sevgi arıyoruz.
-Çöpe gitmesin abla, diyor bir pazarcı, bir pazar sepetine konmuş birkaç sevgi parçasını uzatarak.
Hayır! Bunu gururuma yediremiyorum. Gurur; hani şu üzerine çıkıp zıplarken yaylarını kırdığım...
-Kalsın, diyorum.
Bir gün biri gelecek, beni o kadar çok, o kadar çok sevecek ki.
Vargücümle bütün kötü rüyalarımdan uyanıyorum. Kötü rüyalarımın bütün başrol oyuncularını hurdacıya vermek üzere de prensipte anlaşıyorum ruhumla.
Yarının nasıl bir sabah olacağı, bana hep çarşambayla perşembenin ilişkisini anımsatıyor vesselam.