istanbul
.
Sigaramı yakıyorum.
Bakırköy sahilinin ender kirlenmemiş banklarının birinde ellerimi ovuşturarak oturuyorum.
Dudaklarım mor, kansızlıktan ve soğuktan. Bacaklarım birbirlerine sürtüyor çaresizce muhtemelen soğuktan.
Seyrek haşpuruklar saçıyorum havaya. Bilindik açık kahve gözlerim siyah, belli olmuyor. Saçlarım kendini rüzgarın akıbetine bırakıyor.
Bilim isim koymasın bana istiyorum. Dokunmasın hormonlarıma 20 miligramlık haplarla. Biçimsiz sorgulama seanslarıyla.
Hepsi geçecek, hepsi unutulacak nasılsa.
Sanıyorum.
Ben böyle nefes alıyorum.
İnanarak.
Sıcaklık akıyor dudaklarımdan, önce damağıma çarpıyor ardından ciğerlerimde son buluyor. Ellerim.. onlar da ısınsın istiyorum. Ateşine tabii tutuyorum onları sigaramın.
Gözlerim buğulanıyor. Görüyorum acınacak halde ellerim. Acınacak halde yüzüm. Yalnızım. Belki de İstanbul"a sayılı kez bu kadar tutuluyorum.
Sayılı kez nereye gidecek olursam olayım, bir parçasını cebime koyup öyle gitmek hissi doğuyor içime. Havasını burun deliklerimde saklamak istiyorum.
İstanbul"dan gidip dönmeyecek olsam, sigara içmezdim ben. İstanbul tutuyor beni sımsıkı.
Elimi ısıtıyor, okşuyor yaşlanmış yüzümü.
Yıldızlar benden nefret ediyor. Ayın beni bir gün bırakabileceğine hiç inanmazdım, ama tiksiniyor benden.
Simin
Koşarak kaçıyor benden.
Koşarak kaçıyorum kendimden.
İnsanlığımdan.
İnsan olmanın hissettirdiklerinden.
Aciz bulmuyorum kendimi. Suçlamıyorum hiçbir gözyaşını, hepsinin bir nedeni vardı nasılsa. Bazıları beni saran bu dumanın hatrına, eski sevgililerime, aileme. Hepsini bir kağıda tütün misali sarıp içiyorum. Beş harflı bir damga basıyorum kağıda, Çağla. Yeni nesil bir sapıklık sahibi bir insan. Kalp sızıntısı, bacak arası ve kusmak arasında geçen bir üçlü onunkisi. Ne çeşit bir sapığım ben? Sıkılıyorum. Sıkışıyorum. Bu üçlüden kurtulmak için, her gün biraz daha..
İçmiyorum.
Sevmiyorum.
Dokunmuyorum.
Beni uyanık tutacak şeylerden kaçıyorum. Düşünüyorum.. Her şeyi, en küçük detayına kadar. En dibe vurabilmek için. Çıkabilirsem, sağlam çıkabilmek adına.
Hayal kurmuyorum, oluruna bırakamıyorum. Esirim, banklarda uyuklayan, evsiz. Varsayımlar üzerine kuruyorum hayatımı. O kadar çok dünya kuruyorum ki kendime, içinden çıkamıyorum, kalbimin atışlarını kontrol ediyorum uyurken. Neredeydim sorularının cevaplarını bulabilmek için. yüzlerce girişim, binlerce soruma rağmen sadece ona yakın çıkışım var. Düşünüyorum.. Fakat yine de demesi zor.
Varım.
Zehirlidir saplantılarım. Deri üstü için. Beynim zonkluyor. Hava soğuk, boğazlarım yanıyor. Ayaklarım.. bacaklarım birbirine sürtüyor. Ellerimi ovuşturuyorum.
Ben kanlı insanlık imparatorluğunun gözdesiyim. Zira;
Nefes aldığımı sandığıma inanıyorum.
Kendimden koşarak kaçıyorum.
İnsanlıktan kaçıyorum.
İnsanları sevmiyorum,
Duygularına dokunmuyorum.
İçmiyorum,
Fakat içtiğim kadar varım.
Hava soğuk, ellerimi ovuşturuyorum.. bacaklarımı birbirlerine sürtüyorum.
Dudaklarım mor. Yalnızlığım acınacak halde..
İnsanlığın olmadığı İstanbul"da
İnsanlığın gözdesiyim
simin
YORUMLAR
iyi ama kimin için ne kadar dağınıksınız yazıda obsesif olduğumdan değil yaşadığınız labiliteden beğendim hemde çok istanbulu ben sevmiyorum kalabalık ve dediğin gibi yanlız... ben yanlız kalıyorum belki senin duyguların gbi...kaldım yazıda daha bir yol gidemedim... bu yorum belki alır beni kelimelerinden...
Istanbulu farkli anlatan bir yazi olmus. Okurken sanki o tarif ettiginiz kösede kendimi görür gibi oldum. farkli ortamda, fakat dibine vurmus ya, iyiki vurmus anca o zaman yönünü belirlersin. Dibe vurmadan hic bir zaman ayaklarin yerde olmaz, olmuyor öylece atmosferin icinde ucup duruyorsun.
Dibe vurdunmu "cok sükür" diyerek istikamet yildizlarin yönü olmali.
En güzelide, seni en diplere vuran kisileri bir sigara kagitina sarip atese verip icip duman etmesi.
Cok güzel anlatmisiniz icinizdeki firtinayi, bunlari yasayip, hayat mücadelesi veren herkese hayranligim sonsuzdur.
Ellerinize saglik.