- 1670 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SADIK DOST
Güneş batmak üzereydi, yakıcı bir günün ardından etraf yavaş yavaş serinlemeye başlamıştı. Yaşlı adam her zamanki gibi yorgun ve bitkin bir şekilde yerine oturmuştu. Burası evinin bahçesinde bulunan kocaman bir dut ağacının altında tahtadan yapılmış derme çatma bir oturaktı. Tam denize karşı duran bir bahçe köşesiydi. Adam yorgun olduğu zamanlarda buraya oturur dinlenirdi.
Adamın hayatta, kendisi gibi yaşlı olan köpeğinden başka hiç kimsesi kalmamıştı. Her günün bu saatlerini, bu yerde denize karşı oturarak geçirmeyi severdi. Yine böyle bir anı yaşıyordu. Bir ara başını kaldırıp sırtını dayadığı ağaca doğru uzun uzun baktı. Öylesine bakıp inceledikten sonra içinden kendi kendisine “ey gidi koca ağaç sen de çok yaşlandın benim gibi, benim gibi sen de nelere şahit oldun ve neler gördün bu yerde, senin de kimsen kalmadı ya etrafında” dedi. Sonra ihtiyarlamış ve çalışmaktan nasır tutmuş ellerini titreye titreye cebine götürdü. Cebinden çıkardığı sigarasını eline aldı, sonra ağır ağır ağzına götürdü. Sigarasını bin bir zahmetle yaktı. Uzun uzun içine çektiği sigara dumanını savururken kara gözlerini masmavi denize doğru çevirerek denizi seyretmeye başladı. Öylesine dalmış ki onun bu halini birileri görse, sigara dumanı da tütmese, onu ölmüş sanabilirdi. Ama o ölmüş değildi. Onu böyle saatlerce düşündüren şey, koskoca ömründe neler yaşadığı ve nereden nerelere kadar geldiğiydi.
Ömrünün bu son dönemlerinde yapayalnız bir ihtiyar olarak kalakalmıştı. Koskoca bir hayatı kimlerle ve nasıl yaşamıştı? Şimdi böyle kimsesiz kalıvermişti. Oysa kimlerle beraber olmamıştı ki… Kimlerin imdadına koşmamıştı ve kimleri ekmeğine, sofrasına ortak etmemişti? O zamanlar etrafında pervane olanlar şimdi neredeydi. O zamanlar etrafını, türlü iltifatlarla övgüyle dost diye saranlar nerelerdeydi? Onlar iyi gün dostları mıydı ki kendisinin bu zor günlerinde kapısını bir çalan, halini hatırını soran bile yoktu. O dostlarını bir gün bile unutamayan adam, onların kendisini senede bir kez olsun akıllarına getirmemelerine çok üzülüyordu. Şimdi herkes bir yabancı gibi kendi köşelerinde yaşayıp gidiyordu. Artık onların iyi gün dostu olduklarını bilmesine rağmen yine hep bir umutla onları bekliyordu.
Etme bulma dünyası dese, kimseye bir fenalığı dokunmamıştı. Kimse diyemezdi ki bu adam da filanca kişiye şunu yapmıştı. Tam tersine o herkese iyilik eden bir yardımsever insandı. Varlığının çoğunu da bu yolda harcamış, tüketmişti. Herkesi elinden geldiğince hoşnut etmek için uğraşmıştı.
Hangi okuyan gencin eğitiminde katkısı olmamıştı ki… Onun bu yaptığı iyiliklerin çoğundan kimsenin haberi bile olmazdı. Gizliliğe olabildiğince özen gösterirdi. Kimler onun hakkında kötü konuşabilirdi ki… Kim bilir belki de onun yaptığı güzellikler uluorta yapılmadığından ihtiyar adamın kıymetini kimse görememişti. Aslında o bir şey yapamamış olsa bile bu kadar vefasızlık olmamalıydı. Komşuluk hakkı diye bir şey vardı.
Yok yok beraber içilen bir yudum kahvenin kırk yıl değil, bir günlük hatırı bile kalmamıştı artık. Oysaki dostluk, ahbaplık dediğin neydi ki? Her şeyi paylaşabilmek değil miydi? İyi günde de kötü günde de karşılıklı yardımlaşmak değil miydi her şeyin özü?
İhtiyar adam bu zor günlerinde neden unutulmuştu sanki? Ölü mü, sağ mı diye kapısını çalan bile yoktu. Yalnızca bir bakkal haftada iki kez erzak getirmek için gelir giderdi. Bazen, onunla konuşur dertleşirdi. O da erzak getirmese uğramazdı ya! Bu sayede de olsa biriyle konuşabiliyordu. Oysa gerçek ilişkiler böyle olmamalıydı ama buna da şükrediyordu.
Yaşlı adam yapayalnız geçen son yıllarının ardından böyle düşüncelerle eriyip gidiyordu. Ama yine de içinde onu huzurlu kılan bir şey vardı. O da herkese her zaman iyilikte bulunmuş olmanın verdiği huzurdu. Bu onun içinde kalan tek tebessüm nedeniydi. Bir tek endişesi vardı, öldüğünde kimse yanında olmayacaktı ve öldüğünü kimse de bilmeyecekti. Eşini yıllar önce kaybetmiş, çocukları da olmamıştı. Yalnızca adı akraba olan birkaç tanıdığı vardı. Onlar da arada, yaşlı adamın ölüp ölmediğini kontrol etmek için uğruyordu. Maksat, adam öldüğünde evinin olduğu küçük bahçeyi ölümünden sonra hemen alabilmekti. Oysa adam onu da çoktan düşünmüş gerekeni yapmıştı. O küçük bahçesini bir hayır kurumuna bağışlamıştı bile.
Adam öyle düşüncelere dalmıştı ki birden içinden ah çekti. Onun düşüncelerini köpeği sezmiş olmalıydı ki havlamaya başlayınca adam birden kendine geldi ve köpeğine baktı :“Ne o acıktın mı?” dedi. Yanına gelen köpeğinin başını okşadı. Tekrar köpeğine :“Artık kalkalım gün epeyce karardı, denizin üzerine bakarsan fırtına kopacak gibi.” dedi. Sonra ağır ağır ayağa kalkarak evinin yolunu tuttu. Birazdan içeriden aldığı bir parça ekmek ve suyla dışarı çıktı, ekmek ve suyu köpeğine verdi. Köpek kulübenin önünde ekmeğini yerken adam yine köpeğini okşadı, bahçe kapısında abdest aldıktan sonra tekrar evine girdi ve kapıyı kapattı.
O gece adamın düşündüğü gibi büyük bir fırtına kopmuştu,sanki yer yerinden oynamıştı. Bahçedeki yaşlı dut ağacı rüzgâra dayanamamış, büyük bir gürültüyle devrilmiş, adam ağacın devrildiğini anlayınca: “Artık gölgesinde oturacağım dut ağacıda gitti.”dedi ve sonra uyumak için yatağına uzandı.
O gece rüzgârın uğultusu sabaha kadar devam etmişti. Ancak sabahleyin fırtına dinmiş, etrafa bir sükunet çökmüştü. Her sabah erkenden kalkıp evinin kapısını açan ihtiyar adam, o sabah ilk defa evinin kapısını açmamıştı. Bir gariplik olduğunu sezen köpek havlamamalarıyla mahalleyi ayağa kaldırmıştı. Ne olduğunu merak eden bazı komşular adamın evine geldiklerinde, adamın evinin kapısının kapalı olduğunu görünce ters giden bir şeyin olduğunu anlamışlardı. Köylüler aralarında anlaşarak adamın evinin kapısını kırıp içeri girdiklerinde, yaşlı adamın cansız bedeniyle karşılaşmışlardı. Komşuları gerekenleri yapmak için aralarında para toplama telaşına düşmüşlerdi. Erzak getiren bakkal: “Onun parası evde olması lazım, o boş birisi değildi.” dedi. Ama parasının nerede sakladığını kimse bilmiyordu. Bakkal :“Benimle alışveriş yaptığında parasında keskin bir is kokardı, belki evin ocaklığına (şömineye) yakın bir yerde saklıyor olabilir.” diyerek aradıklarında, gerçekten de yaşlı adamın parası bakkalın dediği yerde bulunmuştu. Bu para adamın bütün cenaze masraflarını karşılamış ve bu anlamda da kimseye muhtaç olmamıştı. Onu köylüler o gün en yakın mezarlığa defnetmişlerdi. Defin işlemi boyunca köpeğin ulumaları, hal ve tavırları insanları hayrete düşürmüştü. Köpek cenazenin etrafından bir saniye bile olsun ayrılmamış, dönüp durmuştu.
Sahibi ölen köpek artık yalnız kalmıştı, sahibinin mezarından bir saniye bile ayrılmamıştı. Yaşlı adamın ölümünden birkaç gün sonra mezarının başında köpeğinin cesediyle karşılaşan mahalleli büsbütün şaşırmıştı. Günlerce insanlar arasında bu olay konuşulmuştu.
Sonuçta yaşlı adamın korktuğu olmamıştı, onun hayattaki en sadık dostu olan köpeği hiçbir dostun yapamayacağı görevi fazlasıyla yapmış ve ne kadar sadık olduğunu herkese göstermişti. Öyle ki sahibi uğruna canını verebilecek kadar sadık olduğunu kanıtlamıştı...
EMİNE USTA
YORUMLAR
Güneş batmak üzereydi, yakıcı bir günün ardından etraf yavaş yavaş serinlemeye başlamıştı. Yaşlı adam her zamanki gibi yorgun ve bitkin bir şekilde yerine oturmuştu. Burası evinin bahçesinde bulunan kocaman bir dut ağacının altında tahtadan yapılmış derme çatma bir oturaktı. Tam denize karşı duran bir bahçe köşesiydi. Adam yorgun olduğu zamanlarda buraya oturur dinlenirdi.
...........................................................
kutlarım efendim mükemmel bir eser yüreğinize sağlık
saygılar selamlar sizide sayfama bekliyorum