- 1372 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KADIN, BİR ADAM-1
Bir kadın, dubleks dairenin alt katında oturmuş, elinde günlük gazete almış, üçüncü sayfa haberlerine göz gezdiriyor. Üzerinde kırmızı renkli dizlerine kadar inen tek parçalı bir elbise. İri gözlerini açmış gazetenin üçüncü sayfasına öylesine donuk donuk bakıyor. Karşıdan biri baksa gazeteyi okuduğunu sanır ama yaklaşık on dakikadır öyle donuk donuk bakıyor gazeteye. Yüzünde ağır bir makyaj tabakası, sanki yüzüne güzellik katmak için değil de gerçek yüzünü, her bir acıdan daha da kırışan yüzünü örtmek için maske görevi görüyor.
Telefonun sesiyle irkildi. Arayan bir bankada müdür olarak çalışan bir müşterisiydi.. Hoş beşten sonra,” Yarın gece saat on ikide her zamanki otelde ve her zamanki odada.” Kadın şuh bir kahkaha attı içindeki nefreti bastırmak için ve “Olur canım” dedi , telefonu kapattı, yerine geçti. Tekrar gazetesini eline aldı.
Gazeteye gözünü dikerek, hayatını geçirdi gözlerinin önünden. Yirmi yedi sene önce taşrada bir köyde doğmuştu. Beş çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğuydu. Sorunsuz bir çocukluk geçirmişti. Hayatının en güzel günleri de o çocukluk döneminden kalan günlerdi zaten. Tek yakındığı durum köyden hiç dışarı çıkmamış olmasıydı. Bu yüzden dünyanın kendi yaşadığı köyle sınırlı biliyordu. Bu da dünyanın çok küçük olduğu düşüncesini aklına yerleştirmişti. On altı yaşına gelince komşu köyden biri istemişti onu, onu isteyen, ondan yedi yaş büyüktü. Karşı karşıya gelmişler, konuşmuşlar ve evlilik teklifini kabul etmişti. Sevmiş miydi? Tabiki hayır. İleri de belki sevebilirim umuduyla evlenmişti. Evlenme teklifi kabul etmesindeki bir diğer sebep de başka yerler görme isteğiydi. Dünyanın bu kadar küçük olduğuna kendisi inanmak istemiyordu. Düğün olmuştu bir ay sonra, yirmi kilometre ötedeki köye gelin olarak gitmişti. Düğün sona ererken kendi kendisine şöyle demişti:” Dünya ne kadar da büyük”
Gerdek odasına girmiş, arkasından müstakbel eşi de girmişti. Onu kendi elleriyle soymuş, soyulurken elleri gayri ihtiyari memelerinin üzerine gitmişti. Onları saklamıştı. Eşi ellerini sertçe itmiş, ilk sakladığı yerden başlamıştı ona hükmetmeye. Sonra yatağa yatırmış, üzerinden gidip gelirken de her iki gözünü elleriyle sıkıca kapatmıştı. Dişilik organından acımayla birlikte bir sıvı aktığını hissetmişti. Eşi kahkaha atmış ve”İlk kanın gelmesi çok iyi, eğer gelmeseydi sen de biterdin ben de”. Bu sözlere bir anlam vermemişti çünkü yaklaşık iki sene önce gelmişti ilk kan, tarlada çalışırken. Annesine söylemiş, annesi onun başını okşamış, ona:” Korkma yavrum, bir şey olmaz, bunun anlamı sen artık evlenmeye hazırsın demektir ve ismi adet kanıdır, artık ayda bir gelecek” demişti teskin ederek. Bunları düşünürken kandan sonra eşi tekrar başlamak istiyordu ama o istemiyordu. Bacaklarını kapatmış” Hayır,olmaz, acıyor”demişti belli belirsiz bir sesle. Bunun üzerine eşi sinirlemiş, ona bir tokat atmıştı. Ne demek bir kadının kocasına karşı gelmesi, istemeye istemeye bacaklarını açmıştı. Bu sefer hem ağlıyor hem de her iki eliyle gözlerini kapatmıştı küçük bir kız çocuğu gibi. Eşi ise onu hiç düşünmeden boşalmıştı bile. O günden sonra hep sevişmekten nefret edecekti.
Yeni yeni alışıyordu yeni köyüne, kayınbabası ölmüş, kaynanası da onların yanında kalıyordu. İlk geldiği günden itibaren kaynana hükmetmeye başlamıştı bile. Sert emirler veriyordu, emri yerine iyi bir şekilde getirmese hemen fırçayı yiyordu. Elli tane koyun, beş tane de ineğe tek başına bakıyor, ayrıca evin temizliği ve yemekle de o ilgileniyordu. Öyle yorulduğu günler oluyordu ki bazı günler yemek yemeden yatağa girdiği oluyordu. Bir de geceleri de cabası.. günlük işler yetmiyordu bir de kocasının altına giriyordu haftada dört gece.
Alışmıştı, zaten insanoğlunun alışamadığı bir şey yok ki bu dünyada. Evliliğin beşinci ayında kaynanası” Gelin! Herhangi bir şey yok mu, bir şey hissetmiyor musun? Çocuk falan..” ilk önce çok şaşırdı, kendisi bir çocuk değil miydi zaten? Doğru ya , artık evli bir kadındı o ve bir çocuk dünyaya getirmesinden daha doğal ne olabilirdi ki. Kaynanasına dönmüş” Hiçbir şey hissetmiyorum” demişti. Bunun üzerine kaynanası” Amanin sakın kısır olmayasın sen”
Bu konuşmadan sonra, bir gün eşi ile kaynanasının bir şeyler konuştuklarını gördü gizli gizli. İçindeki bir his hiç iyi günlerin onu beklemediğini fısıldıyordu. O gece eşi yanına gelmiş,”Bilseydim kısır olduğunu almazdım seni” demiş. Bunun üzerine sinirlenmiş, eşine” Sorun bende mi sende mi acaba?”. Kocası kıpkırmızı kesilmiş, onu dövmeye başlamıştı. Yarım saat boyunca tekme, tokat dövmüştü onu. Eli yüzü kan içindeydi. Bir erkek kısır olmazdı, olsa olsa sorun kadındaydı.
O günden sonra içine kapanır olmuştu, belki hamiledir de bu durumu fark etmemiştir diye
alıp onu ilçedeki hastaneye götürmüştü kocası. Kadın hayatında ilk kez bu kadar büyük bir “köy” görmüş oluyordu aynı zamanda ilk kez doktora gitmiş oluyordu hayatında. Şunu fark etmişti. Dünya umduğundan da büyüktü. Doktor, gerekli tetkikleri yapmış, hamilelik ile alakalı herhangi bir bulguya rastlamamış, eğer düzenli ilişkiye giriliyorsa ve çocuk olmuyorsa, il merkezine bir üroloji uzmanına gitmelerini salık vermişti. Bunun üzerine ‘çok daha büyük bir dünyaya’ yani il merkezine gitmişlerdi aynı gün hiç köye dönmeyerek. Üroloji uzmanı, kadında bir soruna rastlamadığını, eğer bir sorun olsa da erkeğin kendisinde olduğunu , tam olarak bir şey belli olması için de başkente gitmelerini teklif etmişti. O ise paravanın arkasında doktorun söylediklerini dinliyordu. Bak haklı çıkmıştı işte. Sorun kendisinde değildi. Yolda, köye dönerken eşi ona dönmüş” Bak, eğer birileri neden çocuğunuz olmuyor derse, diyeceksin ki sorun bende ve bendeki bu sorunu gidermek için benle eşim, ilerde başkente gideceğiz, tedavimi orda yapacağız”. Kadın başını sallamıştı “Olur” manasında.Kaynanası bir türlü inanmıyordu sorunun oğlunda olduğuna. Kaynanası oğlunu tekrar evlendirmek istemesine rağmen, kocası yanaşmamıştı. Kocasını evlenmeyi reddetmesi tekrardan onu üzmek istemediğinden değil, yeni bir eş getirse dahi ondan da çocuk olmayacağından. Herkes sorunu kadından biliyordu. Ama bazen dedikodular da çıkmıyor değildi, mesala komşular kendi aralarında”Madem sorun kadında boşasın, olmadı kuma getirsin, demek ki sorun erkekte!” diye konuşuyorlardı.
Dedikodular alıp başını gidince kocası onu başkente getirmişti. Aslında gelmesine de gerek yoktu, ama sorun onda diye herkes biliyordu ya mecburen gelmişti. Üroloji merkezinden çıkan sonuca göre, kocası yeteri kadar sperme sahipti ama spermler ölüydü. Bu aşılmaz bir sorundu ve çocukları olmayacaktı. Kaldıkları otelde o sabah kalkmıştı lavaboya gitmek için. Üzerinde gece yattığı elbiselerle dışarı çıkmıştı. Zaten bu büyük şehri görünce ‘Dünyanın çok ama çok büyük olduğuna’inanmıştı bir daha. Amaçsızca gezmişti bir süre, belki kocası şimdi uyanmış onu bekliyordu. O an aklından bir düşünce geçti. Evlilik hayatını gözünün önüne getirdi. Gitse bu kadar acının kat kat fazlasını çekecekti. Hatta eşi eve kuma bile getirebilirdi ya da onu boşayabilirdi de. Geleceği tam bir muammaydı ve öyle bir düşünce aklından geçti ki ışık hızıyla:” Artık bir daha ne kocasına ne de otele dönecekti.” İlk gece sokakta bir bankın üzerinde yatmıştı, açtı, sefil durumdaydı. Ertesi gece lüks bir araba yanında durmuş, yardım edilecek bir şeyin olup olmadığını sormuş, o ise eşini kaybettiğini, yol iz bilmediğini anlatmıştı. Adam “Gel, seni eşine götüreyim” deyip, kendi evine götürmüştü.
Ve zorla satılmıştı yıllar boyunca. Sekiz yıl olmuştu satılıyor olması. Artık bir hapishanedeydi. Eline düştüğü çete eşi belki bulur ihtimaline karşı, onu o ülkenin en büyük şehrine yollamıştı. Yeni geldiği şehre bakmış, hayran olmuş,içinden”Vay be! Dünya amma da büyükmüş!” diye geçirmişti. O çete onun genç ve güzelliğinden dolayı onu ayrı evde tutuyordu onunla birlikte altı kadınla. Bu dubleks daireyi kiralamışlardı onlara. Sadece geceleri çalışıyorlardı bu ekip. Ve çok özel kişilere gidiyorlardı. Zaten bu şehre ilk geldiğinde. o ve onun gibi birkaç bayana yaklaşık bir ay boyunca ders verilmişti tecrübeli bir bayan tarafından. Bir erkeği en güzel şekilde nasıl tatmin edebilirler diye. Ve o kadın onlara şu cümleyi söylemişti:” Fahişelik, dünyanın en eski mesleğidir. Bu mesleği sizler yaşatacaksınız, ne mutlu sizlere!”
İşte bu sabah onu bu anılara götüren gazetenin üçüncü sayfasında çıkan bir haberdi. Haberde bir hayat kadının öldürülüp, yolun kenarına atıldığını, kimler tarafında neden öldürüldüğünü kimsenin bilmediğini yazıyordu. Bir an için aklından şu soru geçmişti” Yoksa bende mi böyle olacağım, benim sonum da mı böyle olacak acaba?”
Devam edecek…
* Hikaye üç bölümden oluşmaktadır. Her gün bir bölümünü siteye vereceğim.