- 474 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Teǧet Geçti
Teǧet kelimesiyle ne zaman karşılaştıǧımı hatırlamıyorum, ama sanırım ortaokul ikinci veya üçüncü sınıfta olduǧum bir zamanda matematik derslerinde Mahmut Çulhaoǧlu adlı matematik öǧretmenimiz bize daireyi anlatırken teǧetin ne olduǧunu da anlatmıştı. Teǧet kelimesi matematiksel bir kavram olduǧu için, açıklanmasıda ancak matematiksel metodlarla olabilir. Ve o günlerden aklımda kalan bu kelimeyi tanım olarak öǧretmenimiz sanırım; bir eǧrinin veya da bir dairenin yanından geçen ve ona sadece bir noktada temas eden doǧru olarak izah etmişti.
Dünyanın globellleşerek gelişim göstermeǧe başladıǧı bir dönem olan 1980’li yıllar kapitalizimin iştahını kabartarak sürekli hammadde hırsızlıǧına teşvik eder bir konuma gelmesi ve reel sosyalizimin sistem olarak çöküşüyle beraber krizler de sürekli çoǧalmaktadır. Ya da sömürgeci piyasa kıran kırana bir mücadeleyle kendi krizlerini yaratarak insanların zaten sınırlı olan alım gücünü daha da sınırlamaktadır. Belirli aralıklarla dünya pazarlarını altüst eden ekonomik bunalım ve buhranlar son krizini de „dünyanın imparatoru“ olan Amerika’da gösterek sahneye çıkmıştır. Ekonomo uzmanları bu krizin 1929 ekonomik krizinden sonra ortaya çıkan en büyük kriz olarak kabul ediyorlar. Öyleki etkilerini son bir kaç ayda milyonlarca insanı işsiz bırakarak gösteren bu kriz kesinlikle gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkeleri kapsayarak daha büyük ekonomik buhranlara yol açacaǧa benziyor. Türkiye ise krizlerin merkezine çekilen bir ülke olarak gerek IMF’in gerekse diǧer uluslarası emperyal güçlerin müdahaleleriyle adeta krizlerin ülkesi olarak ellili yıllardan beri ekonomik bunalımları halkına yaşatmaktadır. Özellikle de 24 Ocak 1980 Yılından itibaren hükümetlerin ekonomik politikaları çok açık bir kökten saǧcı/neoliberal tercihlere terk edilerek halkın deyimiyle „anamız aǧlatılmış“ bir konuma gelmişiz. „Ananı da al git“ diyen bir Kasım Paşa kabadayısı ise bunu son örneǧidir. Diǧer bir deyişle ülkemizi kimin yönettiǧini politikacıların yaptıǧı gaflara bakarakta çıkarabiliriz.
Bu tarihlerden sonra liberalleşme adı altında halkın aleyhine, piyasa ekonomisinin ise lehine sürekli yasa çıkaran hükümetler kararnamelerle ülke yöneterek ekonomimizin içine etmişlerdir. Paramız sürekli konvertibile edilerek ve bu liberalleşme politikalarına baǧlı olarak borç – faiz dinamiǧinin aǧına düşürülmüştür. Yine ülkemiz 1990’lı ve 2000’li yıllar arasında finansal boyutlu krizler yaşatılarak IMF – şeflerinin iki dudaǧının arasından çıkacak mali yardımlarla yönetilerek bu günkü vahim sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bu dış destekli ekonomi desteǧi IMF’in verdiǧi paraları tekrardan dış borçları ödemek için kullanıldıǧından dolayı geldiǧi gibi geri gitmiştir. Buna paralel olarak 2001 Yılı’nda ki krizle doruǧa çıkarak biriken borçları ödemek için Türkiye’yi bir dizi kararlar almaǧa zorlamıştır. Bu üç boyutlu yöntem ise ekonomik krizleri aşmak şöyle dursun tam tersi bir durum olarak kendini göstermiştir piyasa ekonomisinde.
Bu önlemlerden ilki; faiz dışı bir bütçe yaratmak için, bir taraftan vergi gelirlerini artırmak, diǧer taraftan da zaten bütçe içerisinde mevcut olan borç/faiz ödemesi yanında detay boyutlarda olan reel kamu harcamalarını, mali disiplin altına almaya uǧraşarak sistematik olarak azaltmaya çalışmasıdır. Bunalrın arasına altyapı ve halen özelleştirilememiş Kamu İktisadi Teşebüsleri’ne yatırımları ya tamamen keserek ya da minimum seviyelere çekmek için uǧraşmasıdır. Bu da şu demektir; yeni sosyal güvenlik yasaları çıkarılarak, sosyal hakların gelecek kuşaklar için ise budanarak, tarım sübvansiyonlarının kısıltılmasıdır. Örneǧin Avrupa Birliǧi’nin son yıllarda şeker pancarı ve tütüne yapmış olduǧu sübvansiyonları kısarak buna paralel olarak üretimin de düşmesine neden olmuştur. İkinci bir uygulama olarak ise Türk Maliyesi tarihinde görülmemiş boyutlarda borç – faiz ödemesi uygulamasıdır. Diǧer bir ifadeyle kamu kurumları bakanların gizlice ortak oldukları şirketlere satılarak peşkeş çekilmiştir. Örneǧin Türk – Telekomu’nun Hariri Kardeşlere satılarak ülkemizi kimlerin yönettiǧi böylece daha net bir biçimde görülmüştür. Üçüncü ve en kötü yol ise Ülkemiz‘de ve dünyada da halen uygulanmakta olan en yüksek reel faiz karşılıǧı borçlanmaya devam edilmesidir. Bu şekilde yürüyen bir ekonomi ne yazık ki ortalama büyüme oranı dünya çapında iflas ve likide riskini içeren risk primi ile oluşan ortalama reel faiz oranını bir türlü yakalayamamasıdır. Bunu Türkçesi ise gelecek kuşakların, üretecek kesimlerin üretimini şu an hayatta olan yurtiçi ve yurtdışı finans piyasaların taahhüt (üstlenme) sayılabilir. Türkiye’nin ekonomideki temel sorunu borç faiz sorunun bir türlü bütçesel dengeyi yakalayamamsından kaynaklanmaktadır. Oysa neoklassik ekonomi teorisine göre bir ülkenin her dönem denk bütçe tutturmasına gerek yoktur. Bu teoriye göre eǧer tüketim üretimden fazla ise fiyatları dünya piyasalarına göre ayarlayarak belirli bir miktarda borçlanma olmalıdır. Eǧer bir ülkenin borçlanmasının fiyatı olan reel faizler bunu ödemek için gerekli olan reel büyümenin sürekli olarak üzerinde ise o ülke teknik olarak iflas eder. Türkiye’nin güncel durumu buna tam iyi bir örenktir. (Yorum: Yazının bu pasajı sayın Doç. Dr. Yunus Aksoy’un: İktisatçılar ve Türkiye adlı denemesinden esinlenerek yazılmıştır).
Bu ekonomik bunalımı aşmak için Türkiye karma bir ekonomik model uygulayarak bu neoklassik yöntemin eksikliklerini 1929 ekonomik krizi sonucunda gelişen Keynes modelini uygulayarakta aşabilir. Bu sistem yeni işleyişinin yanında kavramsallaşarak ve modelleşerek, politik alandaki çok önemli katkısı da, neoklassik tabuları yıkarak, açık bütçe modelini ileri sürmesi ve devleti ekonomi içine çekerek piyasa yetersizliği sorununu çözmeye çalışmasıdır. Keynes’e göre, piyasaların işleyişi ekonomiyi dengeye getirebilir, ancak bu denge tam istihdamı ve tam kullanımı sağlayamayabilir. Bu durumda yeni yatırım yapılmaz, işsizlik büyür ve kapitalizm krize sürüklenir. Keynes’e göre, bu tıkanıklığı açmanın yolu, fiilî piyasa talebini genişletici ve destekleyici şekilde kamu politikaları geliştirmektir. Sosyal politikalar, açık bütçe uygulamaları ve otonom yatırımlarla ekonominin desteklenmesi görüşleri Keynes teorisi üzerinde yükselen politik yansımalardır.
Yukarıda ana hatlarıyla deǧinilen ekonomik modellerde de görüldüǧü gibi ekonomi öyle çocuk beşiǧi gibi sallanmaya gelmez. Öyle bizim başbakanın hamdolsun, küresel ekonomik kriz dünyada ciddi manada bir etki meydana getirdi. Başta ABD, Japonya, AB üyelerinin etkilendiǧi bu kriz inanıyorum ki bizi teǧet geçecektir ve biz bunu en az zararla atlatacaǧız“ diyerek bir gaf daha yapmış oldu. Böyle ifadeler ekonomiyi hiç bir zaman dengeli bir havaya getirmediǧi gibi krizleri artırarak kabine üyelerinin kendi çocuklarına gemi, ev, villa, yat alacak ve İsviçre’nin herhangi bir kentinde izin yapacak paraları dahi azalabilir. Eǧer bunlarda giderken örtülü ödenekten çuvallarla para çalmazlarsa. Ama bunlar sanırım Tansu bacımıza göre biraz daha müslüman oldukları için asla haram yemezler. Sadece teǧet geçerek buldozerin kepçesini bir daldırıp kamyonlarla götürebilirler. Çünkü bunların şefi olan Erbakan hoca „ben mal valıǧımın hesabını sadece Allaha veririm“ diyerek kendini aklamıştı. Ne yapalım sevgili yiyicilerimiz helal haram bilmedikleri için biz normal vatandaşlar bu konulara duyarsız kalarakta görevimizi en iyi bir şekilde yerine getirebiliriz. Oysa Ülkemiz‘de bilinçli ve bilinçsizce birinci, yani kapitalist, ütopya, rekabet ve küreselleşme fetişizimi ile, mutlak ve ulaşılabılir gerçekmiş gibi sunulmakta olan politikalar; saǧcı, gerici, neoliberal (ben liboşlar diyorum) bir çizgide ilerleyerek vahşi kapitalizme doǧru tren freni patlamış bir şekilde gitmektedir. Tarihi, doǧası yeraltı ve yerüstü rezerveleriyle özelleştirilerek yok edilmekte olan Türkiyem, nüfusu artan ve hala genç ölen bir ülkede, arpa boyu sosyal güvenliǧin olmadıǧı, üretenlerin örgütlü, sendikalı olarak haklarının savunulmadıǧı bir ülke seçim sadakalarıyla ve IMF yardımlarıyla ekonomik kalkınmanın saǧlanamayacaǧını „saǧır sultanın“ bile duymasına raǧmen saǧcıların (üstelik bunlar kendini müslüman sayarlar) görmemesini hala anlayamıyorum.
Hepimize kolay gelsin der, daha ne kadar politikacıların, hacıların, hocaların, dedelerin yalanlarına inanacaǧımızı bilmek isterdim. Size kolay gelsin diyerek, ben yönümü tespit ettim ve hümanizme doǧru gidiyorum. Gelmek isteyen hoşgeldi. Saygılar, hasan hüseyin arslan, 01.02.2009, evde saat 20:28‘de
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.