- 943 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KUŞ LASTİK
Güzel bir yaz günüydü. Bulutsuz gökyüzü, sonsuz ve pürüzsüz bir mavilikle kaplıydı. Kavurucu sıcaklar henüz başlamamıştı; bahardan kalma ılık, tatlı bir hava hâkimdi.
Ağaçların dalları, yemyeşil yapraklarla doluydu. Dallara tüneyen kuşlar, ortak bir koronun elemanları gibi uyum içinde ve benzer tonlarda cıvıl cıvıl ötüşüyorlardı. Hafif bir esintiyle esen rüzgâr, kuş cıvıltılarıyla birleşerek insanın ruhuna huzur ve sükûn veriyordu.
Delikanlı, bu güzel günde evlerinin avlusuna bağdaş kurup oturmuş, elindeki düzgün tahta parçasını yontma işiyle meşgul oluyordu. Tahta parçasına attığı her bıçak darbesinin isabetli olması ve yapmak istediği şeklin zarar görmemesi amacıyla; üstün bir çaba harcıyordu.
Altına serdiği geniş minderin ön kısmı, talaş parçalarıyla doluydu. Anlaşılan epeyce bir zamandan beri bu işle uğraşıyordu.
Yaptığı işte bir hayli yetenekli olduğu da söylenebilirdi aslında. Fakat kullandığı tek alet; keskin bir bıçaktan ibaret olunca, bir hayli de yorulmuştu. Buna rağmen işini yarıda bırakmaya niyeti yoktu. Aksine amacına ulaşacağından oldukça emin görünüyordu. Üstelik tahta parçası, istediği şekle dönüşmeye başladıkça daha da hırslanıyordu. Sonuca yaklaşmış olmanın verdiği başarma duygusuyla, yüzünde mutluluk ifadesi bir tebessüm belirmişti.
Artık eserinin ana hatları belirginleşmeye başlamıştı. Tahta parçası, üst kısmından biraz aşağıya doğru ortası oyuk; kenarlarındaki uzantılarıyla, sanki kalın bir çatalı andırıyordu.
Bu sırada avlunun açık olan kapısında yedi sekiz yaşlarında, sevimli bir çocuk başı gözüktü. Ardından da gövdesi... Ve teklifsizce içeri girdi. Delikanlının yanına kadar gelip oturdu. Neşeli bir hali var. Delikanlının ne yaptığını da merak etmekte...
Tatlı bir sesle sordu:
-- Dayıcığım, ne yapıyorsun? Merak ettim de...
Delikanlı, dikkatini yaptığı işten ayırmadan ve muhatabını da küçümseyerek:
-- Ne yaptığımı görmüyor musun? Sence neye benziyor? Dedi. Çocuğun sorusuna, soruyla karşılık veriyordu.
Çocuk, böyle bir soruyu beklemediği için; ilk anda biraz şaşırdı ama kendini hemen toparladı. Üstelik şimdi merakı ve ilgisi daha da artmıştı. Delikanlının yanına biraz daha sokuldu. Tahta parçasının şekline bakarak; neye benzediğini anlamaya çalışıyor, doğru cevabı verebilmek için de kendini epeyce zorluyordu. Zihninden yorumlar yapıyor fakat ne kadar zorlasa da kesin ve net bir sonuca ulaşamıyordu. Üstelik yanlış bir şey söyleyerek mahcup olmak da istemiyordu lakin soruyu da cevapsız bırakamazdı ki...
Saf bir tavırla ve biraz da üzgün:
-- Dayı, ben ne olduğunu bilemedim ki! Aslında biliyorum da... İsmini hatırlayamadım. Ne olur sanki sen söylesen?
Doğrusu böyle bir cevabı beklemiyordu, delikanlının keyfi iyice kaçtı. Bir an önce onun merakını gidererek, sorularından kurtulmayı düşündü... Böyle düşünmesine rağmen; yine de, elindeki yontulmuş tahta parçasını daha iyi görebileceği şekilde, ona doğru uzattı...
Ve tekrar sordu:
-- Biraz daha dikkatli baksana... Belki şimdi anlarsın... Bak, bak iyice bak...
Çocuk, yeniden ve daha dikkatli bir şekilde bakmaya başladı. Ama nafile.. Onun ne olduğunu bir türlü çıkaramıyordu. Ve istemeden de olsa, bir fikri olmadığı manasına gelen bir işaret yaptı.
Delikanlı çaresiz bir şekilde, sorduğu soruyu kendisi cevaplamak zorunda kalıyordu. Tabii bu durumda; yüzündeki ifade şekli, çocuğu daha da küçümseyen bir hal almıştı.
Daha fazla uzatmadı:
-- Onun bir sapan olduğunu görmüyor musun? Dedi.
Çocuk, anlamsız bir yüz ifadesiyle ona baktı. Hala anlamamıştı. Fakat anlamadığını belirtmekten de çekinmedi.
Şaşkın ve saf bir bakışla:
-- Sapan mı? O da ne ki? Dedi.
Delikanlı biraz kızgın bir vaziyette:
-- Yoksa onu da mı bilmiyorsun? Diyerek çocuğu ayıpladıktan sonra, ardından da ekledi:
-- Kuş lastik! Herhalde kuş lastiği biliyorsundur! Öyle değil mi?
Bu sözler, çocuğun şaşkınlığını ve merakını daha çok artırdı. Fakat pes etmeye de niyeti yoktu. Yaşından beklenmeyecek bir pişkinlikle:
-- Ben, kuş lastiği biliyorum ama bunun lastiği yok, kayışı yok! Böyle kuş lastik olur mu hiç? Dedi.
Delikanlı, ondan pek öyle kolayca kurtulamayacağını, şimdi daha iyi anlamıştı. Üstelik haksız da sayılmazdı. Ne de olsa o daha bir çocuktu. Delikanlı:
-- Galiba, haklısın! Dedi. Bu haliyle kuş lastiğe fazla benzemiyor. Zaten ben de lastiğini, kayışını ayarlayacaktım, onları da ekleyince senin bildiğin kuş lastiğe tam olarak benzeyecek. Hatta onlardan daha güzel olacak...
Bir saat kadar sonra, kuş lastik tam anlamıyla bitmişti. Ağaç olan kısmına lastikleri ve kayışı da eklenince, tamamlanmış ve gerçek bir sapana benzemişti. Delikanlı sonuçtan oldukça memnun görünüyordu. Lastikleri birkaç kez gerip bıraktıktan sonra, gülümseyen bir çehre ile çocuğa döndü.
Kendinden emin bir ifadeyle:
-- Bak bakalım istediğin gibi oldu mu?
Çocuğun gözleri parlamaktaydı. Heyecanlı bir sesle cevap verdi.
-- Bu çok güzel oldu! Ne yaptığını şimdi anladım.
Delikanlı da,
-- Evet! Haklısın... Gerçekten çok güzel oldu! Ben bile bu kadarını beklemiyordum. Bakkallarda satılanlardan da sağlam ve güzel oldu. Dedi.
Delikanlı bunları söylerken elindeki sapana hayranlıkla bakıyordu. Çocukluğunda hiç bir zaman böyle bir sapanı olmamıştı. Böyle bir sapanı olsa; kim bilir kaç tane kuş vururdu. Ayrıca diğer çocuklara karşı da iyi bir havası olurdu. Şimdi ise, sapanla kuş avlayacak yaşını çoktan geçmişti. Yine de, kendi eseri olan sapana bakmaya doyamıyordu.
Çocuk, farkında olmadan; onu, daldığı bu düşüncelerinden adeta çekip çıkardı. Sanki kendini daha da sempatik göstermeye çalışıyor gibiydi. Şu an, çehresine sevimli bir hava hakimdi:
-- Dayıcığım, onu bana verir misin? Dedi.
Delikanlı, böyle bir şeyi beklemiyordu. Şaşırdı. Tereddüt etti. Öyle ya. Saatlerce uğraşmış, emek vermişti. Hem onu başkasına vermek için de yapmamıştı. Fakat çocuğun üzülmesini de istemediği için, onun bu isteğine hayır diyemedi. Şimdilik geçiştirmeye çalıştı.
-- Sen daha küçücük bir çocuksun. Hatta kullanırken kendine de zarar verebilirsin. O yüzden sana veremem. Ancak biraz daha büyüdüğünde senin olabilir. Dedi.
Çocuk, ısrarında devam edecekti, ama delikanlı ona bu fırsatı tanımadı.
-- Haydi, taş topla getir de denemesini yapalım.
Küçük çocuk, beş on dakika sonra avucunda topladığı taşlarla, delikanlının yanındaydı. Delikanlı, taşlardan birini aldı ve sapanın kayışına yerleştirdi. Sağ elini omzundan geriye doğru çekerek, lastiklere asıldı. Avlunun köşesindeki çöp tenekesine nişan aldı. Tam isabet. Sapan, gayet güzel çalışıyordu. Tenekeyi tam ortasından vurdu. Taşın şiddetinden tenekenin ortası ezilmişti. Delikanlı, daha da gururlandı. Kendi elleriyle, sağlam ve güçlü bir silah yapmıştı.
Delikanlı, eseri ile gururlanarak, çocuğa havasını attı:
-- Bak, gördün mü? Tenekeyi nasıl ezdi. Bununla kocaman bir devekuşunu bile vurup öldürebilirsin. Dedi.
Çocuk, yine o eski saf haliyle:
-- Devekuşu da ne ki?
Delikanlı fazla uzatmamak için, umursamaz bir tavır takınarak:
-- Canım, ne olacak! Kocaman bir kuş işte!
Bu sırada hiç beklemedikleri bir şey oldu. Çocuk, bu durumu görünce bağırmak istedi fakat, delikanlı erken davranarak ona susmasını işaret etti.
Minik bir serçe, avlunun köşesindeki çöp tenekesinin üzerine pır diye uçarak konmuştu. Oradan da yerdeki ekmek kırıntılarını yemek üzere, yere indi.
Delikanlı ile çocuk, onun hareketlerini ses çıkarmadan, dikkatli bir şekilde izliyorlardı. Delikanlı, ayaklarına kadar gelen bu fırsatı kaçırmak niyetinde değildi. Hemen yanındaki taşlardan en güzelini aldı. Kayışa yerleştirdi, lastikleri sonuna kadar gerdi. Serçeye nişan aldı. Hedefi tam olarak nişanladığından emin olmak istiyordu. Buna da tam emin olunca, hedefe nişanlanmış olan kayışı serbest bıraktı.
Taş, gitti. Ve hedefi tam on ikiden vurdu. Zavallı serçecik olduğu yere yıkıldı, kaldı. İşte, istedikleri olmuştu. Delikanlının mükemmel silahı hedefi yok etmişti. İkisi de bir an şaşkın bir vaziyette baktılar. Tüm bunlar o kadar kısa bir zamanda gerçekleşmişti ki; doğrusu bu kadarını da beklemiyorlardı.
Şaşkınlıkları biraz olsun geçince; kalktılar ve kuşun yanına koştular. Evet, kuş ölmüştü ve yerde hareketsiz bir halde yatıyordu. Çocuğun neşesine ve mutluluğuna diyecek yoktu.
Sevinçle bağırıyordu:
-- Vurdun onu! Kuşu vurdun!
Delikanlı, eğildi ve yerde yatan kuşu eline aldı. Baktı. İşte tam o anda, içini tarifsiz bir sızının kapladığını hissetti. Mutlu çehresi, kederli bir hal aldı. “Ne kadar da güzel görünüyor!” diye düşündü.
Çocuk ise, hala mutluydu ve neşeyle gülüyordu.
Delikanlı, daha fazla dayanamadı. Üzüntüsünü çocukla paylaşmaya çalıştı.
Pişmanlık ve hüzün dolu bir sesle:
-- Küçücük, zavallı bir kuş! Dedi. Sanki ne diye vurdum ki? Onu, yeniden hayata dön-dürmeyi çok isterdim.
Çocuk, bu işten pek bir şey anlamamıştı ama eski neşesi de kalmadı. Çehresinde sorgulayan bir ifade, öylece bakıyordu.
Delikanlı, kuşa baktıkça içindeki utanç ve vicdan azabı çemberinin kalbini sıktığını ve bu durumun giderek daha da arttığını hissediyordu. Birden kararını verdi. Kuşu götürdü, evin dışındaki büyük çınar ağacının altına gömdü.
Kuş lastiği ise, bir daha gören olmadı.