- 617 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MUTLU BİR GÜN
Eskilerden kalma bir saatin kulak tırmalayıcı sesiyle uyanıyorum. Nefret ediyorum bu sesten;ama bugün mutlu bir gün olacak ve ben hiçbir şeyin beni üzmesine veya sinirlendirmesine izin vermeyeceğim.
Doğrulup yerimden kapatıyorum alarmı usulca. Gözlerimi kapalı tutuyorum bir süre daha o tatlı sessizliğin tadını çıkarırken. Fevkalade bir haz duyuyorum o anı yaşamış olmaktan. Sonra birden keşfediyorum camdan içeri sızan güneş ışınlarını. Aralayınca perdeyi görüyorum ki güneş en içten gülümsemesiyle selamlamakta tabiat anayı. İçim kıpır kıpır oluyor. Mutlulukla doluyorum iliklerime kadar daha günün ilk saatlerinden…
Çabucak hazırlanıp atıyorum kendimi dışarıya. Bugün güzelliklerle kucaklaşma günü ve ben tembel olmamalıyım. Sevmem de zaten tembelleri. Birileri çalışsın, didinsin bir şeyler çıkarsın ortaya, onlar da hemen üzerine konsunlar. Belki de bu hazırcılığa düşkünlüklerinden sebep sevemiyorum tembelleri…
Böyle düşüncelerle başlıyorum bu yeni şehrin bilinmeyen güzelliklerinin sırlarını çözmeye. İlerliyorum dar sokaklardan bilinçsizce. Etrafıma bakınıyorum yabancı gözlerle. İlk dikkatimi çeken taştan evler oluyor. Dizi dizi sıralanmış bu evler müthiş bir kombinasyon örneği sergiliyor önünden, arkasından, berisinden geçenlere. Bayılırım ben böyle yapılara. Çünkü labirent misali iç içe dar sokaklar ve oradaki taştan evler her zaman için farklı bir duygu oluşturmuştur bende. Oldum olası sevmişimdir böyle yerleri. Bir köşe başı ressamları eksik diye düşünüyorum birden daha önce okuduğum bir kitaptan buraya benzer bir bölümü anımsayarak…
Yoluma devam ediyorum büyük bir keyifle. Bir baba görüyorum yanında altı yaşında olduğunu tahmin ettiğim küçük kızıyla beraber. Küçük, altın sarısı renginde dalgalı saçları ve iri mavi gözleriyle dikkatimi çekiyor. Ama bir sorun seziyorum baba kız arasında. Peri kızını andıran dünyalar güzeli küçük kızın masmavi gözlerine bulutlar gelip çöküvermişti. Dokunsanız ağlayacaktı. O an içimden, gidip ufaklığa sarılıvermek geçiyor. Ama çılgına dönmüş babayı fark etmemle hevesim kursağımda kalıyor. Utanıyorum aynı zamanda o baba adına. Hiç hoşlanmam böyle kaba ve sert insanlardan. Kim bilir kızcağız ne masumca bir şey istedi de kabaca reddedildi isteği. Böyle kabalıklar da hiç hoşlanmadıklarım arasında. Umutsuzca uzaklaşıyorum yanlarından. Saatime bakıyorum o sıra. Öğle vakti gelmiş bile. Güneşin kendini en bariz şekilde hissettirdiği saatler. Bir banka oturuyorum hafif bir yorgunluktan sebep. Kafamda hala o baba ve kız, bakıyorum gökyüzüne, başımı hafifçe geriye iterek. Gökyüzünün derinliklerinde neyi arayıp bulmaya çalışıyorum bilmiyorum ama çok büyük keyif alıyorum gökyüzünü gözlerimle ziyaret ederken. Eskiden terasa sırf gökyüzünü izlemek için çıkıp saatlerce kiremitlere uzanmam geliyor aklıma. O zamanlardan beri seviyorum işte. Beni inanılmaz derecede rahatlattığı için belki de…
Çok iyi geliyor biraz oturup dinlenmek. Arkamdaki ağaca konaklayıp şarkılarını söyleyen kuşların melodilerine kulak verirken gözüm birden iki gence takılıyor biraz ötedeki bankta oturan. Gözlerini bir an olsun birbirlerinden ayırmıyorlar. Dünya birbirlerinin üzerine kurulu sanki. Birbirlerinin gözlerinde yaşıyorlar sevdalarını. Yüreklerini açmışlar birbirlerine ve ben böyle insanları çok seviyorum. Çünkü insan sevmeyi bilmeli. Önce kendini sevmeli insan sonra karşısındakini. Sevmeyi bilen ve sevmeyi sevenleri gerçekten çok seviyorum…
Kendimce gençleri yalnız bırakmak istercesine uzaklaşıyorum oradan yüzümde tebessüm, gözlerimde ışıltıyla. Unutmuş gibiyim birkaç saat önceki o tatsız durumu. Unutkanlıktan da nefret ederim aslında. Hele koyduğu bir şeyin yerini bir daha hatırlayamayanlar kahreder beni bu konuda. Maalesef ki gencinden yaşlısına herkeste hastalık misali az da olsa var unutkanlık…
Böyle konuşurken içimden kendi kendime bir gurultu duyuyorum. Sesin geldiği yer mideme yönlendiriyor beni. Acıktığımı hissediyorum. İlk yapmam gereken şeyin bir şeyler yemek olduğunu düşünüyorum. Böylece başlıyorum arayış içerisine girmeye. Çok ilerlemeden küçük bir restoran buluyorum. Küçük yerleri severim ben. Çünkü böyle yerlerin daimi müşterileri vardır. Onların muhabbetini dinlemek bile tuhaf bir sevinç getiriyor bazen insanın yüreğine. Samimiyetine inanıyorsunuz çünkü o insanların. Köşede bir masaya oturuyorum. Yan tarafımda ayna. Bayılırım ben aynalara. Saatlerce hiç bıkmadan usanmadan kendimi izleyebilirim aynalarda. Orada da öyle oluyor elbette. Yemeğimi yerken aynada kendimi gözetliyorum ara sıra. O sıralarda yeni gelen iki bayanın konuştuklarına kulak misafiri oluyorum ister istemez. Yüksek sesle hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor hafifçe toplu olan bir diğerine. Anlıyorum ki televizyonlardaki şu meşhur kadın programlarından bahsediyorlar. Rahatsız oluyorum orada geçen konuşmalardan. Zaten bangır bangır konuşanlarla aramın pek de iyi olmadığını da itiraf etmeliyim. Bir de konuşulan konunun bayağılığı eklenince vaziyet çekilmez oluyor ve ben en kısa zamanda ayrılıyorum oradan. Kendimi dışarı atmamla havayı bir nefeste içime çekmem bir oluyor.
Oradan çıkıp biraz yol aldıktan sonra bir çocuk görüyorum başında şapkası, üzerinde eski püskü kıyafetleriyle bir ağaç altında mızıkasını çalarken. Gidip oturuyorum hemen yanına. Bir süre onu dinliyorum. Çok güzel çalıyor. Yetenekli ve sanırım bunun farkında. Ama maddi sorunlar yaşadığı her halinden belli. Bir süre daha müzik ziyafeti çektikten sonra kendime ayrılıyorum o çocuğun yanından…
Sonra da atıveriyorum kendimi bir kitapçının kapısından içeri. Buralar hayatım boyunca bulunmaktan en büyük keyif aldığım yerlerden. Saatlerce durabilirim kitapların arasında. Ancak belli bir süre sonra oradan ayrılmak durumunda kalıyorum. Dışarıya çıktığımda akşam olmuştu. Hızlıca evimin yolunu tutuyorum. Eve geldikten sonra hissediyorum yorgunluğumu. Mutluyum ama. Bir süre ayı seyrediyorum onun tüm ihtişamına kapılarak. Ancak bir süre sonra göz kapaklarım dayanamıyor bu yoğun tempoya. Kapanmaya başlıyor kontrolsüzce. Böylelikle dalıyorum uykuya bir dahaki günün ilk ışıklarına kadar.
*Yarın başka bir gün ve başka fırsatlar sizleri bekliyor. Yaşamı bir mücadele olmaktan çıkarıp bir lütuf olarak değerlendirdiğimizde yarın başka olacak. Yoksa yarın hep bugün olarak elimizden kayıp gider. Kendinize bir iyilik yapın ve mutlu bir güne neler sığdırabileceğinizi bir tartın. Güzelliklerin farkına varın ve hoşça kalın…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.