- 547 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Pas
Çok sesli bir korodan atıldık.
Herkes paramparça oldu ve bugün herkes enstrümanını terketti. Onlar bizim silahlarımızdı, biz hayata onlarla direndik; onlar bize hayattı, biz hayatın kendisini onlarla sevdik. Bugün, o kadar yalnız ve o kadar bireyseliz ki, herkes kendi kuytusunda geçmişini yazıyor.
Eve gelmeyişinin ilk gecesinde aylar sonrasının ilk sigarasını yaktım.
Bir zamanlar dile getiremediğimiz korkularımızı ayakkabı çekeceğiyle çeker sokak kapısında düşürürdük. O zamanlar acıları akşam olunca hatırlardık. Şehre akşam çökünce herkes "ev"ine giderdi. Gündüz kim olurlarsa olsunlar, her akşam aynı kimliğe bürünüp aynı kapıdan girdikleri bir evi olurdu herkesin. Mutfağından tabak bardak sesi gelen evleri, salonundan tv sesi gelen. Akşamları bizim evimiz de sesli oluyormuş gibi davranırdık dışarıda, hala bir çatısı ve tüten bir bacası olan evimizin sessizliğinden kimseye söz etmezdik. Emel adında bir kızın geldiği bir yer idi ev biz küçükken; üçgen çatısı olurdu ve yaz kış muhakkak tüten bir bacası. Evin bahçesi olurdu, içinde mutlu çocuklar; kimileyin uçurtma uçuran, kimileyin ip atlayan. Ve ağaçlar. Ah o ağaçlar, onları hiç unutmadık. Mutlu her evin bahçesinde bir ağaç, tüten bacasının göğe en çok yaklaştığı yerde bir martı. Herkes halinden mutlu, o zamanlar evler çok sesli.
Bizim hiç bahçesinde ağacı olan bir evimiz olmadı, daha kötüsü bahçeli bir evimiz olmadı. Ama üzerimizde bir çatı ve tüten bir baca vardı. İnsan nasıl karbonmonoksit müptelası olabiliyormuş biz bunu çok sonra gördük. Birbirinden habersiz iki ametalin bir araya gelmesi meğer nasıl bir mutluluk vesilesi olabiliyormuş hanelerde. Ve bizler, bizler mutlu olmayı ne kadar seviyormuşuz. Öyle ya, kütüphanemizin yegane kitabıydı Pollyanna.
Bugün çok sesli bir korodan atıldık.
İşin kötüsü benim tek başına üstesinden gelebileceğim bir enstrüman yokmuş; yalnızlıkla bu kadar şey öğrenebildim.
Bir sigara yaktım bunun üzerine, aylar sonra ilk kez hem de.
Sen eve gelmedin diye baba, biz evde ne kadar sesli alet varsa hepsinin sesini sonuna kadar açtık. Soğuğa aldırış etmeden bütün camları açıp yoldan geçenleri bizim evimizin de sesli olduğunu anlatmaya çalıştık. Oysa bunu kimse merak etmiyordu. Bizim evimizin akşamları sükuna boğulmasının kimsenin bir tarafında olmaması gibi. Ve biz yıllar boyu, ve ben Işık’ın ılık süt sevdiğini öğrendiğim günden beri, bir ses çıkacak diye bekledim. Hiçbir şey değişmedi, Yıldızlar yumurta soyarken, Bosna’daki çocuklar ağlıyordu; bugün de Filistin’dekiler. Ortadoğu’da ve Balkanlarda çocuk olmadım ben hiç ama bizim evdeki çocuklar da barış için ağladılar yıllar boyu. Ve dünya bize seyirci kaldı diye biz gıkımızı bile çıkarmadık. Bıkmadan, ama hiç bıkmadan, sabırla bekledik.
Sonunda olan oldu.
Bugün çok sesli bir korodan atıldık.
Ve biz hiçbir enstrümanı tam olarak çalmayı beceremiyoruz diye kimse bizi oyununa almıyor.
Bizim kurduğumuz oyunların kalesine de kimse mum dikmiyor.
YORUMLAR
Yazdıklarını dikkatle takip ettiğim bir yazarsın. Umarım söyleyeceklerime alınmazsın çünkü daha önce de söylemiştim farklı bulduğum bakış açından kağıda aksedenleri okumak keyif verici ve düşündürücü. Fakat yukardaki yazında daha önceki yazılarında bulduğum o anlamlı, satır aralarına sinmiş, öfke, coşku ve direnç yerine hüzünlü bir yenilmişlik sezinliyorum. Bu, anlık bir haleti ruhiyenin aksi olabilir ve o kadar önemli değil belki; fakat bu yazıdaki anlatım tarzında da diğer çalışmalarındaki özeni göstermeyip baside kaçtığını düşünmekten kendimi alamadım. Çünkü çokça kullanılan hatta klişe sayılabilecek bir yöntemle okuyucusuna ulaşmış bir yazı, bu da sana ait özgünlüğü gölgede bırakmış düşüncesindeyim. Saygılarımla...