- 2069 Okunma
- 24 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK, ACI BİBERDİR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
O zamanlar ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordum.köyde okuyordum. Okulumuz sadece tek derslikti. Bir-iki- ve üçüncü sınıflar sabahçı, dördüncü ve beşinci sınıflar da öğlenciydi. Yani biz üçüncü sınıflar birinci ve ikinci sınıftaki arkadaşlarımızla aynı anda, aynı sınıfta ders görüyorduk. O zamanlar birleştirilmiş sınıflar diye bir kavram vardı. Mesala hayat bilgisi kitabının üzerinde ‘birleştirilmiş sınıflar için’ diye bir ibare vardı. Yani bu kitabı birinci sınıftaki öğrenci de okuyabilir, üçüncü sınıftaki de okuyabilir durumu. Ben, ülkede bütün okullarda bu uygulamanın olduğunu düşünürdüm, çok sonra öğrenecektim ki bu durum sadece imkansızlıkların en üst seviyeye vurduğu yerlerde geçerliymiş.
Öğretmenimiz daha hocamız olmamıştı o yıllarda. Altıncı sınıfı okumak için köyden ayrıldığımda öğretmenime hocam diyebilecektim. Öğretmenimiz bizi bir gün öncesinden uyarmıştı. Müfettiş gelecekti. Onun için pırıl pırıl olacaktık, normalde pek önlük giyilmezdi, çünkü önlüklerimiz yoktu. Ama öğretmenimiz ne pahasına olursa olsun önlük temin etmemizi istemişti. Babama söyledim önlük gerektiğini.
Babam:
-Ne yapacak öğretmeniniz önlüğü? Dua etsin de seni okula gönderiyorum. Bak hayvanlar dışarıda otlanırken ben başında bekliyorum senin yerine. Zaten okula gitmen gereksiz, bir de önlük mü alacağım.
Ben:
-Ama öğretmen müfettişin geleceğini söyledi. O yüzden istiyor.
Babamın yüz ifadesi değişti müfettiş kelimesinden sonra:
-Tamam. Dedi.
Tamam demek zorundaydı, çünkü köye ’devlet’ geliyordu. Akşam evden çıktı, iki saat sonra benim bedenimden iki büyük beden bir önlükle geri geldi. Giydim önlüğü:
-Çok geniş. Dedim
Babam:
-Önlük büyük değil, sen ufaksın dedi.
Mecburen kabul edecektim. Önlüğümü yastığımın altına koydum o gece, yattım. Ertesi sabah annem beni kaldırdı, kahvaltımı yaptım. Okula doğru yola koyuldum. Kar benim boyumu aşıyordu. Sağ elimde siyah bir poşetin içinde defter ve ‘birleştirilmiş sınıflar’ kitaplarım, sol elimde de büyükçe iki tezek vardı. Her gün tek tezek götürürken o gün iki tezek götürüyorduk, çünkü müfettiş gelecekti ve sınıf sıcak olmalıydı.. Okulun ıstılması biz yedi sekiz yaşındaki öğrencilere kalmıştı, öğretmene bile kömür yoktu. Öğretmen lojmanın yakacağını bile köylüler karşılıyordu. Hatta tezek başkanımız bile vardı. Öğretmen onu tezek kontrolu için görevlendirmişti. Bakayım kim getiriyor, kim getirmiyor tezek diye. Ayrıca bir de soba başkanımız vardı. O da sobayı yakardı her gün bizden on dakika önceden giderek.
İlk iki dersimiz matematikti. Köylüler de dışarıda toplanmışlardı, ‘devleti’ karşılamak için. İkinci dersin ortalarında müfettiş geldi. Sınıfa girdi. Hepimiz ayağa kalktık. Bize bahsedilen adama hiç benzemiyordu bu müfettiş, oldukça sevimli bir yüzü vardı ve güler yüzlüydü. Müfettiş, öğretmenimize dönerek:
-Dersiniz ne hocam?
Öğretmenimiz:
-Matematik.
Müfettiş:
-Buyrun devam edin dedi. Ve en arka sıraya giderek Orhan’ın yanına oturdu. Öğretmen dört işlemi anlatıyordu. Yaklaşık on dakika sonra ayağa kalktı ve tahtaya doğru yürüdü. Öğretmenimiz ona yol verdi. Müfettiş, bize doğru dönerek,
- Size bir soru çocuklar, bilene bir defter, bir kalem, bir de silgi. Sorum şu:
Elinizde otuz kuruşunuz var ve üç arkadaşsınız, bir bakkala gittiniz, çikolata aldınız. Yani her biriniz on kuruş vermiş oluyorsunuz. Bakkaldan çıktıktan sonra, bakkal size kıyamıyor beş kuruşu çırağıyla birlikte size geri yolluyor. Ama çırak uyanık, bunlara 5 kuruşu tam paylaştıramam diye yolda 2 kuruşu cebine atıyor ve size paranın geri kanlını veriyor. Her biriniz bu durumda bakkala dokuz kuruş ödemiş oluyorsunuz. Her biriniz dokuz kuruş vermiş oldunuz, 2 kuruş da bakkalın çırağında etti 29 kuruş, nerde geriye kalan tek kuruş?
Ben bakkal, çırak, kuruş falan bilmiyordum ama içimdeki bir his bu soruyu yapacağımı söylüyordu. Öğretmen bakışlarını sınıfta gezdiriyordu. Kimse yapmayacak mıydı soruyu. Gözleri benim gözlerimle kesişti, çünkü sınıfın en iyi öğrencisiydim. O hiçbir şey demeden ben parmak kaldırdım bile, müfettiş tahtaya çıkmamı istedi. Tahtaya çıktığımda müfettiş:
-İsmin ne? Diye sordu
Ben de:
-Ömer Bağır dedim.
O:
-Hadi anlat dedi.
Elime tebeşiri aldım, tahtaya üç tane çöp adam çizdim elime titreye titreye.. Bir de bir ev çizdim bakkal olsun diye . Bir çöp adam daha çizdim, ama son çizdiğimi berbat çizmiştim. Ne de olsa çıraktı o, paramızı yemişti.
Ben :
-Bakkala otuz kuruş verdik. Bakkal bize beş kuruş yolladı. Geriye kaldı onda 25 kuruş. Bu 25 kuruş bizi ilgilendirmez artık. Bizi ilgilendiren 5 kuruştur. Çırak 2 kuruşu cebine koydu. Artık o da bizi ilgilendirmez, geriye kaldı 3 kuruş, onu da hepimize dağıtmış. Yani 25+2+3=30 yani bir eksiklik yok parada. Her şey tamam dedim.
Müfettiş Sınıfın arkasında kümelenen köylülere doğru dönerek:
-Lütfen alkış.dedi ve bana doğru döndü.
-Aferin Ömer dedi. Sen oku tamam mı. Sen çok iyi yerlere geleceksin bir gün. Söyle bakayım kafana takılan soru ya da bir isteğin var mı?
Aklımda bir soru vardı. Sorabilir miydim bilemiyordum. Çünkü babama sorduğumda, bana
-İbne. Bu yaşta pipin mi kalkıyor. Diye fırça atmıştı. Okulda öğretmene sormuştum o, sorumu duymamazlıktan gelmişti. Müfettiş bilebilirdi pekala. Koskoca ‘devlet’ ne de olsa. Dayanamadım sordum.
-Aşk nedir? Diye.
Müfettiş ağız dolusu güldü.
-Nerde duydun bunu?. Omuz silktim, kızararak. Benim boyuma gelecek şekilde eğildi.
- Aşk anlatılmaz,yaşanır. Sen hele bir büyü bakayım. O zaman öğrenirsin aşkı. Ve tuttu beni her iki yanağımdan öptü.
O günden sonra lakabım köyde ‘aşk’ olmuştu.
Şimdi Doç. Dr. Nedim Kavur’un karşısında oturuyordum. Ben bir üniversite öğrencisiydim o da aynı üniversitenin ama farklı bir bölümün öğretim üyesiydi.
Bir arkadaşımı almak için okuduğum mühendislik fakültesinden eğitim fakültesinin önüne gelmiştim. Merdiven trabzanlara yaslanmış, gelen geçenlere bakıyordum. Baktım ki merdivenlerden yaşlıca biri çıkıyor. Giyinişinden hoca olduğu anlaşılıyordu. Bu yüzü bir yerden tanıyordum. Ama nerden. Başımı salladım belki hafızam karışır da bu yüz ortaya çıkar diye. Ne zaman bir şey unutsam öyle yapardım çünkü. Gerçekten de iyi ki sallamışım. Çünkü bu yüzü hatırladım. Arkasından koştum.
-Hocam. Dedim
Bana dönerek:
-Efendim dedi.
Ben:
-Beni hoş görün ama sanki sizi bir yerden tanıyorum. Siz hiç Van Muradiye’de bulundunuz mu?
Yüzü aydınlandı.
-Evet.
Ben artık emindim tahminimden
-Hatırlıyor musunuz? Bir köy okulunu ziyaret etmiştiniz. Ve bir öğrenci size ‘aşk nedir’ diye sormuştu.
- Hiç unutur muyum. Hayatımın en ilginç olaylardan birisiydi o olay. Peki sen nerden biliyorsun?
- Çünkü o öğrenci benim.
Koluma girdi, sanki yirmi senedir görmediği bir dostunu görmüş gibi. Odasına çıktık. Çay istedi. Karşılıklı çay içiyorduk. Güldü.
-Hey gidi günler hey , demek ki sen o çocuksun. Söyle bakayım öğrendin mi aşkın ne olduğunu
-Hocam siz haklıydınız. Öğrenilmez sadece yaşanılır. Ama ille de anlatmamı isterseniz, iki kelimeyle anlatırım aşkı
-Ne? Diye sordu.
-Aşk, acı biberdir.
Ağız dolusu güldü, aynen köy okulunda güldüğü gibi.
-Acı biber demek ki. Yemesi zevk verdiği gibi acı da veren acı biber. Haklısın evlat haklısın.
O an anladım ki aşk denilen bela bu adamın da başına gelmişti. Ve çok acı çekmişti.
YORUMLAR
yazını okurken ilk okul yıllarımı hatırladım..sen benden biraz daha iyiymişsin en azından sana önlük alınmış..
çok doğal bir anlatım sanki tekrar yaşayarak yazmışsın
tebrikler
Öykünüzü okudum. Öykünüzde gerçek hayattan bir parça samimi bir anlatımla aktarılmış. Öykünüzde eşit davranılamayan ve daha eşit olan insanlar(!) anlayışı, yokluk, alt yapı eksikliği, insanın hala amaç haline getirilememiş olması gibi kıssadan hisseler mevcut. Bu anlamda öykünüz durumdan ödevler çıkartıyor.
Samimi bir havada yazılan yazınızda "devlet" in egosantrik bakış tarzıyla "insan" amacından sonra gelmesi gerektiğini ve asıl amacın insan olması gerektiğini biraz daha vurgulasaydınız daha güzel bir öykü olacağını düşünmedende edemedim.
Aşk konusuna gelince: Sefa ustanın da fluctuating tarifi gibi; "arzu ile gayenin arasındaki mesafe" olduğu müddetçe aşk, benim için pişmemiş bir ekmektir!
Sevginin tarifinin ise ne olduğunu sizin de istediğiniz gibi resmi tamamlamadan size bırakıyorum ??
gülün dikeni tarafından 1/28/2009 8:14:00 PM zamanında düzenlenmiştir.
adıma mükemmel ötesi desem...
çok rahat bir çocukluk geçirmeme rağmen sanki ben okudum birleştirilmiş sınıf kitaplarını, bendim sanki iki beden büyük önlüğü n içine girerken bile heyecanlanan...
evet evet..bendim devletin karşısında korkusuzca aşkın tanımını isteyen...
bu güzelliği paylaşıma sunman ayrı bir güzellikti...
kaleme saygı sonsuz...
o koca yüreğe sevgiler çokca....
viki650 tarafından 1/26/2009 8:37:26 PM zamanında düzenlenmiştir.
kabul ederseniz sayfanıza gök kuşağı bırakıyorum.yazınız diğer arkadaşlar gibi benide çocukluğuma geri götürdü.bende birleştirilmiş sınıflarda okudum.bizim tezekci başımız yoktu ama,iri kıyım bir oduncu başımız vardı.anlayacağın yapılması gereken her işin bi başı vardı.köyde okurken önlüğümüzün altına giydiğimiz pantalonlarımızın ,al'ına /mor'una karışan olmazdı .yeterki okula gidelim.4 . sınıfa geçtiğim yıl denizli'ye taşındık.şehirde okuma duygusu bana ayrı bir haz veriyordu ve ilk defa şehrin önemli caddelerinde dolaşarak CUMHURİYET BAYRAMI'NI kutlayacaktım..herkezin önlüğü temiz ve düzgün olması gerekiyormuş.tamam sorun yok,benimki düzgün ve temiz ama çok kısa,öğretmenimiz;önlüğü kısa olanlar altına siyah pantalon,siyah tayt yada mus çorap giysin dedi.içimden güldüm''muz'dan çorap nasıl oluyorki''.eve gittiğimde öğretmenimin bize dediklerini aynen anneme aktardım.annem'ben muz çoraptan,elma kilottan falan anlamam.ne varsa onu giyer gidersin''dedi.5 sınıfa giden ablama komşunun kızından siyah tayt bulunmuştu ama bana yok.bende koyu yeşil pantalon var ,CUMHURİYET BAYRAMI'NDA onuda giyemem,en iyisi hiç giymemek dedim ve 29 ekimin o soğuğun da okula gittim ve herzamanki sırama durdum.okul bahçesinde bütün öğrenciler ve öğretmenler yerini aldı İSTİKLAL MARŞI'NI söyleyip tören alanına gidilecek.müdür muavini okul binasının giriş kapısının yüksekce olan yerine çıktı .hazır ol komutunu vermeden önce öğrencileri şöyleeee bir süzdü ve işaret parmağını bizin sınıfa doğru uzatarak ''kızımmmm .sen !... nereye gittiğini sanıyorsun !..'' herkez etrafına bakınarak ,lafın kime gittiğini bulmaya çalışıyorduk kii,ikinci bir ses'' kızımm sana söylüyorum sana ...'' diyerek beni gösterdi.''sen,diskoya falan mı gideceğimizi sandın? ne bu kıyafet böleee? baldır /bacak meydanda'' o anda pek fazla utandığım söylenemez ama yanımdaki arkadaşıma'' disko ne? '' diye sorup da,karşılığında ''kötü kızların,içki içmeye gittiği yer'' cevabını alınca...
İSTİKLAL MARŞI'NDAN sonra tören alanına giden arkadaşlarımın arkasından uzun uzun baktım baktım ve bi daha baktım...
4 sınıfın ikici yarsını ve 5 sınıfı köyde dedemin yanında okumaya karar verdim ve uzun bir süre her 29 ekim de nedense hastalanırdım.
sizi yazınızdan ve kötü bir anım olsa da beni çocukluğuma götürmenizden dolayı kutluyorum
SAYGILARIMLA..
Çok güzel akıcı bir yazıydı.Okudukça okuyasım geldi.Bende çocukluğuma,öğrenciliğime gittim yazını okurken.Bizde Doğu Karadeniz bölgesindeki bir köyde 1,2-3,4-5.sınıflarda birlikte eğitim görmüştük.Biz de tezek yerine her gün odun taşıdık okulumuza.Hatta senin hikayene benzer bir olay yaşadım.İlk okuldan sonra öğretmenimizi hiç görmemiştim.Lise yıllarında bir pastanede karşılaştık. Uzaktan seyrettim.O dur değildir diye.Dayanamadım gittim sordum.Öğretmenimin kardeşi çıkmaz mı.İkizi de değilmiş ama bu kadar olur ancak benzerlik.
Tebrik ediyorum.Kutluyorum paylaşımızdan dolayı sizi ve seçkinizi.
SAYGILARIMLA.
harikasınız..
sizi okumak bana geçmişe özlem duyuruyor
kendimden parçalar buluyorum yazılarınızda..
bende 4-5 sınıfları elektrik ve suyu olmayan bir köy okulunda okudum
birleştirilmiş sınıfta babam okuttu üstelik..
ama hiç baba avantajım olmadı benim
ilk kulağı çekilen
ilk kızılan
ilk soru çözmek zorunda kalan
hayatımda ilk defa müfettiş olan amcam kulağımı çekmişti..
soruyu hemen bildim diye..
o günden beri bilsemde susuyorum..
......................
beni 24 yıl öncesine götürdünüz..
ne desem az gelir sizin yazınız için
bin tebrik desem suzanca..
:)) :))