4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1253
Okunma
Her çocuk dedesinden, ninesinden ve diğer büyüklerinden masallar, destanlar, türküler, ninniler, çeşitli menkîbeler dinleyerek büyümüştür. Ben de, dedemden masalların yanı sıra birçok türkü, destan, kahramanlık öyküleri dinleyerek büyüdüm. Çünkü dedem, askerliğini (savaştan hemen sonra) Çanakkale’de yapmıştır. Orada şehit olan yüz binlerce askerimizin kemiklerini toplamış, savaş mezalimini yerinde görmüş, yüreği derinden sızlamıştır.
Daha yüreğinin sızısı geçmeden, daha askerliğini bitirmeden, güzel ülkemiz bu sefer de; İzmir’den başlamak üzere, büyük bir bölümü karış karış işgal edilmiş, yürekler iyiden iyiye kor halinde yanmıştır. Halk zaten yoksulluk ve sefalet içinde yaşarken; elinde, avucunda ne varsa, bu kez de askerine, vatanına seve seve hibe etmiştir. Ülkemizin genelinde Kurtuluş Savaşı başlamış, seferberlik ilân edilmiştir. Bütün ülke; çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, köylüsü-şehirlisi, düşmana karşı savaşmış, vatanını kahramanca savunmuş ve Türklük onurunu kurtarmasını bilmiştir.
İşte bu kara günlerde, insanımız, milletimiz tek bir şeyini kaybetmemiştir. O da, umut ve Türklük şuuru. Şuurlu bir şekilde; umutla, azimle ve kararlılıkla, düşmanı yenmiş, vatanını kurtarmasını bilmiştir. Peki ona bu bilinç yani şuur, nereden gelmekteydi dersiniz. Tabii dininden, imanından, vatan ve millet sevgisinden diyeceksiniz. Çok doğru! Fakat, insanımıza, milletimize, işte bu sevgi ve inanç fitilini aşılayanlardan birisi de, o zamanın isimli, isimsiz, bağrı yanık, yüreği ezik şairleridir. Hepimiz o tarihlerde, Kuvay-ı Milliye’nin, nasıl çalıştığını biliriz. Yalnız, pek bilmediğimiz bir husus daha var ki, o da yukarıda da dediğim gibi, bağrı yanık, yüreği ezik ve içi vatan sevgisiyle dolu şairlerin (burada Mehmet Akif’i rahmetle, sevgiyle anıyorum); yurdumuzu düşman çizmeleri altında gördükçe haykırışları… İşte size bir örnek; Büyük Mecmua’nın son nüshasında, Faruk Nafiz Bey’in ‘İzmir’ için şu şiiri çıkmıştır; ()
Kara bir haberdi, bir ölüm kadar,
Ansızın benizler, soldu sarardı.
Baktı ki her gözde, titreyen yaşlar,
Her yüzde İzmir’in, mâtemi vardı. (şiirin tamamı üç kıt’a dır…)
Aynı mecmuada Yusuf Ziya Bey’in de İzmir için aşağıdaki şiiri yer almıştır: ()
Ey güzel İzmir’in kahraman oğlu,
Bir lahzâ bırakma tuttuğun yolu.
Bizim de bağrımız fırtına dolu,
Eğil dağlar eğil, üstünden aşam,
Sevgili yurduma bende kavuşam. (şiirin tamamı dört kıt’a dır…)
Buradan anlıyoruz ki sevgili okuyucular, ülkemizin o karanlık, buhranlı günlerinde, umut kıvılcımını yakanların biri de şairlerdir. Yazdıkları o güzel; ölçülü, uyaklı, hisli, derin anlamlı, yanık şiirlerle askerimize ve insanlarımıza, adeta umut ve güven vermişler, yüreklere yurt sevgisi ve kurtuluş heyecanı aşılamışlardır. Böylelikle güzel ülkemizin kurtulmasında, bir nebze de olsa, katkı sağlamışlardır.
Bugün bakıyorum da; güzel vatanımızın ve Cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden daha bir asır bile geçmeden (kaldı ki, devlet ömründe bir asır kısa bir süredir) öyle ölçülü, uyaklı şiirler neredeyse ikinci plâna, atılır oldu. Klasik şiir, folklorik şiir gibi tanımlara, kalıplara sokuldu. Bunun yanında, alt alta yazılan, dizeleri arasında ne ses bütünlüğü, ne de kâfiye bulunan şiirler, baş köşeye oturdu. Kargacık, burgacık anlatımla, kuru ifadelerle, anlamsız kelimelerle, bol imgesiyle, adeta yabancı menşeili bir görünüm veren o tür şiirler, bizim yüreklerimizi, sevinçlerimizi, heyecanımızı, hasletimizi ve millî olma; Türk olma bilincimizi (şuurumuzu), ne kadar yansıtıyor diye sormadan da kendimi alamıyorum. O yüzden de; Şiârlı-Şiir, Şuurlu-Şair arıyorum diye de haykırıyorum. (devam edecek…)
İsmail GÖKTAŞ – İZMİR
----------------------------------------------------------------------------------
*) İstiklâl Harbi Gazetesi, 11 Haziran 1919/Çarşamba, Sayı No: 25