TÜRK ŞİİRİ ÜZERİNE BİR İKİ SÖZ
“Edebiyat nedir?” diye sorulduğunda verilecek -belki de- en doğru yanıt: “İnsanoğlunun var oluşunun bir gereğidir.” olacaktır. En eski çağlardan günümüze estetikle ilgili birçok bilgi, eser gelmiştir. Öyle ki milletlerin tarih sahnesine çıkışlarının resmî bir belgesi niteliğindeki mitolojiler, edebiyatın en güzel ilk örnekleridir. Bu metinlere bakıldığında anlatımın tamamen şiirsel olduğu görülür:
“Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım
Su içinde yaşayan Ak Ana,su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen’e şöyle dedi :
Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren :
De ki hep," yaptım oldu " başka bir şey söyleme
Hele yaratır iken,"yaptım olmadı" deme”
Altay Yaradılış Destanı’ndan alınan bu bölümde de görüldüğü gibi anlatım şiirseldir, bu dönemde nesir hemen hiç yoktur. Edebiyat denildiğinde akla şiir gelmektedir. Bu durum neredeyse yüzyıllar boyunca böyle sürmüştür. Eski Anadolu Türkçesi denilen dönemde görülen Dede Korkut Hikâyeleri dışında Türk edebiyat tarihinde nesir yok denecek kadar azdır.
Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra Arapça ile Farsça’nın etkisi dinsel alanda ibadetle sınırlı kalmamış, dilde, edebiyatta da kendini hissettirmiştir. Daha Selçuklular zamanında öne çıkan Fars edebiyatından etkilenmemek mümkün olmamıştır. Bir süre sonra adına Divan edebiyatı dediğimiz, 12’nci yüzyıldan 19’uncu yüzyılın başlarına kadar süren büyük bir şiir geleneği oluşmuştur. Saray çevresinde oluşan bu edebiyat, halktan kopuk olması bir kenara bırakılacak olursa, Türk edebiyatı için olduğu kadar dünya edebiyatı açısından da edebiyat tarihi içinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu şiir geleneği Tanzimat’la birlikte yıkılmıştır. Bilhassa Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi’nin batılı tarzda yeni bir anlayışla ortaya koydukları eserler Divan edebiyatına ağır bir darbe vurmuştur. Tanzimat döneminde Namık Kemal ile arkadaşlarının şiirde yaptıkları yenilikler, şiirinin konusuyla sınırlı kalmış, şiirin biçiminde önemli bir değişiklik yapamamışlardır. Bu yenilik ancak Servetifünün dönemi edebiyatçılarıyla gelir. Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin hem Batı şiirinden birtakım nazım şekillerini alıp kullanmışlar hem de kendileri yeni nazım şekilleri deneme yoluna gitmişlerdir. Serbest müstezat, mensur şiir, manzum hikâye gibi nazım şekilleri bu dönemde ortaya konulan türlerdir. Bu dönem Divan şiirinin bütün izlerini –aruz vezni dışında- tamamen ortadan kaldırmıştır. Denilebilir ki modern Türk şiirinin temeli bu dönemde atılmıştır.
“Doksan Beşe Doğru
Bir devr-i şeâmet: yine çiğnendi yeminler;
Çiğnendi, yazık, milletin ümmiîd-i bülendi!
Kanun diye topraklara sürtüldü cebînler,
Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi...
Beyhûde fîganlar yine, beyhûde eninler!”
Doksan Beşe Doğru
Bir uğursuzluk devri: Yine yeminler çiğnendi! Yazık, milletin büyük ümidi çiğnendi!
Alınlar, kanun diyerek topraklara sürtüldü.
Kanun, kanun diyerek kanunlar tepelendi.
Yine boşuna çığlıklar, yine boşuna inlemeler!
Tevfik Fikret’ten alınan yukarıdaki şiir, görüldüğü gibi Türk şiirinde yeni bir söyleyişin, yeni bir biçimin örneğidir. Servetifünuncuların şiir anlayışı daha sonraki dönemlerde birtakım eleştirilere uğramış olsa da bu dönemin en önemli özelliği Türk şiirinin modern yapısının temellerinin atılmış olmasıdır. Servetifünuncuların ardından özellikle Ahmet Haşim’in şiirleri edebiyatımızda yeni bir duyuşun, söyleyişin yansımasıdır:
“O Belde
Denizlerden
Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!"
Fecr-i Ati Topluluğu edebiyatımızda etkili olduğu dönemde bağımsız olarak adını duyuran bir başka önemli isim Yahya Kemal’dir. Birçok edebiyat tarihçisi ile araştırmacına göre çağdaş Türk şiiri Yahya Kemal’le başlar. O, hem Divan şiiri geleneğinden yararlanır, hem de çağdaş edebiyat akımlarından…. Fransa’da ortaya çıkan saf şiirin Türk edebiyatındaki yegâne temsilcisi Yahya Kemal’dir. Eğitim için gittiği Fransa’da o dönem büyük bir şiir dalgası olarak görülen “saf şiir” Yahya Kemal’i çok etkilemiştir. Şiirde, antik Yunan’dan esinlenilerek oluşturulan saf şiir anlayışı karşısında Yahya Kemal de Osmanlının –özellikle- en güçlü olduğu dönemlerini anlatan şiirler yazmıştır. Bu biçimde yazdığı şiirlerinde o dönemin atmosferini oluşturmak maksadıyla daha ağır bir dil kullanmıştır. Diğer şiirlerinde ise dil, şairin yaşadığı döneme ait İstanbul Türkçesi’dir. Yahya Kemal, şiirlerinde aruz veznini kullanmış, hece ölçüsüyle yazdığı tek şiiri “Ok”tur.
EYLÜL SONU
Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa…
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa…
İçtik bu nâdir içki’yi yıllarca kanmadık…
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılışın ıstırâbı zor.
Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile.
Yahya Kemal’den daha önce şiirler yazmaya başlayan, onun gibi herhangi bir topluluğa dahil olmadan eserler veren bir başka önemli şair, Mehmet Akif Ersoy’dur. Bu iki şair denilebilir ki aruz vezniyle şiir yazan en son önemli şairlerdir.
“Çanakkale Şehidlerine
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,”
Şiirde 1914’te “Genç Kalemler”le birlikte yeni bir edebî anlayış karşımıza çıkar: Milli edebiyat. Özellikle Mehmet Emin Yurdakul’un Osmanlı- Yunan savaşı üzerine yazdığı “Cenge Giderken” adlı şiiri bu anlayışın ilk örneği olarak kabul edilir. Bu dönemde yeniden halk geleneğine dönülerek hece ölçüsüyle şiirler yazılır. Bu anlayış Cumhuriyet Döneminde de farklı yansımalarla devam eder. Bu dönemde eser veren edebî topluluklardan Yedi Meşaleciler, Beş Hececiler en fazla öne çıkan şair topluluklarındandır.
Asırlarca unutulmuş Anadolu’ya yeniden dönüşün şiiri olarak bilinen Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiiri kendisinden sonra gelen şairlerin şiirlerini de etkilemiştir. Türk Kurtuluş Savaşı’yla birlikte Anadolu’nun ana yurt olduğu gerçeği bir kez daha hatırlanmış olur. Kurtuluş Savaşı’nın ardından Modern Türkiye’nin inşasında şairler, yazarlar da eserleriyle katkıda bulunurlar.
Çoban Çeşmesi
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
……….
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Cumhuriyet Döneminde şiirde yeni bir ölçüyle karşılaşılır: Serbest ölçü. Batı edebiyatını yakından takip eden şairler, yirminci yüzyılda dünyada gerçekleşen edebî olaylar neredeyse güncel olarak Türk edebiyatına da yansır. Bu türde modern Türk şiirinin ilk örnekleri Nazım Hikmet’ten gelir.
YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
……………
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.
19740’lara gelindiğinde Türk şiirinde büyük bir sarsıntı yaşanır. Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat “Garip” adında bir şiir kitabı çıkarırlar. Bu kitapta yer alan şiirler o güne kadar hiç işitilmedik, görülmedik türde şiirlerdir. Şiirde ölçüyü, kafiyeyi reddeden bu şiir anlayışı neredeyse kuralsızlığı kural edinen bir anlayışı ortaya koyarlar. Garip şiir hareketi Türk şiiri için gelecek dönemleri de etkileyen büyük bir sarsıntıdır.
DENİZ KIZI
Denizden yeni mi çıkmıştı, neydi;
Saçları, dudakları
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.
Yoksuldu, biliyorum
-Ama boyna da yoksulluk sözü edilmez ya-
Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
Aşk türküleri söyledi.
…..
Orhan Veli Kanık
1940’lı yıllarda Garipçilerin dışında bağımsız olarak eserler veren birçok şairimiz vardır. Bu şairlerimiz bireysel şiir anlayışıyla özgün eserler vermişlerdir. Bu şiirlerin bir çoğu bugün hâlâ zevkle okuduğumuz şiirlerdendir. Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi, Attila İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Necati Cumalı, Behçet Necatigil…. bu dönemde eser veren şairlerimizden sadece birkaçıdır. 1950’lere gelindiğinde şiirimizde yeni bir sarsıntı daha yaşanır. Garip şiir anlayışından beslenen “İkinci Yeni” diye adlandırılan yeni bir şiir anlayışı ortaya çıkar. Kendi içinde “toplumcular” ile “soyutçular” diye ikiye ayrılan bu grubun içinde; Özdemir Asaf, Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi kimi şairler yer alırlar. Bahsi geçen bu şairlerimizden bazılarının şiir örnekleri verilecek olursa hemen ilk akla gelenlerden birkaçı şöyle sıralanabilir:
Otuz Beş Yaş
Yaş otuz beş Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
Neylesin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı Tarancı
Sevgilerde
sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı.
bütün yakınlarınız
sizi yanlış tanıdı.
bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı
siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
yılların telaşlarda bu kadar çabuk
geçeceği aklınıza gelmezdi.
gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı,
gecelerde ve yalnız.
vermeye az buldunuz
yahut vakit olmadı
Behçet Necatigil
Hikâye
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkiyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz
Cahit Külebi
Üçüncü Şahsın Şiiri
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka’dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım
akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
Attila İLHAN
Türk şiiri geçmişten günümüze dünya edebiyatı içinde oldukça önemli bir yere sahip olmuştur. Millet olabilme vasfını taşıyan toplumların edebiyatları da köklüdür. Bunun en güzel ıspatı mitolojilerdir. Dünyada geçmişten günümüze mitolojileri gelebilmiş birkaç millet vardır. Türkler, bu bağlamda dünyanın en eski birkaç milletinden biridir. Dolayısıyla edebiyatı da o derece köklüdür. Geçmişten günümüze ortaya konulan eserlerin tamamı ulus olarak varlığımızın, kültürümüzün birer yapı taşıdır. Dünyada Divan şiiri gibi bir şiir geleneğine sahip aynı zamanda halk şiiri geleneği bu denli zengin başka bir millet yoktur. Kaldı ki halk şiirimiz de kendi içinde; Tekke şiiri, Âşık şiiri, Anonim olmak üzere üç ayrı kola ayrılmıştır. Bugün dünyada Türklerden başka bir Yunus Emre, Mevlana, Karacaoğlan, Fuzûlî, Dadaloğlu gibi birbirinden çok farklı aynı zamanda o denli güçlü birer şaire sahip başka bir millet yoktur. Türk edebiyatı her alanda geçmişte olduğu gibi bugün de dünya edebiyatının en önemli, seçkin edebiyatlarından biridir.
KAYNAKLAR:
1.KAPLAN, Mehmet, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Kültür Bakanlığı/1279, Ank. 1990
2.ÖGEL, Bahattin, Türk Mitolojisi, Atatürk Dil ve Tarih Araş. Merkezi, Ank. 1989, C. 1
3.Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı IV (Çağdaş Türk Şiiri), Sayı: 481-482/ Ocak- Şubat 1992, TDK
4.Memet Fuat, Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, 10. bsm., Adam Yay., İst.
5.Ercilasun, Bilge, Orhan Veli Kanık, MEB, İst. 1994
YORUMLAR
"Ana sayfadan her düştüğünde yeni bir şiir eklemek yerine, çalışıp emek vermek niye?"
"Bize ne kardeşim Yahya Kemal den, Oran Veli den... Sen gel sayfama da şiirim güzel mi onu söyle."
...........gibi yorumlar yazmakla, bu emek ürünü yazıya tam 472 okumadan sonra hiç bir (pozitif/negatif) yorum yazmamak aynı şey değil mi?
Şimdi bana kızanlar yazar belki.......yı!
Olsun. Ben sizin emeğinizi ve son derece yararlı olan, kısa şiir tarihimiz içerikli yazınızı kutlar, verdiğiniz emeğin karşısında saygı ile duruyorum.