- 578 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SON SIĞINAK
Karışık… Her şey karışık. Mutlulukla, mutsuzluk; acıyla, sevinç; hüzünle, elem… Kafamın içindekiler ve dışındakiler… Hayallerim ve gerçeklerim… Yanılgılarım ve isabetlerim… Hepsi, hepsi karmakarışık…
Birisi biterken ötekisi başlıyor. Ama bu arada başka bir duygu giriyor devreye… Aynı anda birbirine zıt, birbiri ile ilgisi, alakası olmayan yoğun duygular yaşayabiliyor insan.
Oysa buna o an veya her an hazır olamayabiliyorsunuz. Hele ilk defa karşılaşıyorsanız durum tam bir felakete dönüşüyor. Duygusal açıdan tam bir bozguna uğruyorsunuz. Bütün kaleleriniz yıkılıyor, bütün tersanelerinize giriliyor ve bütün askerleriniz terhis edilebiliyor. Güçsüz, savunmasız kalıyorsunuz. Bebekten bile durumunuz daha kötü olabiliyor. Bebek ağlıyor siz ağlayamıyorsunuz.
Objeler belirsizleşiyor. Günlük olağan hayat akışının dışına çıkıyorsunuz. Başka bir zaman ve mekan boyutuna geçiyorsunuz. Üstünüze bir ağırlık çöküyor. Renkler siliniyor. Adeta sonbahar gibi soluyorsunuz. Yapraklarınız birer birer dökülüyor dallarınızdan
İşte o an kağıda kaleme sarılıp; yazmak, yazmak yine yazmak istiyorsunuz.
Zaman gözlerinizin içine bakıyor. Mazi sizi takip ediyor adım adım… Siz kaleme saldırdıkça, anılar beyninize saldırıyor adeta. Beklide bir daha aynı şeyleri yaşayamamanın verdiği korkuyla o anı ölümsüzleştirmek için kalem almak gerektiğine inanıyorsunuz.
Üstelik ne kâğıtlar ne kalem sizi hiç sorgulamıyor, soru sormuyor, suçlamıyor, zaaflarınızla, korkularınızla alay etmiyor. Yazdıklarınızın sonsuza kadar orda kalacağını, istediğiniz zaman kaldığınız yerden devam edeceğinizi ve size niye geç kaldınız diye bir soru sorulmayacağını biliyorsunuz.
İki parmak daktilo yazdığınız için, hızlı yazmanız nedeniyle, yaptığınız hatalar çoğalıyor. Her satırın sonuna geldiğinizi bildiren zil sesi daha sık duyulmaya başlıyor. Şaşırıp kalıyorsunuz. İçinizdeki cerahat bir su gibi satırlara akıp gidiyor.
Rahatlıyorsunuz. Hiçbir şey düşünmüyorsunuz. Ama sadece yazmak, daha çok yazmak, hiçbir şeyi kaçırmadan yazmak, yazdığınız her şeyi en ince detayına kadar satırlara nakşedebilmeyi istiyorsunuz. Tabi ayaklarınız tekrar yere değinceye kadar.
Ayaklarınız yere ya ev ahalisi gürültü yapana kadar veya yemek hazır diye onlarca kez isminiz zikredilinceye kadar ancak değiyor. O zaman o çok hayran olduğunuz insan yapısına keşke acıkması olmasaydı daha çok severdim diye istisnalar koymaya başlıyorsunuz.
Yeşilliğin, çiçeklerin, pencereden içeri giren denizin dalga seslerinin insanı sarhoş etmesi de belki bu duygu karmaşasının yoğunlaşmasına neden olduğu ihtimal dahilindedir. Zira evinizin önü yeşildir. O yeşillikten sokak hiç gözükmemektedir.
Beklide son günlerde yaşanan belli belirsizlikler insanı bu duygu içine itebiliyor. Ama sonuç ne olursa olsun; karışıklıklar, gel-gitler bekli de bizim istediğimiz, arzuladığımız bir şey.
Bazen tekdüzelik, yani derinliğinin olmaması insanı umutsuz ve mutsuz yapabiliyor.
Olumlu duyguları tek düze, tek boyutlu olarak bütün ömür boyunca yaşamak, onları tanımakta, boyutlarını algılamakta güçlük çekmemize neden olabilir.
Unutmamalı ki eğer acı sevinmek için yaşanıyorsa güzeldir. Ama acı bir felakete neden olacaksa ve geri dönüşü yoksa, en önemlisi tamiri mümkün olmayan sonuçlar doğuruyorsa, bizi anaforunda alabora ediyorsa, yani açıkçası belden aşağı vuruyorsa acı hiç mi hiç yaşanmasın.
Tanrıdan odur ki dileğim, öyle veya böyle bir şekilde biz hep mutlu kalalım ve varsın o uğursuz, o meymenetsiz mutsuzluğun adını unutalım. Kalemimiz hep mutluluğu yazsın… Çünkü o bizim şu yalan Dünya’da son sığınağımız değil mi sanki?