- 419 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Vahşet
Dünya tarihi irdelenip büyüteç altına alındıǧında insanın insana yapmış olduǧu vahşet gözler önüne serildiǧi zaman insanın içini korkunç derecede ürpertecek olaylara sahne olmuştur. İnsan varlıǧıyla hemcinsini bir taraftan koruyup geliştiririken, diǧer taraftan da vahşice ve hunharca katletmekten çekinmemiştir. Yaşam sürekli bir hareketliliǧi de beraberinde getirdiǧi için doǧal afetlerin dışinda gelişen ve vuku bulan bütün olaylarda beşeriyetten sorumlu olan insan ve insan grupları bu olanlardan birinci derecede sorumludur. Eǧtimini iyi almayan veya da yanlış eǧtim alan birisi annesini ve babasını kesecek kadar vahşileşmektedir. Burada sorulması gereken soru ilk olarak şu olsa gerek: Bir insan, diǧer bir insanı neden öldürür? Bunu tetikleyen psikolojik, sosyolojik ve genetiksel bir olgumudur yoksa vahşet insanın ruhunda mı vardır? Yoketme duygusu insanda nereden ve hangi genetik basıncın sonucudur? Ya da bir insan, diǧer bir insanı keyfinden mi öldürüyor? Yoksa eǧtim mi insanları hemcinslerini öldürmek için bir araçtır? Ya da insanın sahip olma duygusundan doǧan bir güç simegesi midir? öldürmek için gibi yüzlerce soru aklımıza gelebilir ilk etapta. Takvimler yine 26 Kasım 2008 yılını gösterdiǧi gün insanlık yeni bir vahşetle bir kez daha uyandı yataklarından. Görsel medyanın hakim olduǧu günümüz toplumu yataklarından Hindistan’ın finans merkezi Mumbai’ye dün teknelerle gelen silahlı kişiler, lüks Tac Mahal ve Trident-Oberoi otelleri, bir restoran, hastaneler ve bir tren istasyonu dahil olmak üzere en az 10 ayrı yerde önlerine gelene otomatik silahlarla ateş edip el bombaları attı: 81’i Hintli 125 kişi öldü, 314 kişi yaralandıǧını kahvaltılarını yaparken veya akşam yemeklerini yerlerken tanık oldular. Çoǧumuz ahlar ve vahlar içinde ya bir iki damla gözyaşıyla öfkemizi acıya dökerek „bunu yapanlar insan olamaz“, veya da „yarabbim bu ne vahşet, bunlar katil, kann içici teröristler“ olarak olayı lanetleyerek bir kaç saat sonra günlük işlerin baskısıyla kendi işimizin telaşıyla olanları bir çırpıda unutup gittik. Ölenlerin en yakın hısımları ve en sevdikleri böyle vahşetlerden sonra traumalara, bunalımlara deprasyonlara düşerek psikolojik yardım almak zorunda kaldıklarını biz de gözardı ederek unutmaǧa çalıştık ya da çalışıyoruz demek.
Bu genel girişten sonra şimdi sizlere terörün genel olarak yapılmış tanımının sözlük anlamı olarak açıklanacak: “Terör; baskı, cebir ve şiddet korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle bir sistemi anayasal olarak niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, ekonomik düzenini değiştirmek, bir devletin veya milletin bütünlüğünü bozmak, varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak ve yıkmak veya ele geçirmek temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte (burada örgüt terimi iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle, teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi kapsamaktadır) mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir”. Bunun dışında bir devlette halkına hem fiziki, hem de psikolojik terör uygulayabilir. Bu ister devlet tarafından yapılmış olsun, ister başaka bir grup tarafından eyleme dönüşsün, cebir uygulandıǧi müddetçe terör var demektir.
Terör denen olgu da insanlk için bir yüz karası olduǧuna göre bu ister dünyanın en kalablık ülkelerinden birisi olan Hindistan‘da olsun, ister bir devlet tarafından diǧer bir ülkeye saldırılsın, insana ölümün dışında bir katkısı olmadıǧı için lanetlenecek bir eylem türüdür. Elbette bir çok alanda olduǧu gibi, terörün ana sebebi de ekonomiktir. İkinci bir faktör ise etnik kökenlerden doǧan düşmanlık olgusundan ortaya çıkan eylem türüdür. Ekonomik savaşın görünmeyen gizli ayaklarından birisi olan ve entrikalar sonucu silah tekellerinin perde arkasından idare ederek kendilerine kaynak yaratmak için başvurdukları yöntemlerden birisidir sadece. Ulusarası silah tekelleri krizlere girdiklari zaman çevresine acımadan kir ve pislik saçarak ekonomik alanda var olan gizli güçlerini doǧrudan devreye sokarak ateşe benzin dökmekten başka bir işe yaramazlar. Bu sahanın büyük aile ve tekelleri savunma sanayınin harekete geçirdikleri güçlerle işbirliǧine girerek var olan küçük krizleri, etnik grupları birbirine düşürerek savaş çıǧırtkanlıǧı yapmaktan çekinmezler. İnsanlık düşmanı bu tekeller bir zamanlar bir kaç hayalperest küçük grupların kurdukları kişilerle işbirliǧine geçerek bunları gerekli ekonomik ve siyasi bilgilerle donatarak ortalıǧı birlikte kabgölüne çevirmenin zevkini yaşayarak perde arkasından olayları seyrederek görüş belirtmekten de çekinmezler.
Şu anda Yakın – ve Ortadoǧu’da ki vuku bulan eylemlerde bu güç ve odakların işbirliǧi içerisindeki planladıkları eylemlerden başka bir şey deǧildir. Yine Yakın – ve Ortadoǧu üzerindeki üçgende gelişen olaylarda zengin yeraltı ve yer üstü kaynaklarına sahip bu bögenin emperyal sömürgelerin hammadde ihtiyacını karşılamak için başvurdukları yöntemleri toplamından başka bir şey deǧildir. Uçarı fikirleri tetikleyen uluslararsı güçler ve IMF kendi ürettiǧi politiklarla yerli halkları birbirine düşürmek için adeta yarışlar. Sistemini koloniyalizim pisliǧiyle pekiştiren bu güçler Avrupa’da ki „reform ve rönesans hareketleriyle“ bir temel oluşturark hep aynı amaç uǧruna mücadele ederek insanlıǧa kan kusturmaǧa devam ederek yol almaktadırlar beş yüzyıldan beri. Bu süreç taki 1588 yılaında „Birleşik Krallık İngiltere’nin İspanya’yı yenerek denizlere hakim olması nedeniyle biçim deǧiştirerek sürüp gitmektedir. Para babalarının ve silah tekellerinin krizlere girdikçe islami örgütleri en modern silahlarla donatıp kışkırtarak kendi haklılıklarını da yaratmaǧa çalışıyorlar. Bu küçük gruplar Batılı devletlerin gizli istihbarat servislerinin desteǧiyle bir kaç ses çıkaran büyük eylemlere imza atarak arkalarında büyük bir halk desteǧinin olduǧu yanılgısına kapılarak militanlarını avutuyorlar. Ya da Hamas’ın yaptıǧı gibi bir kaç kasam raketiyle İsrail Devleti’nin Filistin işgaline son verecegini sanıyorlar. Oysa Filistin Halkı’nın en büyük düşmanlarının gerici ve Amerikan mandalı Arap hükümetlerinin olduǧunu bilmiyorlar. Altmış yıla yakın bir süreden beri İngiltere’nin resmi kuklası olan Ürdün’de yaşayan zavallı Filistin Halkı hala mülteci konumunda daǧlarda ve tepelerde yaşayarak yurtsuz talihlerini cuma namazlarıyla gidereceklerini sanıyorlar. Mısır ve diǧer Arap Devletleri ise resmen İsrail’in Filistin Halkına uygulamış olduǧu yok etme politikasını destekleyerek hemcinslerine ihanet etmektedir. Bu da yoksul Arap Halklarını Avrupa’da 18. Yüzyıl da gelişmeye başlayan milliyetçilik akımlarını eskimiş, geleneksel ve iç dinamikleri yok denecek kadar az olan gelişimi „İslam Fundamentalizimi“nde arayarak Batılı Devletlerin ekmeklerine yaǧ sürüyorlar. 19. Yüzyil’dan beri „siyah altın“ olarak kapitalizim ekonomisinin motorunu yürütme gücüne sahip olan petrol bu bölgeyi kaynar kazan olarak hiç ateşten uzaklaştırmak istemiyor. Bundan dolayı olmayan Arap Aydınları çareyi İslamın başlardaki yenilikçi tavrına sarılarak başka bir bataklıǧa saplıyorlar kendilerini.
Onlar bir birleriyle savaşırken İsrail Amerika ve Avrupa Birliǧi’nden aldıǧı hibe yardımlarıyla Ortadoǧuyu yayılmacı politikasıyla işgal etmeǧe devam ediyor. Ben kişisel olarak artık şuna kesinlikle inanıyorum ki, İsrail Devleti gelecek 500 yılda Ortadoǧu’ya ve Mezapotamya’ya hakim olabilecek bir güce erişecektir. Batı gizli planları ve misyonerleriyle bunun alt yapısını çoktan hazırlamıştır. Bu planı İsrail aracılıǧıyla adım adım hayata geçirecek hem ekonomik, hem askeri, hem teknik, hemde bilimsel metodlarıyla uygulayacak kapasiteye sahiptir bugünün emperiyal devletleri. Sadece 470 kilometrelik bir uzunluǧa ve en geniş bölgesiyle 135 km’lik bir alana sahip olan bu devlet, özellikle Sovyetler Birliǧi’nin çöküşünden sonra aldıǧı gclerle nüfusunu 7.000.000 milyonun üzerine çıkararak araplara meydan okumaǧa devam etmektedir. Buna karşı Hamas denenen Suriye ve İran destekli örgüt ise kendi payına düşen ve yarattıǧı kaoslarla kendi halkına da büyük çaplı hiç bir yardımı yapamamıştır. Tek yapmış olduǧu yardım düşmanının gücünü küçümsemek olmuştur. Elbette İsrail’de biliyorki Hamas yok edilemez, ama kontrol altındaki bir Hamas, İsrail için yaptıǧı katliamları hasıraltı etmek için en büyük nimet olmaǧa devam etmektedir. Bir yönüyle İsrail Devleti bu örgütün varlıǧıyla bütün Yahudileri hem İsrail etrafında birleştirmeyi, hemde varlıklarının hesabını bilmeyen Yahudi milyonerlerden kendi vurucu gücün artırmak için milyarlarca paranın İsrail Devleti’nin hazinesine akmasına seviniyor. Çölü cennete çevirerek parmakları ısırtacak yeniliklere de imza atarak kendi üstünlüǧünü yaşamanın gururuna yine kendi imzasını atarak seviniyor.
Her ne olursa olsun, şu anda bu devletin, tanksız, topsuz, silahsız insanları kadın, çocuk, yaşlı demeden katletmesi insanlıǧın bir vahşetidir. Bu üstelik öyle bir vahşetki kameralardan yemek yerken, bira içerken bakan Batılı ve diǧer karnı büyükler insan olmanın utanmazlıǧını bile hissetmiyorlar yüreklerinde. Hiç bir yerden „dişe dokunur“ bir ses yankılanmıyor bu zavallı halk için. Küçük çaplı ve iyi niyetli öǧrenci hareketleri ise ses getirecek güce sahip deǧil, şu an dünya da hüküm süren ekonomik ve siyasi krizlerden dolayı. Barışın bir an önce dünya ya hakim olması dileǧiyle… saygı ve sevgilerimi gönderiyorum okuyan herkese.
Hasan Hüseyin Arslan, 19/20.01.2009, Frankfurt am Main, evde – saat 22:00 – 00:05‘de
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.