- 858 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AYRANCI HASAN'IN OĞLU CONİ BİTILS (7)
İKİNCİ PERDE
YEDİNCİ SAHNE
(Dekor: Akıl hastanesinde tek yataklı küçük bir oda. Bir yatak, bir sandalye ve bir çöp kutusu… Duvarlarda duvar yazıları göze çarpar: Boşuna peşimden koşma Brigitte, sevmiyorum seni- Charles Bronson. Elveda dünyalılar, artık Jüpiter’e yerleşiyorum-Astronot Niyazi. İlk golümü burda attım-Pele. Yalan söyleme ulan, Pele benim- Hakiki Pele. Ben burada tahtaya çıktım-Napolyon. Dudağımda cigara, cebimde bol para, bir paket de Bafra, püf,püf,püf- Şair İsmet. Vaşingtonu satayrum- Nixon)
FONDAN SES: (Perde açılmadan önce) Yıl 1975. Martın yirmisi. Çarşamba. Gece.
MEHMET: (Deli gömlekleri içinde, sırtı seyircilere dönük, karşı duvara büyük harflerle yazdığı CONİ BİTILS isminin son harfini yazmakla meşguldür. Perde açıldıktan sonra yatağa oturur. Yastığın altından bir kâğıt kalem çıkarıp yazar.)
Yıl 9999… Şubatın otuz sekizi. Günlerden Çarşamba ertesi. Zaman gündüz ile gece arası. Bugün çok büyük bir gün… (Yazmayı bırakıp seyircilere) Bugün büyük pop yıldızı Coni Bitıls Türkiye’ye teşerrüf etmişlerdir. Yani ben, ben Coni Bitıls… Türk milletine tarihi bir sürpriz yaptım ve onlara Türkiye’de olduğumu açıkladım.
(Yataktan kalkar. Bundan sonraki sahnelerde hep sallana sallana, havalı bir şekilde yürüyecektir. Ayrıca her sahnede gittikçe artan kaş göz oynatmak, boyun çevirmek gibi tiklere sahip olacaktır.) Zaten birkaç haftadır Türkiye’deydim. Niyork sıkmıştı beni. Alkışlardan ve hayranlarımdan uzak kalmayı, sakin bir hayat yaşamayı arzuladım bir an. Şöyle dedim, ücra bir ülkeye gideyim, birkaç hafta kafa dinleneyim. Hem bu arada sakin kafayla birkaç beste çalışması yaparım. Böyle düşünürken Türkiye geldi aklıma. Sessiz, sakin, güzel bir ülkedir deyip geldim. Menajerim çok övmüştü burayı. Gerçi benim Türkiye’de de milyonlarca hayranım var ama Türkiye’ye geleceğimi tahmin etmedikleri için tanıyamazlar diye düşünüyordum.
Nitekim de öyle oldu. Küçük bir ev kiraladım. On-On beş gün mütevazı bir hayat yaşadım. Evden hiç çıkmadım. Beş altı kutu bisküvi ile idare ettim. Evden çıkmam tehlikeli olabilirdi. Hayranlarım hayal kırıklığına uğrayabilirdi. Çünkü yıllar evvel burada tanıştığım Mehmet Çelik adında bir arkadaşım vardı. Bir de Fatma… Tesadüf bu ya ben Türkiye’ye geldiğim gün bu iki geri zekâlı silâhlı olarak banka soymaya kalkışmış. Yakalanmışlar tabi. Güya bankadan çalacakları parayla ihtilâlci arkadaşlarına silâh alacaklarmış. Benim onlarla birkaç defa görüştüğümü bilir gazeteciler. Beni de soyguncu veya planlayıcı ilân edebilirler diye evden hiç çıkmadım. Bu zaman zarfında harika birkaç beste yaptım. Fakat nedense monotonluk canımı sıktı. Birden alkışları özledim, ışıkları özledim. Çıkayım dedim kendi kendime. Dışarı çıkayım. Türk halkına İstanbul’da olduğumu müjdeleyeyim. Sevinsin garibanlar. Hem sevinsinler hem de ses nedir, sanat nasıl yapılır öğrensinler.
Planladığım gibi de yaptım. Gitarımı alarak sokağa çıktım. Gitarım? Gitarım nerde benim? (Sağa sola bakınır.) Gitarım yok. Haa, evet; yatağın üstünde. (Yatağın altına bakar.) Yok, üstünde yok; o zaman altındadır. (Battaniyeyi açıp bakar.) Altında da yok. Evet buldum, çöp kutusunda. (Gidip bakar.) Burada da yok. Nerede gitarım? Yok, hiçbir yerde yok. Çalmışlar, gitarımı çalmışlar. Bir skandal, büyük bir skandal bu!... Coni Bitıls’ın gitarını çaldılar. Bu ne rezalet! Odama bir telefon bile koymamışlar. Ne biçim insan bunlar!.. Neyse, yarın bir telefon isterim. Vermezlerse çalarım. Fakat gitarım nerde benim? Haa, şimdi hatırladım. Kızlar üstüme hücum edince kırılmasın diye polisler aldı galiba… Evet evet, muhakkak öyle oldu. Herhalde devlet müzesine koymuşlardır Coni Bitıls’ın gitarı diyerek. Fakat tazminat davası açarım. Üç milyar dolar isterim. Aslında daha fazla istemem gerekir ama mühim değil. Hatıram olsun Türkiye müzelerine…
Öyle yaptım işte. Gitarımı alarak sokağa çıktım. Yoldan gelip geçenler bana ve gitarıma bakıyorlardı, fakat tanımıyorlardı beni. Nereden tahmin etsinler Coni Bitıls’ın İstanbul’a geleceğini? Ben kızlara bakıyor ve içimden “Enayiler” diyordum. “Az sonra benim kim olduğumu öğrenince çok pişman olacaksınız. Ama iş işten geçmiş olacak. Siz hiç pas vermeyin bana, bir defadan fazla bakmayın; kendimi tanıtınca civcivler gibi koşacaksınız peşimden. Bir imzalı fotoğrafımı alabilmek için birbirinizi ezeceksiniz.”
Sonunda karar verdim. Tanınmayan zat olarak sokaklarda yürümek sıktı beni. Coni Bitıls olduğumu Türk milletine açıklayacak ve sevindirecektim onları. Aksaray köprüsünün en üst yerine çıktım. Son bir defa daha baktım insanlara. Ve onlar beni hâlâ tanımıyorlardı. Ve astım gitarımı omzuma, en meşhur parçam olan Coni Bitıls go,go,go parçamı okumaya başladım. İnsanlar öylece kaldılar ve hayranlıkla beni seyre daldılar. Şaşkınlıkları ve mutlulukları kahkahayla gülmelerinden belli oluyordu. Ve herkes yanındakine beni işaret ederek “Bak” diyordu. “Köprünün üstünde haşin sesiyle şarkı söyleyen delikanlı var ya, işte o büyük şarkıcı Coni Bitıls’tır.” Onlar beni seyrettikçe, birbirlerine beni övdükçe ben daha bir şahlanıyor, daha çok bağırıyor, daha güzel söylüyordum şarkılarımı. Beş-altı dakika içinde hayran kitlem arttı. Çepeçevre sardılar beni. Her geçen saniye kalabalık arttı. Köprü tıklım tıklım doldu, taşıtlar geçemez oldu. Herkes beni görmenin, beni dinlemenin mutluluğuyla kahkahalar atıyordu. Ve ben hiç aldırmıyordum onlara.
Söylediğim şarkı bitmek üzereydi ki polisler geldi, kalabalığı yardı. Ben hayranlarıma dönüp “Evet” dedim. “Ben Coni Bitıls’ım. Tanıdınız beni ve çok sevindiniz. Ben de sizleri tanıdığıma çok sevindim… Ülkenizde birkaç hafta kalmaya niyetim var. Paralı ve parasız olmak üzere bir dizi konser vereceğim.” Ben böyle konuşunca kalabalık birden galeyana geldi, bir alkış tufanıdır koptu. Tam kızlar üstüme hücum ediyordu ki polisler çevremi sardı. Polisler beni kızların saldırısından zor kurtardılar. Sonra benim can güvenliğimi sağlamak için bir taksiye bindirip buraya getirdiler. Benim burada olduğumu hayranlarımın hiçbiri bilmiyor. Bu yüzden şimdilik emniyette sayılırım. Zavallı hayranlarım, kim bilir beni nerelerde arıyorlardır?.. Buradan çıkmam çok tehlikeli. Tuvalete giderken dahi yanımda birisi bulunuyor. Her yere bir gözcü nezaretinde gidiyorum.
Burası büyük bir köşk… Büyük apartmanlar ve yemyeşil söğütler, ulu çınarlar var burada. Sonra bu köşkte çok büyük şahsiyetlerle tanıştım. Az önce yemekhanede Napolyon’la karşılaştım. Bizim Napolyon saçlarını usturaya vurdurmuş. “Neden?” diye sordum. “Hiç” dedi. Önemsiz bir hastalık.” Bir sene saç uzatması yasakmış. Yemek dönüşünde Aristo’yla ayak üstü görüşüp felsefe yaptık. Hayranlarımdan biriymiş. Aristo bana “Kulak işitir.” dedi. “Evet, işitir.” dedim. “Sen de işitiyorsun.” dedi. Evet, ben de işitiyorum. “O hâlde sen bir kulaksın.” dedi bana Aristo. Doğru, o hâlde ben bir kulağım. Çok büyük bir filozof şu Aristo!... Fakat, fakat… Evet evet, Aristo yanıldı. Yanıldı Aristo. Evet, kulak işitir; ben de işitirim. Fakat ben kulak değilim kardeşim. Ben Coni Bitıls’ım yahu!.. Coni Bitıls’ım ben… Yanıldı Aristo. Yarın bu konuyu onunla tartışacağım.
Tesadüf bu ya bizim Amerika’nın başkanı Nikson’u da gördüm. Nikson liseden sınıf arkadaşım olur. Çok tembel, geri zekâlı, huysuz bir çocuktu. Ben ona zaten çok söylemiştim de dinletememiştim. “Oğlum Nikson, biraz ders çalış. Sen bu kafayla gidersen Amerika bambaşka bakanından başka bir şey olamazsın… Nitekim öyle oldu. Daha fazla yükselemedi bizim Nikson.
Bu geceyi burada geçireceğim. Sabah kahvaltısında hayranlarımdan Şekspir ile tanışacağım. Beni tanımak istemiş. Hazret-i İsa’ya rica etmiş. Ne olur beni Coni ile tanıştır demiş. Yarın sahneye çıkacağım. Kostümlerim de hazır… (Yatak çarşafını söker; çarşaf tam ortadan yırtılmıştır, yırtık yerden kafasını çıkararak çarşafı pelerin gibi giyer.) Çok güzel bir elbise… Paris’te diktirdim. Yedi modacı, yedi günde hazırladı bu kostümü. Kıyafet çok önemli… Coni Bitıls’ın her giydiği mükemmel olmalı. Çünkü yarın en az yüz bin kişiye konser vereceğim ve seyircilerin hepsi kız olacak.(Volta atarken) Kostüm güzel olmalı, Coni Bitıls’a yakışmalı. Bir dakika… Evet evet, ilham geldi. Bu notaları yazmalıyım bir kâğıda. İlham geldi. (Kâğıt ve kalemi alır, sandalyeye oturur, minibüs muavinlerinin müşteri çekmek için bağırmaları gibi sesler çıkararak bir şeyler yazar) Bossaraba, bossarabaaaa! (Boş araba) Aksıray, fıntıksade, tupkapi, besavliiiir!.. (Aksaray, Fındıkzade, Topkapı, Beşyüzevler.)
PERDE İNER (Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.